İspanyol sosyolog Manuel Castells’e olan ilgim, onun “ağ” kavramına ve günümüz dünyasını şekillendirmedeki önemli rolüne ilişkin zekice analizlerinden kaynaklanmaktadır. Kendisini bireysel kimlik dönüşümleri, yeni iletişim sistemlerinin rolü ve kalıtsal kimliklerin ortadan kaldırılması konusundaki siyasi mücadeleler üzerine yaptığım çalışmalar sırasında tanıdım.
Zeki düşünürler, derin fikirleri yakalama ve bunları yeni bir entelektüel yolun ve modelin anahtarı olarak kullanma konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. Castels'in ‘ağ’ fikrini Karl Marx'ın kitaplarından aldığını düşünüyorum. Bu, Marx'ın kapitalizmin ortaya çıkışına ilişkin analizinde, özellikle de artı değerin oluşumunda üretici güçler arasındaki iletişimin rolüne ilişkin getirdiği açıklamada merkezi bir unsuru temsil eder.
Castells “ağ” fikrini aldı ve onu üretim güçlerinin (teknoloji) yeni biçimleri hakkında yenilikçi bir tartışma için bir giriş noktası olarak kullandı. Özellikle de 20’inci yüzyılın son çeyreğinde endüstri ve piyasada mekanik cihazların yerini elektronik cihazların almasıyla birlikte bu daha önemli bir hale geldi.
Castells'in ortaya attığı temel sorularından biri de üretim güçleri ile mekân arasındaki ilişkidir. Castells, ister fabrika isterse çiftlik veya ticari pazar olsun, üretim yerinin, üretim sürecinin tarafları arasındaki iletişimin hacmi ve seviyesi üzerinde bir kısıtlamayı temsil ettiğini fark etti. Örneğin, eğer 20’inci yüzyılın başlarında İngiltere'nin merkezinde motor üretiyor olsaydınız, dünyanın herhangi bir noktasına bunun ulaşımı, nakliyenin (gemi) boyutuna ve varış zamanına, güvenlik ve emniyet kısıtlamalarına bağlı olarak şekillenirdi.
Ancak “elektronik” cihazların dünyadaki teknik gelişmelerin lokomotifi haline geldiği 20’inci yüzyılın sonlarında durum tamamen değişti. Bu cihazlar küçük boyutlu ve hafif olmakla birlikte parçaların mekanik hareketiyle değil, veri işlemeyle uğraşır. İnternet çağına girmemizle birlikte ise yazılım ve uygulamalar ekonominin her alanında temel üretim gücü haline geldi. Zira banka, finans kuruluşları, fabrikalar, iletişim ve ulaşım sistemleri, eğitim, sağlık, basın ve eğlence gibi her alanda bunun etkisini görmekteyiz.
Castells, yeni üretim gücünün (verilerin) mekâna göre koşullanmadığını ve mekanik cihazların çağında olduğu gibi buna ihtiyaç duyulmadığına dikkat çekiyor. Tüm bu üretim gücünün ihtiyaç duyduğu akış için gerekli olan, sanal dünyada oluşturulabilen ya da geliştirilebilen bir ‘alan’dır. Bu nedenle artık mesafelerin bir önemi ve etkisi yoktur. Örneğin, Riyad'da internete erişiminiz olduğu takdirde Sao Paulo, Los Angeles veya Yeni Delhi'de, hatta Sibirya'nın göbeğindeki en küçük şehirde olan herkesle bağlantı kurabilirsiniz. Ayrıca mesele artık kişisel iletişimle de sınırlı değil. Çünkü sanal denilen bu dünyada artık devasa bir alanda iş yapmak mümkün ve sanal dünya böylece bir ‘gerçek dünya’ yaratmaktadır.
“Ağ”, gerçek dünyaya benzer devasa bir boyuta ulaştı. Üretim güçleri artık pazarın sınırlarıyla kısıtlanmış değil, aksine dünyadaki her insan aktif veya pasif olarak bu ‘bilgi ağının’ bir parçası haline geldi.
Castells buradan hareketle şu soruyu sordu: Bu dönüşüm ‘devlet kavramını, toplumsal bağı ve bireyin kimliğini’ nasıl etkiliyor? Bugün, Castells'de bulamadığım bir başka soruyu fark ettim. Bu soru, şifrelenmiş veri zincirlerine (blockchain) duyulan güvendeki artış ile özel mülkiyetin garantörü olan devletin rolünde beklenen daralma arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Zira blockchain, ‘noter/emlak sicil kaydına’ olan ihtiyacı ortadan kaldırıyor. Öyleyse bu durum devlet kavramını ve rollerini etkileyecek mi?
TT
Sanal dünya gerçek dünyayı yaratıyor
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة