Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

İran'ın Viyana müzakerelerini baltalamasına nasıl yanıt verilecek?

Viyana'daki nükleer müzakereler, Haziran ayından bu yana devam eden bir aradan sonra, yarın, Pazartesi günü yeniden başlayacak. Haziran ayından bu yana devam eden bu aranın arkasında, müzakerelerin başarısızlıkla karşı karşıya kalacağına ve bir sonuca varamayacağına dair artan şüpheler duruyordu. Bu şüphelerin nedeni de, her yönde İran tarafından bir tırmandırmaya tanık olan, İran rejiminin Amerikan yönetimi ve Avrupalı ​​müttefikleri karşısında meydan okumayı büyütme politikası bağlamında ortaya çıktığı aşikar olan ve şu şekilde somutlaşan son gelişmelerdi:
Birincisi; uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde daha da ileri gidilerek, üretilen uranyum miktarının bir kısmının, İran’ı nükleer silah üretme eşiğine getireceği söylenen yüzde 60 sınırına kadar yükseltmek. Yemen'den Gazze'ye bölgedeki yıkıcı ve istikrarsızlaştırıcı bölgesel müdahaleleri daha da tırmandırmak. İran’ın Yemen'deki Husi darbesine desteğini genişletmeye çalıştığı, silahlı milis grupları için ezici bir yenilgi oluşturan Irak seçimlerinin sonuçlarını baltalama girişimlerini sürdürdüğü çok açık. Keza Suriye'deki konumunu sağlamlaştırma ve tabii ki yürütme ve yargı makamlarını kesintiye uğratarak Lübnan'daki siyasi hayatı istikrarsızlaştırma girişimlerini de.
İkincisi, Amerikan gemileri dahil olmak üzere deniz petrol tedarik hatlarını hedef alan İHA saldırılarını yeniden aktifleştirmek. Donald Trump'ın 2018'de iptal ettiği 2015 nükleer anlaşmasının koşullarına dönüşü kabul etmek için Amerikalıların önüne yığılan imkansız şartların çıtasını yükseltmek. Bu, gözlemcileri, anlaşmaya dönmek için soluğu kesilircesine çabalayan Tahran'ın işleri tersine çevirdiğini, böylelikle ABD yönetiminin bu anlaşmaya geri dönmek için soluğu kesilircesine çabalayan taraf konumunda gibi görünmeye başladığını söylemeye sevk etti.
Üçüncüsü, İran rejimi, Avrupa ülkelerini bile endişelendirmeye başlayan balistik füze sistemlerini geliştirmeye çalıştı. Uluslararası gözlemcilerin nükleer faaliyetlerini denetleme çalışmalarını kasten engelledi. Viyana'daki müzakerelerin 6 başarısız turdan sonra askıya alınmasını, yukarıda belirtilen politikalarını sürdürmek için daha fazla zaman kazandıran bir fırsata dönüştürdü.
İran’ın tüm bu tırmandırmaları ve sabotajları karşısında, Başkan Joe Biden yönetimi, Afganistan'dan kaotik bir şekilde çekilmesinden sonra, onu içeride ve dış ilişkiler düzeyinde zor durumda bırakan sorunlarla boğuştu. Beyaz Saray özellikle Ortadoğu'dan çekilmekten, Çin ile yüzleşmeye keskin bir şekilde odaklanmaktan bahsetmesinden sonra müttefikleri ile ilişkilerinde zor durumda kaldı. Belki de bu yüzden Foreign Policy dergisi 28 Eylül'de yayınlanan sayısında, İran'ın nükleer silaha ulaşmasına bir ay kaldığı uyarısı yapan bir yazı yayınladı. Bunun Biden yönetiminin kafa karışıklığının ve gevşek davranmasının bir sonucu, Amerikan nüfuzunun azalmasının bir tezahürü olduğu değerlendirmesinde bulundu ve tüm Ortadoğu'yu bir nükleer silahlanma yarışına itebileceğini belirtti.
Amerikan Demokrasiyi Savunma Enstitüsü de şu uyarıyı yaptı; İran, Washington'un güvenilirliğini kaybetmesini, rakipleriyle yüzleşmeden geri çekilmesini, Afganistan'dan ayrılmasını, muharip güçlerini Irak'tan planlı olarak geri çekmesini, deniz seyrüseferini tehdit etme ve New York'ta bir Amerikan vatandaşını kaçırma girişimi dahil olmak üzere bir dizi İran provokasyonuna karşılık vermemesini, Washington'u artık ciddiye almamak ve kendisi için bir tehdit oluşturmaktan çıktığı konusunda derin göstergeler olarak görüyor.
Bu nedenle eski büyükelçi Dennis Ross, örneğin, İran ile barışı sağlayacak olanın savaş tehdidi olduğunu söylüyor. Ona göre Biden yönetimi, nükleer meselede ilerleme kaydetmeyi umuyorsa, askeri gerilim seçeneklerini tekrar masaya koymalı. Tahran'ın nükleer hırslarının sonuçlarından korkmaması, Biden kendi döneminde İran'ın nükleer silaha sahip olmayacağına dair alenen söz vermiş (!) olsa da, ABD'nin herhangi bir askeri müdahalede bulunma olasılığı hakkında hesaplamalarında yanlış yapmasına yol açabilecek tehlikeli bir mesele.
Kaldı ki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Genel Direktörü Rafael Grossi geçen Çarşamba günü Tahran'dan denildiği gibi eli boş döndü. Muhammed İslami ve Hüseyin Emir Abdullahiyan ile yaptığı görüşmelerin sonuçsuz kaldığını ve hiçbir gelişme kaydedilmediğini açıkladı. Tahran'ın Ajansın misyonunu ciddi şekilde baltaladığını ve nükleer tesislerini denetlemesini sağlama konusundaki hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmediğini ifade etti ve “ İran'da nükleer açıdan neler olup bittiğini bilmeye devam ettiğimizi garanti edemeyeceğimiz bir noktaya yaklaştık" dedi.
Grossi'nin açıklamaları hakkında elbette Washington’un, Tahran'ın uluslararası ajansla iş birliği yapmamasının, nükleer anlaşmayı canlandırmak için Viyana'da bir anlaşmaya varma arzusuna dair olumsuz bir gösterge oluşturduğunu söylemek dışında bir yorum yapmasına gerek yoktu. Bunun nedeni belki de nükleer dosya, bölgesel müdahaleler, sabotajlar ve füzeler gibi tüm düzeylerde Tahran'ın davranışlarından kaynaklanan olumsuz göstergelerin birikmesi, ABD'nin Ortadoğu ve Afganistan'daki rolünün azalmasının, onun politikalarına ve emellerine yeşil ışık yaktığını varsaymasıdır.
Washington'un, Foreign Policy dergisinin dediği gibi İran rejiminin, Biden yönetiminin kafa karışıklığına ve gevşek politikalarına açıkça oynadığı bahse dayanarak kaçamak oynadığını bilmesi için Grossi'nin açıklamalarına ihtiyacı var mıydı? Özellikle de Viyana’daki müzakerelere (Pazartesi) dönüş arifesinde hiçbir iyimser işaretin olmadığı göz önüne alındığında. Öyle ki New York Times Salı günü Beyaz Saray'daki atmosferi; "eski nükleer anlaşma, diriltmesi zor bir cesede dönüştü” şeklinde aktardı. Başkan Biden'ın daha uzun ve güçlü bir anlaşma üzerinde çalışmaya hazırlık olarak ilk aşamada 2015 nükleer anlaşmasına dönülebileceğine dair inancının sona erdiğini kaydetti.
Gazetenin bu değerlendirmeleri iki hususun ortasında geldi: Birincisi, İngiltere, Çin, Fransa, Almanya ve Rusya’nın Viyana'ya "göstermelik müzakere" pozisyonuyla geri dönülmemesiyle ilgili uyarısı ki bu, elbette İranlılara yönelikti. İkincisi, birden fazla ABD'li yetkilinin dillendirdiği ve Beyaz Saray ile Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları arasında düzenli olarak tartışılan “B Planı”ndan yeniden aktif bir şekilde bahsedilmeye başlanması. Bu plan, daha fazla yaptırım uygulamak ile İran'ın nükleer altyapısının tahrip edilmesi arasında gidip gelen adımlar içeriyor. İsrail'in daha önce Washington'a bu yapıyı tahrip etmeye çalışmaktan vazgeçmeyeceğini ilettiği biliniyor.
ABD’nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley, Grossi'nin Tahran'dan hayal kırıklığına uğramış bir şekilde dönüşünün arifesinde, İran'ın Viyana görüşmelerini engellemesi ve nükleer bomba üretme noktasına yaklaşması halinde ABD'nin boş durmayacağını açıklamıştı. Ancak Amerikan "Time" dergisi, Çarşamba günü, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Robert McKenzie'nin, İran ile nükleer müzakerelerin başarısız olması durumunda kuvvetlerinin olası bir askeri seçeneği uygulamaya hazır olduğunu aktardı. Diplomatlar müzakere ve pazarlık görevini üstlenirken,  Merkez Komutanlığının emir geldiğinde uygulayacağı çeşitli planları hazır.
Tahran'ın şimdiye kadar yaptığı açıklamalardan, Viyana'ya imkansız ve ABD yönetiminin kabul etmesi zor 5 şartla gideceği anlaşılıyor. ABD yönetimi için bunları kabul etmek zor çünkü kabul etmesi onun için en acımasız siyasi, diplomatik ve hatta mali bir yenilgi anlamına geliyor. İran örneğin, Biden'ın talep ettiği gibi kendisi eski nükleer anlaşmanın maddeleriyle ilgili ihlallerinden dönmeden önce yaptırımların tek seferde derhal kaldırılmasını kabul ederek Washington'dan boyun eğmesini talep ediyor.  Ayrıca ABD’den anlaşmadan bir daha vazgeçmeyeceğinin garantisini de istiyor. Bu ise, İran'ı anlaşmanın şartlarını ihlal etmemeye mecbur bırakacak herhangi bir teminat olmaksızın, Biden'ın kendisinden sonraki hiçbir yönetime dayatamayacağı bir şey.  Son olarak, İran, Washington'un anlaşmadan geri çekildiği için kusurlu taraf olduğunu ve mevcut duruma sebebiyet verdiğini kabul etmesini istiyor. ABD’nin bunu kabul etmesi, Tahran’a Trump'ın 2018'de anlaşmadan çekilmesinden bu yana İran rejiminin uğradığı zararların tazminini talep etmesinin kapısını aralayacak. Dolayısıyla sorulması gereken soru şu: İran rejiminin görüşmeleri baltalamasına, nükleer ve bölgedeki yıkıcı politikalarını sürdürmesine Washington hangi yanıtı vermeyi seçecek?