Sam Mensa
TT

Çözümü reddeden çatışmalar

İran ile P5+1 ülkeleri arasındaki nükleer anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planına geri dönmeyi amaçlayan Viyana müzakerelerinin yedinci turundan beklenen sonuçlar nedir?
Müzakerelere katılan diğer tarafların çoğunun olumlu sinyaller gönderdiği bir dönemde, ister Amerikan ister İran tarafında olsun, müzakerelere eşlik eden atmosferi cesaret verici olarak tarif etmek zor. Yedinci turu sekizinci, dokuzuncu, onuncu ve belki daha fazla turun izlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Aynı şekilde sahada aday uygulama ve pozisyonlara dayanarak, diplomasinin kapsamını genişletmesi ve ilerletmesi de şaşırtmayacaktır. Başlangıç ​​olarak, İran tarafının daha belirsiz ve karmaşık eğilimlerinin aksine, genel olarak ABD dış politikasının eğilimlerini anlamak daha kolay olabilir. Washington net ve nükleer silah hastalığının Tahran’ı takip etmekte tereddüt etmeyecek bölgedeki diğer ülkelere yayılmasını önlemek için İran ile anlaşma konusunda ısrarcıdır. Bu hastalığın önüne geçmek hangi partiden olursa olsun, ABD yönetimi için bir önceliktir.
Bu başlı başına önemli hedef, ABD'nin bu aşamada kendisi için daha acil hale gelen, yönetimi endişelendiren, eskisinden daha fazla zamanını alan iç işleriyle meşgul olduğu bir zamana denk geldi. Joe Biden yönetimi, altyapının bakımına ve yenilenmesine özel önem veriyor, bu amaç için 1 trilyon dolardan fazla bütçe ayırdı ve bu ABD için kendi içinde son derece önemli. Ayrıca her iki parti için de çoğunluğun gerek nükleer dosya gerekse bölgesel performansı ve pozisyonları açısından olsun İran ve politikalarına ilişkin hassasiyeti ve ihtiyatlılığı ortasında, mevcut yönetim şu anda gözünü bir yıldan kısa bir süre sonra yapılacak Kongre ara seçimlerine dikmiş bulunuyor. Washington'ın bu konudaki politikasında üçüncü önemli faktör, kendisini çevreleyen ve anlaşmaya geri dönüşü garanti eden herhangi bir formülü kabul etmekte hevesli çalışma grubunun çoğunluğunun aksine, Başkanın şartsız ve İran’ın gündemine uygun anlaşmaya geri dönme konusundaki isteksizliğidir.
Bu bağlamda Başkan Biden gibi Washington'un başta bölgedekiler olmak üzere müttefiklerinin aklını meşgul eden bir ikilem öne çıkıyor; anlaşmanın İran'ın nükleer bir devlet olmasını engelleyeceğine dair güven eksikliği. Batılı istihbarat servislerinin gücüne, etkinliğine ve izleme yeteneklerine rağmen, bu soruya kesin bir cevap vermek imkansız.
Bunlar Amerikan tarafı için geçerliydi. Dediğimiz gibi anlaşılması daha zor olan Tahran'a gelince, anlaşmaya karşı çıkan pek çok sert ses yükseliyor. Bu sesler, müzakerelerde İran tarafının nasıl konuşlanacağına dair bir hazırlık olabileceği gibi, karar mercilerinin pozisyon ve kanaatlerini gerçekten yansıtıyor da olabilir. Buna ilaveten İran'ın imzaladığı anlaşmalardaki taahhütlerine bağlılığı konusunda şüpheler de var. Batılı ve İran’ın nükleer dosya dışındaki uygulamalarının ceremesini her gün çekmekte olan bölgedeki bazı müttefikleri gibi Washington da, Tahran'da ideolojinin karar verme sürecinde büyük bir payı olduğuna inanıyor. Anlaşmadan ayrılmadan onun etrafından dolanabileceğini, bazı maddelerini ve ruhunu ihlal edebileceğini düşünüyor.
Anlaşmaya dönülsün veya dönülmesin veya söylendiği gibi bir uzlaşmaya varılsın ya da varılmasın, anlaşma veya uzlaşının bölgeye yönelik olası etkilerine dair yapılan okuma ve analizlerin nedeni budur. Yani İran’a yönelik güvensizliktir. ABD-İran ilişkileri uzmanlarının çoğu, Tahran ve Washington arasında bir anlaşma olsun ya da olmasın bir uzlaşıya varılacağına kani. Söz konusu inançları,  Amerikan ilgi ve meşguliyetinin yarısının içeriye odaklandığı, kalan ilginin büyük bir kısmının da Rusya ile Çin ve onlarla ilişkilerin nasıl yönetileceğine odaklandığına dair neredeyse kesin kanaatlerine dayanıyor. Bu da, bölgeye, meselelerine ve üzüntülerine olan ilginin çok ama çok az olduğu ve tek bir endişeyle; sorunlardan kaçınmak, çatışmaları kontrol altına almak ve savaşlara girmekten uzak durmakla sınırlı olduğu anlamına geliyor.
Yukarıdakiler iki şeyi gösterir: Birincisi, her zaman söylediğimiz gibi ABD’nin ne bölgeye yönelik herhangi bir politikası ne de kargaşayı önleme, sınırlama, ne pahasına olursa olsun kontrol altına almanın ötesinde belirli bir stratejisi olmadığıdır. Eğer bu doğruysa, gösterdiği ikinci şey, alternatifinin boşluk olduğudur. Kaldı ki bölgemizin 10 yıldan fazla bir süredir yaşadığı şey de budur. Moskova'nın bu boşluğu doldurma konusundaki zayıflığını ve yetersizliğini tekrar etmemize gerek yok, nitekim bu, Suriye'ye müdahalesinden ve hayal kırıklığı yaratan sonuçlarından sonra açıkça görüldü. Çin de boşluğu doldurmaya hazır değil, keza şu anda enerjisini bu bölgede ve bu aşamada kullanmak konusunda da isteksiz.
Buradan şu sonuç çıkarılabilir; bir yanda ABD'nin yokluğu, diğer yanda İran gücünün doğrudan veya vekilleri ve müttefikleri aracılığıyla her yönde kullanılmasından kaynaklanan dengesizliğe dayanan mevcut statüko devam edecektir. Bu senaryonun Washington'ın bölgedeki politikasını belirlemede İsrail faktörünü göz ardı ettiğini söyleyenler olabilir. Ne var ki, Washington'ın İsrail'e yönelik her zamanki yorulmaz destekçi tutumunun artık eskisi gibi olmadığı hiç kimse için bir sır değil.
Bu değişiklik, Tel Aviv'i saldırıya maruz kalması durumunda doğrudan yanıt verme politikasını benimsemeye sevk etti. Kendisi ile ilişkileri normalleştiren ve normalleştirme yolunda olan komşu ülkelerle başta ekonomi ve ortak iş sektörü olmak üzere bölgedeki ilişki çemberini genişletmeye ve güçlendirmeye itti. Arap ülkelerinin geri kalanına gelince, ya güç olarak dağılmış durumdalar ya da sahip oldukları gücü gerektiği gibi kullanamıyorlar. İsrail faktöründen bahsetmişken, bölge ülkelerinin, özellikle de İsrail ile ilişkileri normalleştirmiş olanların, Amerikan politikasındaki bu yönelimden tamamen haberdar olduklarına ve ona bağımlılıklarını mümkün olduğunca azaltmaya çalıştıklarına da değinilmeli. Fas ile İsrail arasında geçen hafta Rabat'ta imzalanan savunma mutabakat zaptı, bölgenin bu konuda tanık olacağı adımların ilki.
Güçlerini birden fazla bölgeye dağıtan ve birden fazla alana müdahil olan Türkiye'ye gelince, ekonomik ve mali sorunlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin düşünce ve çabalarında önemli ve endişe verici bir yer kaplamaya başladı. Bu, onun birçok yönelimini ve politikasını yeniden gözden geçirmeye ve ardından yeniden içeriye akıtmaya teşvik edebilir.
Neticede Washington ile Tahran arasında bir anlaşmaya varılsın ya da varılmasın bölgenin sorunlarından kurtulması zor. Umarım bazılarının tekrarladığı ve temenni ettiği gibi anlaşmaya dönülür, çünkü o zaman belki, buna hevesli Batılı ülkelerin gözleri açılır ve İran'ın bölgedeki istikrarı bozucu rollerinin gerçekliğini görürler. Genel olarak Batı ve özellikle de Batı Avrupa ülkeleri, dernekler ve yardım kuruluşları gibi davranmayı bırakırlar.