Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan’da konuşulmayan!

Sudan'ın silahlı çatışmalara, şiddete ve savaşa sürüklenmesine dair korkulardan sık sık bahsedilir, bu konu, anavatan için endişelenenlerin, içeride ve dışarıda karşı karşıya olduğu tehlikelerin büyüklüğünün farkında olanların akıllarını meşgul eden meselelerin başında gelir. Bu korkulara dair konuşmalar, durumu alevlendiren ve gerilimi tırmandıran 25 Ekim darbesinden sonra arttı. Devrim, bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, silahlı kuvvetlerin dışında bulunan çok sayıda ve yaygın silah, Hızlı Destek Kuvvetleri ve barış anlaşmasını imzalayan bazı silahlı hareketlere bağlı güçlerin son darbeye katılımı nedeniyle, Sudan'ın bildiği önceki tüm devrimlerin karşılaşmadığı bir durumla karşı karşıya bulunuyor. Bu, özellikle ülkedeki kırılgan güvenlik durumu ve bazı bölgelerdeki gerilimlerin gölgesinde, şiddet senaryosuna sürüklenme olasılığı konusunda pek çok kişiyi endişelendiriyor. Ayrıca iç ve dış tarafları askeri ve sivil bileşenler arasındaki ortaklığın devamı için bir formül arayışı çağrısında bulunmaya, keza bazılarını, bariz farklılıklara rağmen, örneğin Güney Afrika veya Ruanda'da olanları hatırlatarak iç uzlaşma önermeye sevk eden de budur.
Bu noktada şu sorabilir: Ortaklık gerekli mi? Askeri bileşen aleyhine döndükten sonra sivil bileşen onunla ortaklığını nasıl sürdürebilir? Ortaklık mutlaka gerekli değildir. Ordu için en güvenli kural, ülkeye ve ordunun kendisine zarar veren, onu temel görevlerinden uzaklaştıran, partiler arası rekabete ve onların nüfuzlarına karşı savunmasız hale getiren siyaset bataklığından uzak durmasıdır. Ancak, mevcut durumun karmaşıklığı gölgesinde, askeri bileşenin liderleri iktidarı gönüllü olarak devredecek gibi görünmüyorlar. Aksine, eski Egemenlik Konseyi’nin başkanlığını sivillere devretmek konusunda bile emin olamadılar, çünkü Yetkilendirmeyi Kaldırma Komitesi'nin veya Oturma Eylemi Katliamını Soruşturma Komitesi’nin soruşturmaları ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından da incelenmekte olan Darfur savaşı dosyaları gibi hassas dosyaları çevreleyen gerilimin artmasından endişe duydular.
Bu durumda askeri bileşenin gösteriler hatta başka bir askeri darbe yoluyla devrilmesi, özellikle darbeyi destekleyen silahlı hareketlerin varlığında çok kan dökülmesi anlamına gelebilir. Bundan kaçınmak, askeri bileşenin liderlerini, güvenceler karşılığında iktidarı sivillere devretmeye ikna edecek bir formül bulma olasılığını incelemeyi gerektiriyor. Bu da değişimin maliyetinin düşürülmesi anlamına geliyor. Bu, pek çokları için kolay değil, ancak daha fazla kan dökülmesinin önlenmesi, Sudan'ın geçiş döneminin demokratik seçimler durağına erişmesini garanti edecek istikrara kavuşması için zorunlu olabilir.
Daha önce bazı devrim şehitlerinin ailelerine ait kayıtlarda, ailelerin intikam peşinde olmadıklarını ve çocuklarının özgürlük, barış, adalet ve demokrasi hedeflerine ulaşmak için canlarını verdiklerini anladıklarını söylediklerini duymuştum. Bu ruh kendi içinde vatan uğruna büyük bir fedakarlık taşıyor, bu nedenle bir uzlaşma formülü ve garantiler hakkındaki herhangi bir müzakere, önce şehit ailelerinden geçmelidir.  Bu ‘uzlaşı’ formülü, halk ile ülkenin ihtiyaç duyduğu bir kalkan olarak kalacak silahlı kuvvetleri arasındaki köprülerin yeniden kurulmasına da kapı aralayacaktır. Bu anlayış kapsamında, bazılarının düzenli kuvvetleri kötülemeyi ve onlara hakaret etmeyi bırakması önemlidir. Onlar bu halkın bir parçası, meydana gelen ve kararları alan liderlerin sorumlu olduğu herhangi bir ihlal için hepsi suçlanamaz. Devrim alaylarında çokça tekrarlanan ‘ordu, Sudan’ın ordusu’ sloganları bu ruhu özetliyordu. Bir savaş daha var ki o çözülmeden Sudan istikrara kavuşamayacak, şiddete kayma olasılığı başının üzerinde sallanan bir kılıç, uluslararası yankıları olan bölgesel bir felaket olmayı sürdürecektir. Bahsettiğimiz savaş, milis grupların tasfiyesidir. Silah yalnızca düzenli güçlerin elinde olacak şekilde ordunun yeniden yapılandırılmasıdır. Ordunun iktidarın üzerine atlayan veya ülkenin kaynaklarını ve zenginliklerini elde etme rekabetine dahil olan değil, vatan koruması üzerine kurulu sistematik bir doktrine sahip olacak şekilde rehabilite edilmesidir.
Cuba Barış Anlaşması kusurlarla doluydu ve durumu daha da karmaşık hale getiren bir soruna dönüştü. Hükümet tarafında anlaşmayı imzalayanlar, en iyi ihtimalle dar bir görüşe, en kötü ihtimalle de iktidarı ele geçirmeyi ülke çıkarlarına önceleyen hesaplara sahiplerdi. Silahlı hareketlere gelince, onların ya da çoğunun barış, silahı bırakma, yeniden bütünleşme, inşa ve kalkınma sürecine dahil olmayı isteyen birinin zihniyetini taşımadıkları tespit edildi. Aksine, bunun yerine istikrarsızlığı, ırkçılığı ve bölgeselciliği kışkırtmaya katkıda bulunan bir faktör haline geldiler. Sanki Hartum'u düşman, iktidarı da bir ganimet olarak görüyorlar. Barış uğruna herhangi bir gerçek taviz vermeyi reddettiler, bunun yerine adam toplama ve silahlanma ile meşgul oldular. Sudan'ın tamamının marjinalleşmeden mustarip olduğu gerçeğini kabul etmeyi reddederek talep üzerine taleplerde bulundular. Onlar için barışın ve geri dönüşün yolunu açan devrime dahi komplolar kurdular ve onu vurmak için askeri bileşenle ittifaka dahil oldular. Sivil hükümete karşı düzenlenen darbeye katıldılar.
Bu hareketlerin liderlerinin neden askeri bileşenle ve eski düşmanları olan Hızlı Destek Kuvvetleri ile ittifak kurduklarına gelince, ben bunu iki nedene bağlıyorum; birincisi, aslında demokratik seçimlerden korkmaları ve seçimlerin kendilerini gölgede bırakacağını, onlara hayal ettikleri ağırlığı vermeyeceğini düşünmeleridir. İkincisi, silahların onlar için büyük bir nüfuz kaynağı,  hareketlerini Libya'da savaşan paralı askerlere dönüştürmelerinden sonra da bir para kaynağı haline gelmesidir. Uluslararası raporlar özellikle Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Sudan Kurtuluş Hareketi/Ordusu ve bunların Libya'daki çatışmalardaki rolünden bahsederek, güçlerinin oradan çekilmesini istedi. Görünüşe göre bu hareketlerin liderleri şimdi ‘Hızlı Destek Kuvvetleri’ne benzer bir varlığa ve role sahip olmayı arzuluyorlar. Yani kuvvetlerini korumayı ve aynı zamanda Hızlı Destek unsurlarına hazineden ödenen maaşın aynısının kendi unsurlarına ödenmesini, yine onlar gibi mümkünse başta altın olmak üzere madenlere hakim olmayı istiyorlar.
Bu, Hızlı Destek Kuvvetlerinin konumunun oluşturduğu büyük ve önemli kompleks hakkında konuşmamızı gerektiriyor. Zorluklarına rağmen, bu kompleks ile yüzleşmek ve sorunu çözmek gerekiyor, çünkü ertelendikçe, komplikasyonları, riskleri ve maliyetleri de artıyor. Genç ve yaşlı tüm Sudan halkının bildiği gibi Hızlı Destek Kuvvetleri, açık anlamda silahlı kuvvetlerin bir parçası değil ve bazı askeri liderlerin çıkar hesapları dışında sadece ismen kendisine bağlı. Kendi özel liderliği ve yapısı var, dahası hiçbir denetim ve hesap sormaya maruz kalmadan asker toplayıp silahlanıyor. Orduya paralel bir güç olmayı amaçlıyor. Buna ilaveten, altın ve diğer madenleri kontrol ediyor, özel şirketleri ve dev kaynakları bulunuyor ki bu da, adam toplama ve silahlanma kapsamını artırıyor. Zenginlik ve gücünün büyümesiyle de hırslar arttı, çıkarlar dallanıp budaklandı.
Lideri Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ile yardımcısı ve kardeşi Abdurrahim, siyasi emellerini genişletmeye başladılar. Son darbeden önceki ve sonraki aktivizmde büyük rol oynadılar. Bu artan etkinlik gerçeği bağlamında, Hamideti, emrindeki kuvvetlerin orduya tam olarak entegre edilmesi konusundan herhangi bir şekilde bahsedilmesini açıkça reddediyor. Bu yönde “Hızlı Destek Kuvvetlerini bana bırakın, o benim hakkım" benzeri birçok açıklaması bulunuyor. Bu durumun devam etmesi orduyu zayıflatıyor ve istikrarı tehdit ediyor, bu nedenle üzerine gidilmeli. Peki, nasıl? Hızlı Destek Kuvvetleri, Darfur'daki savaş suçlarına, göstericilerin öldürülmesine ve Haziran 2019'daki oturma eylemini dağıtma suçuna iştirak etmekle suçlanıyor. Bu dosyaların ele alınması iki yoldan biriyle gerçekleşmeli; birincisi, bu dosyalar yerel ve uluslararası mahkemelerde görülmeli ve şu anda ABD Kongresi'nde önerilen "Sudan'da Demokrasi" yasa tasarısına benzer şekilde Hızlı Destek liderlerine yaptırımlar getirmeli. Söz konusu yasa, bazı ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri liderleri, bunlarla ilişkili şirketleri ve çıkarları, geçiş sürecini engellemek ve demokratik dönüşümü sabote etmek için kullanıldığını düşündüğü fonları hedef alan yaptırımların hayata geçirilmesini öngörüyor. İkinci yol, Hızlı Destek Kuvvetlerinin silahlı kuvvetlere tam entegrasyon karşılığında bu dosyaların kapatılacağı uzlaşma sürecinin bir parçası olmasıdır. Ancak bu süreç, çok konuşulan yeniden yapılanma ve ordunun dengesini, profesyonelliğini ve düzenlemelerini koruyan doğru düzenleyici kurallar çerçevesinde gerçekleşmelidir.
Ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri arasında halihazırda ertelenmiş bir çatışmanın yaşanması ülkenin çıkarına değildir. Hiç şüphesiz en iyisi aklın sesine başvurulması, vatanseverlik duygusunun üstün gelmesi, Sudan'da birden fazla ordunun, düzenli güçlerin dışındaki silahların varlığına izin vermenin mümkün olmadığının kabul edilmesidir. Bunun alternatifi maliyetlidir ve er ya da çok kan akacağı anlamına gelmektedir. Sudan'ın çalkantılı bir çevrede zorluklarla yüzleşmek için güçlü, büyük bir birleşik orduya ihtiyacı olduğu sürece, Hızlı Destek Kuvvetleri ile silahlı hareketlerin disiplinli entegrasyonu, onların ve liderlerinin de bir role sahip olacakları anlamına gelmektedir. Elbette bunun için, ülkesine ve vatandaşlarına yasalara ve anayasaya uygun olarak profesyonelce hizmet etmeye çalışan ulusal bir ordu gerekmektedir.
Sudan tehlikeli ve hassas bir aşamadan geçiyor ve bunu aşmak için ne kadar zor görünse de bu karmaşık konuları ele almak ve dürüstçe konuşmak gerekiyor.