Bekir Uveyda
TT

Hamas'ın silahlarının yeri

Filistinli silahlı oluşumların yeri ne Lübnan ne de başka bir yerdir. Herhangi bir silahlı Filistinli oluşum için doğru yer yalnızca Filistin toprağıdır.
Şarku’l Avsat’ın geçen pazar günü yayınladığı habere göre Hamas, Lübnan’ın güneyindeki Sur şehri yakınlarında yer alan Filistin mülteci kampı Burc eş-Şimali’de meydana gelen patlamanın, yeni tip koronavirüse (Kovid-19) karşı tedbir için kullanılan malzemelerinin tutulduğu depoda elektriğin kısa devre yapmasından kaynaklandığını duyurdu. Ayrıca, depoda Kovid-19 hastaları için oksijen ve gaz tüplerinin yanı sıra bir miktar deterjan ve dezenfektanın tespit edildiği ifade edildi.
Hamas patlamanın hemen ardından yaptığı bu açıklamayla en doğrusunu yaptı. Fakat yalnızca Burc eş-Şimali’de değil, Lübnan'daki Filistin kamplarından herhangi birinde Hamas hareketine ait silahların varlığı ihtimalinin ortadan kalması için bu açıklama yeterli mi? Böylece silahlı bir Filistinli oluşumun, Hizbullah’ın ‘Lübnan'ın siyasi ve ekonomik kararı üzerindeki kontrolünün’ bir uzantısı haline gelme olasılığına karşı İran'ın Lübnan üzerindeki artan kontrolünden duyulan endişeler bir kenara bırakılıyor.
Bunun sebebi açıktır. Nitekim yakın zamana ve daha da öncesine dönüp bakan herkes, Filistinli örgütlerin bir yandan Lübnan devletiyle, öte yandan çeşitli kesimleriyle Lübnan’daki oluşumlar ile olan ilişkilerinin problemli pek çok noktasına parmak basabilir. Lübnan devletinin, Filistinli bir silahlı oluşumun kendi topraklarında kurulması hatasına kendisinin de katkıda bulunduğunu söylemek için çok mu geç? Belki de. Fakat bu gerçekten oldu. Lübnan ordusu komutanı General Emile Bustani ile Filistinli lider Yaser Arafat arasındaki müzakerelerin sonucunda ortaya çıkan (3 Kasım 1969) Kahire Anlaşması bunun delilidir. Bu anlaşmanın neticesinde, Lübnan Devlet Başkanı Şarl Helu’nun izniyle Güney Lübnan'da bir silahlı Filistin varlığının organize edilmesi kararlaştırıldı.
Tamamen tarafsız bir gözle meseleye yaklaşıldığımızda şunu söyleyebiliriz: “Lübnan devleti o dönemde razı olmasaydı ve topraklarında herhangi bir silahlı Filistin varlığını reddetmekte ısrar etseydi, çok daha iyi olurdu.” Dahası, Filistinlilerin Lübnan devletiyle, Lübnanlılarla ve bizzat Filistin örgütleriyle olan ilişkilerinin geleceğinin çıkarına olurdu. Özellikle Filistinli bir yazarın bu cümleleri kurmasının pek çok okuyucu için şaşırtıcı olacağını biliyorum. Bu cümlelerin bir gerekçesi var mı? Evet, elbette. Bu sadece teorik bir çıkarımdan ibaret değil, bizatihi tecrübenin bir sonucudur. 
1982 yazında Ariel Şaron'un Beyrut'u işgaliyle mi sahne değişmeye başladı? Hayır, birkaç sene önce başladı. Şaron’un işgali, Lübnan’ın güneyindeki silahlı bir Filistinli oluşumun güneylilerle ilişkilerinde yaşanan çatlağın bir devamıydı. Çünkü Filistin örgütlerinin unsurları ile Lübnan’ın güneyindeki köy halkının bir arada yaşamadaki başarısızlığı, İsrail ordusuna Litani Operasyonu olarak bilinen 1978 işgali için bir gerekçe sağladı. Dahası, Lübnan'ın çeşitli yerlerindeki Filistin kampları, bağlılıkların farklılığı ve ittifakların çeşitliliği nedeniyle örgütlerin unsurları arasında silahlı çatışmalara tanık olmadı mı? Evet, buradan hareketle Filistin silahlarının bu topraklarda sebep olduğu zararın Lübnanlıları aşıp Filistinlileri de etkilediği söyleyebilir.
Yine de objektif olmak için şu soruyu sorabiliriz: Lübnan topraklarında silahlı Filistin varlığının yükselmesini önlemek mümkün müydü? Evet. Ancak Suriye-Filistin anlaşması olmadan bunun başarılması mümkün değildi. Nitekim Ürdün'de yaşanan trajediden sonra Filistin’in durumunun temelinde bulunan şey buydu. O sıralar bölgenin en güçlü oyuncusu olan Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed’in İsrail'le olan çatışmada Suriye'nin ana cephe olduğuna karar vermesi ve Filistin’i tamamen özgürleştirmek için değil, Golan Tepeleri'ni diğerlerinden önce geri almak niyetiyle harekete geçmesi yeterli olurdu. Bu, tüm Filistin güçlerin liderlerinin tam rızası ve tüm silahları ile Suriye topraklarında konuşlandırılması anlamına gelirdi. Böylece Filistinli liderler ile Suriye ordusunun liderleri arasında tam bir koordinasyon sağlanırdı. Bu gerçekten olsaydı muhtemelen Lübnan ve Filistin mücadelesi de birçok trajediden kaçınabilirdi.