Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Geçmişe tapanlar, hayatın ateşini canlı tutamazlar!

İnsan,  hayatı, bilgiyle, aşkla, umutla, emekle, üretmekle ve çalışmakla  yaşamak ister.  İnsanın bilgi, umut ve aşk  macerası, çoğu zaman din, milliyet, sınıf, mezhep gibi kolektif kurgular adına  köreltilir, saptırılır ve tüketilir. Dinin, insanın akılla, bilgiyle, aşkla, özgürlükle ve yaratıcılıkla dolu bir hayat yaşamasının önünde engel olup olmadığı sorusu büyük önem taşımaktadır.Din, insanlık kültürü içinde her tarafa etki edebilen çok güçlü bir yapıdır. Dinin insan hayatının her tarafını düzenleme, kontrol etme ve  yönetme iddialarıyla ortaya çıkması,  insan hayatında aşk, bilgi, umut, çalışma, özgürlük ve yenilenme için çok az bir alan bırakmaktadır. Başka bir ifade ile din, insan özgürlüğünü kısıtlayarak insan hayatını sadece kendi sınırlarına mahkum eden bir durum yaratmaktadır.
İnsanı sadece kendisine mahkum eden ve  hayatı sadece kendi sınırlarına indirgeyen bir dinin, insan için  diri bir hayatın diriliş kaynağı olması mümkün değildir. Başka bir ifade ile sadece dine mahkum bir hayat, diriliş değildir. Diriliş, felsefenin, bilimin, aklın, yaratıcılığın, adaletin, tutkunun,  barışın, ahlakın ve maneviyatın olduğu bir hayatla mümkündür. Dinin tek başına insana doyurucu  diri bir hayat sunacağı  kurgusu, realite değil, sadece bir temenni ve yanılsamadan ibarettir.
İnsan hayatının merkezinde akıl, adalet ve aşk olmalıdır. Hiçbir dinin  mabetleri, kurumları, kaynakları, kişileri veya  ritüelleri, insan hayatının merkezini işgal edemez. Aklı, adaleti ve aşkı ortadan kaldırarak  geçmiş çağlarda  ortaya konulan kaynakların, kişisel tecrübelerin ve ritüellerin değişmez davranış biçimi olarak dayatılması, kişiyi diriler olmaktan çıkarmakta sadece nefes alan taşlara dönüştürmektedir. İnsanın, bütün yeryüzünü kapsayacak coşkunlukta ve yaratıcılıkta bir hayat yaşama hakkı, hiçbir şey adına ortadan kaldırılmamalıdır.
İnsan, yaşamak için bütün yeryüzünü kendine ev kabul etmelidir. İnsan, hiçbir tapınağa sığmayan akla ve özgürlüğe sahip onurlu bir varlıktır. Diri bir hayat için kişinin, kendisini bütün insanlık toplumunun  diri bir bireyi olarak görmesi lazımdır. İnsan, insanlık  ailesine mensuptur. Tek bir inanç grubuna mensubiyeti kutsallaştırmak ve mutlaklaştırmak,  kişinin insanlık ve doğayla olan ilişkisini koparmakta ve işlevsizleştirmektedir. Doğanın içinde  doğanın bir parçası olarak insanlık ailesine mensup olma bilincinin diri tutulması, sahici anlamda bir insani dirilişin olmazsa olmazıdır. İnsanın ihtiyaç duyduğu şey, insani diriliş ve doğruluştur.
Din adına bazı gruplar, toplumlara ve devletlere hükmetmeyi  kendi kutsal imtiyazları olduğunu  öne sürebilirler. Hiçbir dinin, toplumu ve devleti yönetme hak ve imtiyazı yoktur. Toplum ve devleti yönetme iddiasındaki dinlerin, insanın yenilenmesine ve dirilmesine   yapıcı ve yaratıcı katkıları olamaz. Devlet ve topluma hükmetmek, diriliş demek değildir. Dinlerin, topluma ve devlete hükmetme şekinde güç mücadelelerinin bir aracı haline gelmesi aslında insanın çöküşü anlamına gelmektedir.
İnsana, topluma ve devlete hükmetmeyi amaç haline getiren bir din ve ideoloji, maneviyat yolu olamaz.Tahakkümcü din, insana, sahici anlamda ilahi bir tecrübe yaşama kaynağı sunamaz ve olamaz.  İnsanın insanı kullanmasının aracı olan din,  insanın kendini gerçekleştirmesinin önünde engel olduğu gibi, insanın yanlışlıklara ve yalanlara batmasına neden olur,  bilimi, hikmeti, sanatı, ahlakı ve felsefeyi tamamen ortadan kaldırabilir.
İnsan, yaşadığı dinamik ve yaratıcı bir hayatla  topumla ve insanlıkla bütünleşmenin yollarını  bulmalıdır. İnsanı hakikate ulaştıracak şey, insanın kendisi  ve hayatıdır. Hakikatle ve insan arasına giren hiçbir din, ideoloji, grup, sınıf veya kaynak, insanı hakikate ulaştıramaz. Aracılar, insanı hakikatten kopartır ve hakikate yabancılaştırır.  Aracıların kontrolünde ve yönlendirmesinde yaşanan bir hayat, aslında yozlaşmış ve tükenmiş bir hayattır. Geçmişe tapanlar, hayat ateşini canlı tutamazlar.
İnsan hayatı, ahlak, adalet ve akıl üzerine kurulmalıdır. Akıl, adalet ve ahlak üzerine bina edilmeyen bir hayatın, maneviyat tecrübesine sahip olması mümkün değildir. Hiçbir mekan, kimlik veya aidiyetin kendisi, insanı akıllı, adil ve ahlaklı yapmamaktadır. İnsan,  çalışarak ve üreterek hayatını  ahlak, akıl ve adalet değerlerinin üretildiği dinamik süreçler bütünü haline getirebilir. İnsanın temel görevi, hayatını ihya ve imar etmesidir. Arkaik kaynakları ve anlayışları  bugüne taşımak, diriliş değildir. Hiçbir gruba, doktrine, yapıya veya aidiyete köle olmayan kişi, insanlığa ait olma bilinciyle  hayatını ihya ve imar etmeyi özgürce, onurluca ve özgünce gerçekleştirebilir.Kölelik binalarında kul olmak yerine, kendi hayatlarının mimarı olmak için diri bir  hayatı yaşamak için çaba gösterenler, sahici anlamda  dirilişi bir gerçekliğe dönüştürebilirler.