Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Avrupa Avrupa'nın düşmanı

Bugün Avrupa çeşitli krizlerden muzdarip. Bu krizler, Avrupa’nın gelecek planları ve şu anki durumunu düşünen kişilerin, bu planların ve stratejilerin sahada ne derece uygulanabileceği konusunda kafalarını karıştırıyor. Avrupa, çevresel sürdürülebilirliği sağlama ve iklim değişikliğiyle mücadele etme görevini oldukça zora sokan madencilik, işgücü ve enerji krizlerinden muzdarip. Şaşırtıcı olan şey ise, bazı Avrupa ülkelerinin siyasi eğilimlerinin Avrupa'yı hedeflerinden daha da uzaklaştırıyor olması. Gelin bu krizlerden bazılarını daha ayrıntılı bir şekilde ele alalım.
Avrupa'nın önümüzdeki 10 yıl içinde karşılaşabileceği ilk kriz, maden zenginliği ile ilgili. Zira Avrupa'nın yenilenebilir enerji üretecek rüzgar türbinleri ve güneş panelleri yapabilmesi için acilen magnezyum gibi minerallere ihtiyacı var. Otomobil, uçak ve sistem parçalarının imalatında kullanılan alüminyum üretiminin ana unsurlarından biri olan magnezyum, aynı zamanda enerji tüketiminden tasarruf etmek için otomobillerin ağırlığını azaltan en önemli unsurlardan biri sayılıyor. Avrupa eskiden en büyük magnezyum üreticilerinden biriydi. Ancak sektörlerle ilgili siyasi kararlar Avrupa'da bu sektörün kan kaybetmesine yol açtı. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Avrupa'nın iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki emellerinin, mineral zenginliği ile uyuşmadığını net bir biçimde belirtti. Bugün Avrupa neredeyse tamamen Çin'in ürettiği magnezyuma bağımlı. Magnezyum ihtiyacının yüzde 95'ini Çin'den ithal ediyor. Yakın bir zamanda Çin'deki üretim, enerji krizinden etkilendi ve bunun sonucunda Avrupa fabrikaları da büyük ölçüde zarar gördü. Bu yüzden Avrupa'nın gelecekteki talebi karşılamak için acilen madencilik faaliyetlerine başlaması lazım. Ancak madencilik faaliyetlerini hedef alan çevre savunucuları varken bu hiç de kolay görünmüyor.
İkinci kriz ise işgücü. Bugün Avrupa, köklü tarihinden ziyade beklenen yaşam süresi en yüksek kıta olduğu için yaşlı bir kıtadır. Göçmenlerin bu kıtaya hareketi, işgücünün güçlendirilmesine büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Ancak bu katkı, Avrupa’daki sağcı akımın göçmenlerin Avrupa’ya gelmesini engellemesi de dahil olmak üzere, çeşitli siyasi sebeplerden dolayı çok uzun sürmeyebilir. Ne var ki işin tuhaf yanı, karbon emisyonlarını azaltmak için doğum kontrolü uygulamalarını savunan Avrupa'daki bazı çevre savunucusu gruplar, insanların yaşamları boyunca neden oldukları karbon emisyonlarını ve bu emisyonların çocuk sahibi olmayarak nasıl azaltılabileceğini gösteren çalışmalar yayınlıyor. Alman gazetelerinden birine demeç veren bir kadın öğretmen, kadınları çocuk doğurmamaya teşvik etmek için yaklaşık 50 bin euroluk teşvik verilmesini talep etti. Ancak zaten Avrupa'da doğum oranı her geçen gün düşmekte. Örneğin İngiltere'de 1958 yılında doğum oranı bin kişi başına 16 iken, bu sayı 2018 yılında 11'e düştü.
Üçüncü kriz enerji. Maden ocaklarında olduğu gibi, Hollanda ve İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesi iklimi korumak iddiasıyla enerji kaynaklarına savaş açtı. Bu, aşama aşama değil, sadece birkaç yıl içinde oldu. Bu da son birkaç ayda gözle görülür bir biçimde bir enerji krizinin çıkmasına yol açtı. Eskiden Avrupa Rusya'dan ithal edilen doğalgaza kısmen bağlıyken, şu anda neredeyse tamamen bağımlı olmuş durumda. Avrupa, yenilenebilir enerjiye geçiş aşaması olarak gördüğü doğalgaz olmadan yapamaz. En azından daha 20 yıl buna ihtiyacı olabilir.
'Yaşlı kıta'yı inceleyenler, kıtanın ekonomiyi etkileyen yerel politikaları dayatmak da dahil olmak üzere iklim değişikliğiyle mücadele etmek hususunda aceleci olduğu için her geçen gün daha çok çıkmaza girdiğini fark ediyor. Çevreci partilerin baskısı ile kıta, çevreyi kirlettikleri gerekçesiyle Çin madenlerine vergi koymaya çalışıyor. Kıta yıllar önce de Çin'in piyasaları sübvansiyonlu ürünlerle doldurduğu gerekçesiyle vergiler dayatmıştı.
Her halükarda Avrupa, kabul etse de etmese de Çin olmadan gelecek planlarının hiçbirini gerçekleştiremez. Yakın bir zamanda yapılan haberlere göre Avrupalı ​​seçmenler Avrupa’nın yeni politikalarının faturasının kendilerinin cebinden çıkabileceğinin farkında. Zira yenilenebilir enerjiye yönelik bu hızlı yönelimlerin çoğu, ithal edilen doğalgaz için iki katı fiyat ödeyerek dolaylı yoldan bu politikaların faturasını zaten ödemiş olan vergi mükellefleri tarafından finanse edilecek.
Görünen o ki Avrupa’nın bizzat kendisi gelecek planlarıyla çelişiyor. Zira yenilenebilir enerji için ekipman üretmek istiyor ancak Çin gibi çevreyi kirleten ülkelerden hammadde ithal edilmesi ile mücadele ediyor. Ayrıca yeterli iş gücünden yoksun ve beklenen yaşam süresi yükselmeye devam ederken, göçmenlerin kıtaya gelişini engellemek için savaşıyor. Sanayi ve ısınmak için enerjiye ihtiyacı varken, enerji şirketlerini kapatmaya çalışıyor ve en büyük doğalgaz tedarikçisi olan Rusya ile birlikte hareket etmekten uzak duruyor. İşte bu noktada uzaktan bakıldığında sanki Avrupa, Avrupa'nın düşmanıymış gibi duruyor.