Bekir Uveyda
TT

Taktik ustası Ebu Ammar

Filistinlinin hafızasında her birinin ayrı bir tınısı ve ahengi olan, her ikisi de her yıl Kasım ayının gelişiyle birlikte hatırlanan iki olayın yıldönümünün öylece geçip gitmesi mümkün değil. Her yıl Kasım ayında Yaser Arafat canlı varlığını adeta dayatıyor. Sanki hala onu askeri üniforması içinde, kendinden emin bir şekilde yürürken, indiği her havalimanının zeminine güçlü bir şekilde basıp onu selamlamak için sıraya giren şeref kıtasını selamlıyorken görür gibiyim. Arafat, tıpkı herhangi bir egemen, koşulsuz bağımsızlığa sahip, dünya ülkelerinin çoğu tarafından resmi olarak tanınmış bir ülkeden zerrece az olmayan bir ülkenin başkanı gibi davranırdı. Bu bir lider olarak görevlerini yerine getirmesinin birçok yöntemlerinden biriydi. Halkının lideri olarak imajını pekiştirmek söz konusu olduğunda Ebu Ammar, Arap dünyasında ve bir dereceye kadar uluslararası alanda, koşulların izin verdiği ölçüde böyle davrandı. Filistin'in 15 Kasım 1988'de Cezayir'de bağımsızlığının deklare edilmesinden sonra (girişte bahsettiğimiz iki olayın ilki), kendisine devlet başkanlarına özel  "protokol" veya düzenlemelerin uygulanmasında ısrar etmeye başladığı doğru. Ancak bundan yıllar önce, tam olarak 1969’da FKÖ'nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) başkanlığı görevini üstlendiğinden beri, başkalarının kendisine yönelik saygısının dava ve halk olarak tüm Filistin'e bir tür saygı olduğunu teyit etmeye önem verdi. Ebu Ammar, 4 Kasım 2004'te Paris'in bir banliyösündeki askeri hastanede, Rabbine geri dönmesi için ruhunu teslim edinceye kadar bu ilkeye sadık kaldı (ki bu da ikinci olaydır).
33 yıl önceki Filistin Bağımsızlık Bildirgesi, Yaser Arafat'ın sahip olduğu pek çok yeteneğe kanıt olarak için gösterilebilecek sayılamayacak kadar çok örneklerden biriydi. Bildirge olmasaydı, Fetih hareketinin kuruluşundan ve 1965'in başlarından itibaren faaliyet göstermeye başlamasından bu yana dümeninin başına geçmesi mukadder olan bir gemiyle yelken açmayı başaramayacaktı. Arafat'ın bu liderlik yeteneklerinin başında, siyasi "taktikler" sanatını uygulamadaki olağanüstü yeteneği geliyordu. Arafat bu yeteneğini bazen, geçen yüzyılın yetmişli yıllarından beri iyi bildiği ve şimdi "yumuşak diplomasi" olarak adlandırılan (o dönem bu adlandırma popüler değildi) şey aracılığıyla sergilerdi. Bazen de sessiz ve sakin çalışmanın aksi olan “mikrofonların” gürültüsü aracılığıyla.
Ebu Ammar, karşı tarafın ısrar ettiği ve mültecilerin dönüş hakkı gibi halkının kutsal bir hakkını ihlal eden hatta ihlal etmesi olası bir şeyi kesinlikle reddettiğini tarihin kaydetmesini istediğinde,  tüm kamuoyunun önünde öfkeyle haykırırdı. Öte yandan, Fransızcadan "Cadeaux" (hediyeler) kelimesini ödünç almaya ve Cenevre'den dünya geneline yayınlanan bir basın toplantısında gülümseyerek, İsrail'in ortadan kaldırılmasına ilişkin maddenin FKÖ Sözleşmesi'nden çıkarılmasının, Filistinlilerin İsrailliler ile adil bir barış için sundukları bir "hediye" olduğunu söylemeye hazırdı. Bu iki örnek, Arafat'ın siyasi taktiklerdeki becerisinin bir yönünü yansıtmıyorsa, başka ne yansıtabilir?
Yukarıdakine benzer bir şekilde Ebu Ammar, Filistinlilerin haklarına ilişkin vizyonuyla tutarlı olduğunu gördüğünde, yüzleşmekten korkmazdı. Kaçışı olmadığında ve yüzleşmek zorunda olduğunda meydan okumalara karşılık verirdi. Son 30 yılın büyük bir Arap siyasi yorumcu ve yazarlarından birinden duyduklarımı buna örnek vermek istiyorum. Yazarın naklettiğine göre, büyük bir ülkenin lideri Arafat'a şu anlamda bir soru sormuş; Arap başkentleriyle ilişkilerinizde ve temaslarınızda neden yalan söylüyorsunuz?  Ebu Ammar da şu anlamda bir yanıt vermiş; Filistin uğrunda şehit olmaya hazır iken, neden onun için yalan söylemeyeyim! Tanınmış yazar bu olayı herhangi bir makalesinde yayınladı mı yoksa henüz yayınlamadı mı bilmiyorum. Ancak bu bağlamda önemli olan, Arafat'ın siyasi taktikler uygulamada önde bir lider olduğudur. Bir gazeteci olarak bu beceri ve ustalığa tanık olma deneyimini birden fazla kez yaşadım. Bu deneyimlerin bir kısmını buradaki köşemde anlatmıştım, bir kısmına da önümüzdeki haftalarda değinebilirim. Ama burada Arafat’tan bahsetmek belki de 1985 sonbaharında Sana'a da bir akşam, gözlerimin gördüğü ve kulaklarımın duyduğu bir olayı anlatmamı gerektiriyor. Yakında olduğum Yaser Arafat'ın önce gülümsediğini, biraz sonra gülümsemesinin genişlediğini, son olarak da neşe ile coştuğunu, duyduklarından daha da etkilenerek ellerini çırpıp çevresindeki dinleyicilere katıldığını gördüm. Bu sırada halk ezgileri söyleyen sanatçılar grubunu yöneten maestro, Filistin liderinin bu keyifli halini görünce, o da kendini kaptırıp yüksek seslerin ve alkışların karıştığı ut nağmeleri arasında Arafat’a hitaben “Taktik yap ey taktikçi, ey taktikçiler ustası” sözünü farklı ritimlerde tekrarlayıp durmuştu. Gerçekten de, Yaser Arafat, ister ona katılın ister katılmayıp karşı olun, geleneksel devrimci liderler arasında sıra dışı bir liderdi.