Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

İllüzyon devletçik ile Hizbullah devleti

Katar ziyareti dönüşünde Baabda Sarayına giderek Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile görüşmek, oradan çok şükür neşeli ve şen bir şekilde çıkmak, gazetecilere tek kelime ile “Hükümet işine devam ediyor, ama Bakanlar Kurulu etmiyor” şeklinde bir demeç vermek, topal Lübnan "Kurtuluş Hükümeti"nin Başkanı Necip Mikati’nin son harika eseriydi.
Avn ve kendisi Bakanlar Kurulunu toplantıya davet edemedikleri sürece tabii ki bu sözler anlamsız. Cumhurbaşkanı ve Başbakan Bakanlar Kurulunu toplamaktan acizler, çünkü sonuç olarak yargı erkinin sesinin kesilmesi anlamına gelen Beyrut Limanı patlaması soruşturmasının Yargıcı Tarık Bitar’ın sesinin kesilip görevden alınması talebinin arka planında, Şii ikilisi güven eksikliği argümanı ile kendisini devre dışı bıraktılar.
Böylece Hizbullah ile müttefik “güçlü dönem”de Lübnan devleti, bir yanılsamaya kapılmış yetkililer tarafından yönetilen illüzyon bir yönetimden ibaret hale geldi. Öyle ki Lübnan, aylar önce Avn’ın Lübnanlılara müjdelediği cehennemden kurtulma çabasına yardım etmeleri için adeta dünya ülkelerine ve başkanlarına yalvaran bir ülkeye dönüştü. Dünya ülkeleri ve liderlerinin Lübnan’ın Suudi Arabistan ve kardeş Körfez ülkeleri ile boğucu krizini çözmek için arabuluculuk yapmalarına yönelik oynadıkları bahis ve bu yöndeki hareketlilikleri genişledikçe, söz konusu yetkililerin yanılsamaları da (marjinal bahisleri demek istemiyorum) büyüyor. Lübnanlı yetkililer, Hizbullah devletçiği ile İran’ın Lübnan devleti üzerindeki hegemonyasını kabul etmelerinin bedelini hayatı, geleceği ve ekmeği ile ödeyen Lübnan halkına acıma ve merhamet etme temelinde bile olsa bu arabulucu ve liderlerden krizi çözmelerini istiyorlar. Hizbullah için devlet içinde bir devletçik deniliyordu, ancak söz konusu yetkililerin Lübnan’ı düşürdükleri feci durumla karşılaştırıldığında, Hizbullah devletin kendisi, onların devletleri de maskara bir devlet haline gelmiş görünüyor. Öyle ki Cumhurbaşkanı ve Başbakan, bakanlar kuruluna toplanma çağrısı yapmaya korkuyorlar. Hükümet yürüyor, ama bakanlar kurulu yürüyemiyor, durmuş ve durdurulmuş bir halde!
Dolaylı olarak en kötüsü, fark etmeseler de aldatıcı bahislerinin, her şeyden önce, “kardeş Körfez ülkeleriyle kardeşlik ilişkilerine yönelik derin endişeleri” konusundaki boş açıklamalarına dayanmasıdır. Bu bahislerinin temelinde ikinci olarak, politikalarının ve İran’ın hegemonyasına göz yummalarının ve susmalarının yol açtığı Körfez ülkeleri ile krizi çözmeleri için bazı ülkelere güvenmeleri yer almaktadır. İran, uzun zaman önce Beyrut’u kendisinin yönettiğini söyledi, ama Lübnanlı yetkililer buna bir karşılık vermediler veya protesto etmediler ya da ne Lübnan elçisini ne de İran elçisini çağırdılar. Söz konusu yetkililer İran’ın yanı sıra, devletin erklerini devre dışı bırakıp silahı ile devletin elini kolunu bağlayan, aşırı gücü ile devletin iradesinin ve egemenliğinin üzerinden atlayan Hizbullah’ın hegemonyasını dayatmasına da sessiz kaldılar. Aslında tüm bunlardan daha kötüsü, dış arabuluculuğa bahis oynamanın, ilk olarak, övündükleri Lübnan egemenliğine, ikincisi kardeş Körfez ülkelerine örtülü bir hakaret anlamına geldiğini fark etmemeleridir. Körfez ülkeleri Lübnan’dan özgür, bağımsız ve egemen bir Lübnan olmasından daha fazlasını talep etmiyorlar. Sonuç olarak, meselenin arabuluculara ihtiyacı yok. Aksine basit ve açık bir şekilde tek gereken şey, bu yetkililerin ülkelerini korumaya, devletçiklerini Hizbullah devletinin hegemonyasından kurtarmaya karar vermeleridir.
Fransa ve Vatikan’ı ziyaretinden sonra Mikati, “İki büyük dostum Papa Hazretleri ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un iyi niyeti sayesinde Lübnan'ın krizden çıkmayı başaracağından” eminim açıklamasını yapmıştı. Bu sözler ne kadar korkunç, sanki Lübnan kardeş Arap Körfez ülkeleriyle olan sorununun çözülmesi için uluslararası, Vatikan, Fransa ve ABD'nin çağrılarına veya baskılarına güvenmekten başka çaresi olmayan bir kimsesiz. Bu nedenle, örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Ebu Habib’in Moskova’da tek kelimeyle; “Lübnan'ı bu sorunundan kurtarabilecek tek bir ülke yok, ancak tüm ülkeler birlikte ona yardım edebilirler. Rusya'nın nüfuzu ve dostları var, bu nedenle kendisinden ülkelerin Lübnan üzerindeki baskılarını hafifletmeleri görevinde yardım etmesini istedik” şeklinde konuşması küçük düşürücü ve belki de gülünçtü. Garip olansa bunun mantıksız bir diplomasi olmasıdır. Hizbullah’ın şekillendirdiği “kurtuluş” hükümetinin Dışişleri Bakanı, (iradesine el konulmuş ve hükümetinin toplanmaktan aciz olduğu bir devletten sorumlu Avn ve Mikati’nin onlarla kardeşçe ilişkilere önem verdiklerini tekrarladıkları) Körfez ülkeleri ile sorunu çözmesi için BM'den 7’inci madde uyarınca Güvenlik Konseyi’ni toplamasını neden talep etmedi ki?!
Gerçekten garip ve Lübnan, Lübnanlılar ve Cumhurbaşkanı Avn’ın Hizbullah ile müttefik olduğu bu devlet gerçekten de zavallı. Avn ayrıca Hizbullah’ın, Suriye’den darbeci Husilere destek için Yemen’e kadar İranlıların yanında savaşa katılmasını da görmezden geliyor. Hizbullah ile İran, Suudi Arabistan’ı tehdit eden Husileri, Suudi Arabistan topraklarını füzeler ve İHA’lar ile hedef almaları için eğittiler. Öte yandan, Hizbullah, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine karşı kışkırtıcı ve onları ihanetle suçlayan kampanyasını da sürdürüyor. Videolar, Hizbullah üyelerinin, özellikle İranlıların Suudi Arabistanlılara saldırmak için askeri bir üs olarak kullandıkları Sana Havalimanı’nda Husilerin eğitimine katıldığını gösteriyorlar.
Hayır, mesele, başkanları Körfez ülkeleri ile kardeş ilişkilere verdikleri öneme dair boş açıklamaları tekrarlamakla yetinirken, Lübnan’ın dünya ülkelerinden Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile boğucu sorununun çözülmesi için onlara uygulanmasını istediği baskılar ve arabuluculuklar meselesi değil. Lübnan’da hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan, Suudi Arabistan hakkında marjinal, aşağılayıcı açıklamalarda bulunan bir bakanı dahi görevden almaktan acizler, çünkü Hizbullah, krizi büyütmek ve Lübnanlı yetkililerin iradesini yok etmeye devam etmek için görevde kalmasında diretiyor.
Hayır, bu, Beyrut’taki yetkililerin Lübnan adına kimin, Hizbullah devletinin mi yoksa Lübnan devletçiğinin mi yetkili olduğuna (zira roller değişti) karar vermeleri meselesidir. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, meselenin özünü daha ilk günden şu sözlerle özetledi; “Suudi Arabistan ile Lübnan arasında bir kriz yok, kriz Lübnan'ın kendi içinde.” Tüm bu sözlerin, Lübnanlı yetkililerin Paris'ten Washington'a, Vatikan'a, Doha'ya ve Moskova'ya kadar duyduklarını üstü kapalı bir şekilde özetlediği açık ve anlaşılırdır. Yani Lübnan ya kararını ve egemenliğini esaretten kurtaracak ya da yanılsamalara kapılmayacak. Yıllardır dünya Lübnanlı başkanlara şunu söylüyor: Kendinize yardım edin ki biz de size yardım edelim. Ama artık onlar kendilerine yardım etmekten bile acizler. Ne acı bir ironi!
Avn Katar’da iken, 1701 sayılı BM kararının, tüm milislerin silahsızlandırılmasını ve silahın sadece devletin elinde olmasını talep eden 1559 sayılı kararın uygulanması çağrısında bulunan bir metin içerdiğini, Hizbullah’ın devleti devre dışı bıraktığını ve Arap Körfez ülkeleriyle ilişkileri baltaladığını unutmuş gibi yaparak, Hizbullah’ın 1701 sayılı karara bağlı olduğunu ve 2017'den beri hiçbir ihlalinin kaydedilmediğini belirtti. Dahası, belki de Hizbullah’ı korumaya verdiği önemden dolayı, Enformasyon Bakanı'nın görevden alınmasıyla ilgili bir soruya uzun bir süre sessiz kalıp yanıt vermemekte tereddüt etmedi. Aynı şekilde, mesela Avustralya’nın Hizbullah’ı terör örgütleri listesine dahil etmesiyle ilgili düşüncesi sorulduğunda, Avustralya’nın kararını “Avustralya bu adımı tek başına mı attı?” diyerek şüpheyle sorguladı. Sanki Sydney, Beyrut gibi karar alma gücü elinden alınmış bir başkent.
İngiliz Dış İstihbarat Servisi (MI6) Başkanı Richard Moore geçen Perşembe günü Hizbullah’ın devlet içinde devlet haline geldiğini, İran'ın, devleti içeriden zayıflatmak ve Irak'ta Mustafa Kazımi’nin başına geldiği gibi, hukuku korumak isteyenleri öldürmek için silahlı çeteler yerleştirdiğini, İngiltere’nin Suriye, Yemen ve Körfez'de bu tür politikaların uygulanması girişimlerini izlediğini söyledi. Bu durumda, Avn, örneğin, İngiltere'nin bunu tek başına ve kendi iradesi ile söyleyip söylemediğini de sorgulayacak mı?