Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Sünnizm ideolojisinin kurucusu: Gazali

Hüccet’ül İslam ünvanıyla bilinen Gazali 450 (1058) yılında İran’ın Horasan bölgesindeki Tus’ta (bugünkü adıyla Meşhed) dünyaya gelmiştir. Çocukluğunda Kur’an, dil bilgisi ve aritmetik konularında ilk eğitimini alan Gazali,  465 (1073) yılında  Tus’ta Razekani isimli alimden fıkıh dersleri almıştır. Daha sonra Cürcan’a giden Gazali, burada İsmail b. Mes’ade isimli kişiden hadis eğitimi almıştır. 473 (1080) Yılında Nişabur’daki  Nizamiye Medresesi’nde dönemin önde gelen kelamcısı  İmam’ül Haremeyn (Mekke ve Medine’nin İmamı) ünvanıyla bilinen el-Cüveyni’nin derslerine katıldı. Gazali’nin felsefe ve kelamla ilgili görüşlerinin oluşmasında el-Cüveyni’nin önemli bir etkisi vardır. Nişabur’da eğitim gördüğü sırada Kuşeyri’nin öğrencilerinden  Farmedi  isimli bir sufi ile tanışmış ve ondan   tasavvuf doktrinini öğrenmiştir. Gazali’nin düşünce dünyasının Nişabur’da inşa edildiğini söyleyebiliriz.
478 (1085) Yılında Nizamülmülk’le tanışma, Gazali’nin hayatında en önemli dönüm noktasıdır.  Nizamülmük’ün sunduğu geniş devlet imkanlarından yararlanan Gazali, altı yıl boyunca  rahat bir hayat sürmüştür.Nizamülmülk, Gazali’yi  Sünni dünyada büyük  bir siyasal, sosyal ve dini tehdit olarak görülen Batınilere karşı   bir ideolog  olarak kullanmayı istemiştir. Nizamülmülk, Gazali’ye Batıniliğe ve diğer akımlara  karşı  Eş’ari kelamını güçlendirme   şeklinde ideolojik ve siyasal bir görev vermiştir.
484 (1091) Yılında Nizamülmülk tarafından Gazali, Bağdat Nizamiye  Medresesinde müderrisliğe tayin edilmiştir.Dört yıllık müderrisliği döneminde Gazali, fesefecilere, kelamcılara ve Batınilere karşı hazırladığı  ideolojik siyasal polemiklerini içeren eserlerinin önemli bir bölümünü (Feda’ihu-Batıniyye (Batıniliğin İçyüzü) ve Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) gibi) yazmıştır. Gazali, Abbasi halifesinin meşru olmadığı şeklindeki Batinilerin iddiasını etkisiz hale getirmek için  Halife el-Müstazhır Bi’llah’ın talebi üzerine Feda’ihul Batıniyye isimli eserini bu dönemde yazmıştır.
Gazali, düşünce dünyasında meydana geldiğini iddia ettiği değişmeleri el-Munkiz isimli otokurgusal eserde  anlatmıştır. El-Munkiz isimli eserinde  filozofların, kelamcıların ve Batınilerin görüşlerini uzun süre çalıştığını ve onlara dair  her şeyi  öğrendikten  sonra bu yaklaşımları eleştirdiğini anlatan Gazali, aslında  sahip olduğu fikirlerden hiçbir zaman şüphe etmeyen biridir. Gazali, kendi düşüncelerinden değil, filozofların, kelamcıların ve Batınilerin görüşlerinden şüphelenmiş ve onları eleştirmiştir. Gazali,   kesinlik sunduğu gerekçesiyle Sufilerin  yolunu en meşru ve güvenilir yol olarak tercih etmiştir. Gazali, akla, düşünceye, sorgulamaya ve şüpheye yer vermeyen, otoriteyi,  itaati ve kesin inanmayı  esas alan Tasavvufu en emin ve meşru yol olarak göstermektedir. Doğmatik bir kişiliğe ve düşünceye sahip olmasının doğal sonucu olarak Gazali,  Sufiliği  ideolojik bir yaklaşımla doğru bir din yolu olarak sunmaktadır.  El-Munkiz isimli otokurgu, Gazali’nin  hakikat arayışını değil, hakikate sahip  bir kesin inançlı olarak  rakip gördüğü  gruplara karşı  siyasal  ideolojisini  dini formda  anlatan bir sübjektif  politik kurgudur. El-Munkiz, Gazali mitinin Gazali tarafından kurgulandığı bir metin niteliğindedir. Gazali,  hayatında ve kişiliğinde şüpheye yer olmayan birisidir. Kesinlik ve keskinlik, Gazali’nin kişiliğinin ana özelliğidir. Kesin ve keskin bir siyasal ideolog olarak Gazali, kelamcılara, filozoflara ve Batınilere karşı sürekli eleştirel, reddedici, tekfir edici ve ötekileştirici bir tutum içinde olmuştur. Gazali, hayatının  önemli bölümünü Batınilere karşı ideolojik polemikler  yazmakla geçirmiştir.
Yaşadığı dönemin sosyal, ideolojik ve siyasal mücadeleleri içinde aktif olarak yer alan Gazali, Selçuklu Sultanı Berkyaruk’un rakibi Tutuş’u desteklemiştir. Siyasi sebeblerle Berkyaruk’la anlaşamayan Gazali,  488 ( 1095) Yılında Bağdat’tan ayrılmıştır.  Nizamülmülk’ün 1092 yılında bir suikast sonucu öldürülmesi, Gazali’nin Bağdat’tan ayrılmasında   önemli bir etkendir. Gazali,  kendisini himaye edecek ve devlet imkanlarından genişçe yararlanmasını sağlayacak  yöneticilerin gölgesinde yaşamayı tercih eden bir kişiliğe sahiptir.Bağdat’tan ayrıldıktan sonra  Şam’a, Mekke’ye, Medine’ye, Hicaz’a, Kudüs’e, Horasan’a ve İskenderiye’ye uzun süren gezilerde bulunmuştur. Gazali’nin seyahat ettiği yıllarda Haçlılar Kudüs’ü ele geçirmişlerdir. Kudüs’ün Haçlıların eline geçmesi karşısında Gazali, hiçbir tepki göstermemiştir.   Murabıtlar  devletinin hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn’le  ilişki kurmak isteyen Gazali, İskenderiye’ye gitmiştir. İskenderiye’ye vardığında Sultan Yusuf  (500/1106) öldüğünden dolayı Gazali, onunla görüşememiştir
499 (1106) Yılında  Gazali, Nişabur’daki Nizamiye Mederesesi’nde  çalışmaya başlamıştır.  Gazali’nin Nişabur’daki Nizamiye Mederesesi’nde çalışmasını sağlayan kişi Selçuklu Sultanı Sencer’in veziri ve Nizamülmülk’ün oğlu  olan  Fahrülmülk’tür. Üç yıl müderrislik yaptıktan  sonra  Tus’a dönen Gazali,  505 (1111) yılında vefat etmiştir.
Gazali’nin en önemli eseri Ihya’ul Ulum’d-Din ismini taşımaktadır. Bu eser, Gazali’nin  dini hayatı  bütünüyle dizayn etmek üzere hazırladığı  bir dini mühendislik  çalışmasıdır. Gazali, el-Munkiz isimli otokurgu niteliğindeki  eserinde  düşünsel gelişimini anlatmaktadır. Tehefaüt’ül Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserinde Gazali, filozoflara saldırmakta ve felsefi görüşlerinden dolayı filozofları küfürle suçlamaktadır.
Gazali, Müslüman düşüncesinde din ve siyaset ilişkisi konusunda Sünni dünyada hakim olan yaklaşımın en önemli  ideoloğu ve sözcüsü durumundadır. Selçuklu Sultanlığının ve Abbasi Halifeliğinin  egemen olduğu  bir dönemde yaşayan Gazali,    yaşadığı dönemin şartları içinde  din-siyaset  ilişkisini formüle etmiştir. Gazali, Abbasi halifeliğinin korunması için Selçuklu Sultanlığını savunmuştur. Gazali, Müslüman dünyanın  birliğinin sembolü olarak Abbasi Halifeliğinin devamını hayati önemde görmüş ve Batınilere karşı Sünni dünyanın korunması için Selçuklu Sultanlığının gücünün  tek güvence olduğunu düşünmüştür.
Gazali,   dini, siyaset açısından değerlendiren ve araçsallaştıran bir ideologtur. Siyaset ve din arasında birliğin ve bütünlüğün sağlanması için Gazali,   düşünsel ve manevi enerjisini seferber etmiştir. Gazali’nin düşüncesinde  belirleyici olan siyasettir, din değildir. Dini siyasetin hizmetinde   yorumlama şeklinde bir yaklaşım geliştirdiğinden dolayı Gazali, Sünni siyaset doktrininde geniş bir etkiye sahip olmuştur.
Gazali’nin  fikirlerini, salt dini, kelami ve felsefi fikirler olarak düşünmek büyük bir hatadır. Gazali’nin  felsefi, Sufi ve kelami görüşlerinin arkasında  üst bir siyasal çerçeve ve arkaplan bulunmaktadır. Gazali, yaşadığı dönemde  egemen olan Selçuklu Sultanlığı ve Abbasi Halifeliğinin resmi ideoloğu konumundadır. Resmi ideolog olarak Gazali,  Müslüman toplumların Abbasi halifeliğine ve Selçuklu Sultanlığına tabi olması için dini,  siyasal yönetimin uygulamalarını meşrulaştıran bir araç olarak kullanmıştır. Dinin siyasal yönetimi meşrulaştıran bir araç olarak kullanılması, Gazali’nin düşünce sisteminin  temel  karakteristiğidir. Gazali’nin fikirlerini salt felsefi, kelami, fıkhi veya   tasavvufi düşünmek doğru değildir. Gazali’nin felsefeye, kelama, tasavvufa ve fıkha olan yaklaşımını şekillendiren dinamik siyasettir. Gazali, dine, felsefeye, kelama ve tasavvufa siyaset açısından yaklaşan  bir resmi ideologtur.
Gazali, siyasetin kaynağının din olduğunu düşünmektedir. Siyasetin  prensiplerinin  ilahi kitaplardan ve peygamberlerin sözlerinden kaynaklandığını düşünen Gazali, siyasete insani bir faaliyet ve insanların  oluşturduğu bir alan olarak bakmamaktadır. Siyasetin ilahileştirilmesi ve kutsallaştırılması, Gazali’nin siyasete olan yaklaşımının  esasını oluşturmaktadır. Siyasetin insan yapımı değilde  dini kaynaklara dayandırılması  iddiası, siyaset ve din arasındaki sıkı ve kopmaz bir ilişki kurmak içindir. Gazali’nin siyasetin kaynağı olarak dini  görmesi, siyaset ve din arasında bir çatışma ilişkisinin olmadığı, din ve siyaset arasında bir birlik ve bütünlük ilişkisi olduğu anlamına gelmektedir.
Gazali, insan toplumlarının iki nedenden dolayı  siyasal bir otoriteye, yani devlete muhtaç olduğunu düşünmektedir. İlk olarak  hayatını devam ettirebilmek için  diğer kişilerle  işbölümü ve işbirliği yapmak zorunda  kalan  kişilerin, toplumsal ilişkilerini hukuk ve kanun çerçevesinde  yürütmeye ihtiyaçları vardır. İnsanların  toplumsal ilişkilerde birbirlerinin haklarını ihlal eden davranışlar içine girmeleri, siyaset ve adaletin varlığını zorunlu kılmaktadır.Toplumsal  işbölümünün ve işbirliğinin kanun ve hukuk içinde yürümesi için  devlete ihtiyaç vardır. Gazali, toplum hayatının düzen ve disiplin içinde yürümesi için devleti olmazsa olmaz  zorunlu bir ihtiyaç olarak görmektedir. İkinci olarak dinin  uygulanması ve devam etmesi için devlete ihtiyaç vardır. Toplumsal birliğin ve düzenin olmadığı  kaotik ve çoğulcu bir ortamda dinin yaşanması mümkün değildir. Gazali toplumsal birlik ve bütünlüğün devlet eliyle sağlandığı bir dünyada dinin  korunabileceğını ve Allah’a ibadet edilebileceğini düşünmektedir. Gazali, toplumun, devletin ve dinin birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu söylemektedir.  Din ve devletin aynı rahimden doğan ikiz kardeşler olduğunu söyleyen Gazali, din ve siyasetin hiçbir şekilde birbirinden ayrışmaması gerektiğini ana tez olarak ileri sürmektedir.
Gazali, din ve devleti, kişinin ve toplumun dünyada ve ahirette mutlu olması için gerekli olan iki yapı olarak değerlendirmektedir. Ona göre, kişinin ve toplumun huzuru bulması, bireysel ve toplumsal çatışmaların engellenmesi, toplumsal birlik ve bütünlüğün sağlanması için  dine ve devlete birlikte ihtiyaç vardır. Dini pratiklerin uygulanması, düzenlenmesi ve korunması için  devletin varlığı gereklidir. Gazali, dinsel, siyasal ve sosyal düzeni bir bütün olarak düşünmektedir.
Gazali, siyasal yönetim meselesini ilahi bir konu olarak değerlendirmekte ve  siyasal düzenin ilahiliğini Tevhid inancıyla temellendirmektedir. Gazali, Tevhid inancını referans alarak   bütün kainatın Allah’ın tasarrufunda ve Allah’ın her şeyi var eden yegane güç olduğunu söylemektedir. Tevhid inancına göre,   bütün varlıklar alemi, Tanrı’nın hakikatinin ve birliğinin bir parçasıdır.Tevhd inancı, kainatta her şeyi Allah’ın birliği ve bütünlüğünüün bir parçası yaptığı gibi, bu inanç,  insani alanda da aynı birliği ve bütünlüğü gerektirmektedir. Din ve devlet, toplumsal düzenin korunması için insanları birlik ve bütünlük içinde tutmak için vardırlar. Gazali, siyasal, sosyal ve dini otoritenin kaynağının Tevhid inancına göre bir olması gerektiğini düşünmektedir. Allah, kendi adına yeryüzünde otoritenin kullanılması görevini insanların yararına olacak şekilde   yönetim makamında olan insanlara vermiştir. Gazali, insanları yönetme anlamında siyaset yapmayı, Allah’ın insanlara yükleiği bir sorumluluk ve emir olarak telakki etmektedir. Gazali’nin siyaset yaklaşımını,   siyaset ilahidir ve  Allah’ın emridir şeklinde ifade edebiliriz. Siyasetin Allah’ın emri olduğunu söyleyen Gazali’ye göre siyasetçiler, Allah’ın emrini yerine getiren kişiler olarak görülmektedir. Gazali,  siyaseti  dünyayla ilgili bir ilim olarak değil, dinle özdeş olan  bir alan olarak değerlendirmektedir.
 Gazali, hakikatin araştırılmasında sanıldığı gibi şüpheye değil, kesinliğe değer vermektedir. Dinde olduğu gibi, devlet ve siyasette de kişinin kesinliği esas alması lazımdır. Devlet ve dinin ayrılmaz olduğunu söyleyen Gazali’nin, siyaset ve devlet konusunda itikadi bir kesinliği imani bir konu  olarak gördüğünü söylemek mümkündür. Dinin korunması ve yaşaması için devletin şart olduğu şeklinde  Gazali tarafından ifade edilen fikir,  Müslüman  siyaset düşüncesi üzerinde şekillendirici bir etki eydana getirmiştir. İnsan aklını vezirin, öfke ve disiplini  askerin,   arzu ve şehveti ise kadının temsil ettiğini söyleyen Gazali’ye göre devlet, insanın bütün eğilimlerini her açıdan kendisinde yansıtmaktadır. Gazali, ilahi ve insani olanın devlet denilen kurumda  bütünleştiğini söylemektedir.
Gazali’ye göre kişiler toplum içinde diğer insanlarla iyi geçinmeli, birlikte  hareket etmeli ve düzeni bozucu davranışlardan kaçınmalıdırlar. Topumsal düzeni korumak için  devlete  ve yöneticilere itaat etmek,  herkesin temel sorumluluğudur. Hukuk ve siyaset, kişilerin  aşırı istek ve davranışlarını sınırlayarak ve kontrol ederek toplumsal düzeni korumak ihtiyacından doğmuştur.İnsan ilişkilerilerinin kompleks doğası, siyasal bir otoriteyi zorunlu kılmaktadır.Devlet, toplumsal ilişkilerin düzen içerisinde yürümesini sağlamak ve insanları kanunların belirlediği sınırlar içinde davranmaya zorlamak için vardır. Gazali’ye göre toplumda herkese hakkını verecek, toplumsal işbölümünü adil bir şekilde yapacak, vergileri adilce toplayacak, savunma için gerekli tedbirleri alacak yöneticilere ve kurumlara ihtiyaç vardır.
Gazali, bir toplumda sosyal birliği sağlamak için farklı düşünen ve davranan kişileri  ve grupları tek tipleştirme görevini devlete vermektedir Siyasete insanların doğru yolda kalmasını sağlamak gibi bir görev veren Gazali,  siyasal idarenin ahlaklı olması gerektiğini söylemektedir. Devlet başkanı siyasal ve idari görevlerini dine ve ahlaka uygun bir şekilde yürütmelidir. Devlet başkanı olacak kişinin ahlaki bir yaşantıya sahip olmasını şart koşan Gazali,  yöneticilerin toplum  ahlakını korumak ve geliştirmek için lazım olan politikaları uygulamak sorumluluğu olduğunu söylemektedir.Din ve dünya hayatının düzenlenmesi görevini siyasete ve devlete veren Gazali,  ahlak sayesinde bu görevin yerine getirileceğini iddia etmektedir. Başka bir ifade ile ahlak, siyasetin, din ve dünya işlerini düzenlemek için kulandığı bir araçtır. Ahlakın siyaset tarafından araçsallaştırılması, Gazali’nin siyaset anlayışının önemli bir özelliğidir. Gazali için olmazsa olmaz şey, toplumsal birlik ve bütünlüğü sağlayan siyasal, sosyal ve sosyal bir düzenin varlığıdır. Toplumsal düzen olduğu sürece din ve ahlakın var olacağını düşünen Gazali için toplumsal düzenin koruyucusu ve devam ettircisi olarak siyasal  otorite birincil öneme sahiptir. Ahlakı toplumsal ve dini düzenin korunması ve sağlanması için siyasetin kullanacağı bir araç olarak gören Gazali, ahlak ve erdeme dayanan ideal bir siyaset ütopyasını savunmamaktadır. Gazali, insani ve toplumsal realitelerden hareket eden  reelpolitik olarak niteleyebileceğimiz realist bir siyaset tasavvurundan yanadır.
Gazali’ye  göre, insanların bu dünyadaki işleri ve ilişkileri yeme, giyme, barınma ve yönetme (siyaset) şeklinde sınıflanabildiğinden bunlara  asli işler olarak bakmak lazımdır. Dünya işleri içinde en üstün ve şerefli konuma sahip alan siyasettir. Diğer bütün işler, siyasete göre şekillendiğinden dolayı siyaset en şerefli  alan olarak görülmektedir. Bütün insani ilişkiler siyaset alanının sağlıklı ve ahlaklı bir şekilde işlemesine bağlı olduğundan siyasetin en olgun, ahlaki ve manevi bir sorumlulukla yürütülmesi gerekmektedir. Gazali, siyasetçinin sadece siyasetçi olmamasını istemektedir. O, yöneticinin  siyasetin yanında  tarım ekonomi, ,  giyim ve bayındırlık gibi toplumsal hayatta gerekli olan işler konusunda da bilgi ve birikime sahip olma anlamında olgun olması gerektiğini düşünmektedir. Gazali’ye göre  üst alan olan siyasetin, bütün  insani sanatları  verimli araçlar olarak kullanmsı gerekmektedir.
Gazali,  siyasete insanlığı ıslah etmek ve insanlara dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak doğru yolu göstermek şeklinde  iki ana görev vermektedir. Bu bağlamda dinin ve siyasetin amaç ve görevleri birbiriyle özdeşleştirilmektedir. Bu amaçlara uygun şekilde Gazali, siyaseti a. Peygamberlerin siyaseti, b. halife, hükümdar ve sultanların siyaseti, c.  alimlerin siyaseti, d. vaizlerin siyaseti şeklinde dörde ayırmaktadır.Peygamberler  en üstün siyasetçiler olarak değerlendirilmektedir.Toplumu doğru yola  irşat ettikleri için alimlerin siyasetine Gazali çok değer vermektedir.Peygamberler, insanlaın iç ve dış dünyalarını yönlendirken, alimler ise aydın kesimlerin ruh ve zihin dünyalarını  yönlendirmektedirler. Vaizler ise geniş halk kitlelerinin ruh ve fikir, yani iç dünyalarını yönlendiren ve kontrol eden bir siyaset  uygulamaktadırlar. Halifeler, sultanlar ve hükümdarlar, insanların dünya işlerine hükmeden siyasetin temsilcisidirler. Bu sınıflamaya baktığımız zaman, insanın iç ve dış dünyasını  yöneten, bütün toplumsal kesimleri yönlendiren  farklı siyasetçi sınıflarının olduğunu görmekteyiz.Peygamberler, alimler, hükümdarlar ve vaizler şeklindeki siyasetçiler,  siyasetlerinin   prensiplerini  ve pratiklerini ilahi kitaplardan veya geçmişteki peygamber  uygulamalarından almışlardır. Gazali, siyasetin kaynakları olarak dini mirası görmektedir.
Gazali için devletin birincil ve asli görevi toplumsal düzenin sağlanmasıdır. Dinin yaşanması, ancak toplumsal düzenin korunmasıyla mümkündür.Gazali, insanlar arasındaki kargaşalardan çok korkmakta ve bu toplumsal karışıklıkların önlenmesini en  acil ihtiyaç olarak değerlendirmektedir. Ona göre, insanın bencil ve  hırslarının peşinden giden ve zulmedebilen bir doğaya sahip olması, bütün toplumsal çatışmaların ve kaosun  kaynağını oluşturmaktadır. Devlet, toplumsal kaosu önlemek için adaleti hakim kılmakla ve farklı düşünceleri kendi  içinde kontrol etmekle görevlidir. Gazali, düzenin korunması adına  zalim bir hükümdarın  yönetimi altında yaşamayı meşru görmektedir. Zalim ve baskıcı bir hükümdara isyan etmek, birçok toplumsal karışıklığa neden olacağından dolayı  o, böyle bir  girişimi meşru görmemektedir. Başka bir ifade ile Gazali’nin  düşüncesinde hiçbir şekilde direnme  hakkına yer olmadığı gibi, böyle bir şey meşru da görülmemektedir.
Toplumsal düzenin  korunması ve kaosun önlenmesi için  siyasal yönetimin çok güçlü olması gerekmektedir. Gazali, devleti bir bahçıvana benzetmektedir. Bahçıvan, baktığı bahçedeki zararlı bitkileri temizlemekle ve  dikilen bitkileri ve çikekleri korumakla görevlidir. Devlette bahçıvan gibi,  zararlı kişilerin düşüncelerine, faaliyetlerine engel olmalı, kaos çıkaranları etkisizleştirmeli,  toplumsal düzenin korunması için her türlü tedbiri almalıdır.
Gazali, devletin ancak adaletle ayakta kalabileceğini düşünmektedir. Devletin asli görevi, adaleti tesis etmektir.Yönetme işi, Allah’ın yöneticiere verdiği bir emanettir.Devlet başkanı, adil olmak  zorunda olduğu gibi,  devlette çalışan görevlilerin de merhamet ve adaletle insanlara  davranmalarını sağlamak zorundadır.Adalet ve merhametle  devlet işlerini yerine getirmeyen, devlet gücünü kullanarak halka zulmeden kişilerin, acilen görevlerinden azledilmeleri gerekmektedir.
Gazali, dini korumanın devletin olmazsa olmaz görevi olduğunu düşünmektedir. Devlet, insanların dinini koruyarak onları ahiret hayatına hazırlamalıdır.Siyasetin dünyanın yönetilmesi ve dinin korunmasından ibaret olduğunu söyleyen Gazali’nin devlete dini koruma görevi vermesi şaşırtıcı değildir. Devlet, dinin toplum içinde korunmasını sağlamalı ve dini hükümleri uygulamalıdır.Devlet gücünü kullanmak suretiyle dinin uygulanması, yöneticilerin asli görevidir. Devlet, dini korumakla ve uygulamakla  görevli olduğu gibi, din eğitimini vermekle de yükümlüdür.Devleti dinin muhafazası ve yaşatılması için zorunlu gören Gazali, devlet olmadan dinin  yaşamayacağını düşünmektedir.Gazali,  dinin korunması görevini devlete vermesinden dolayı, din ve devletin birbirinin ikiz kardeşi olduğunu söylemektedir.
Gazali, din işlerinin yürütülmesi dahil toplumsal düzenin korunması için devlet başkanlığının şer’i açıdan zorunlu olduğunu düşünmektedir. Devlet başkanı, toplumsal düzenin bozulmaması için şeriati uygulayan makam konumundadır. Gazali, nizamın ve dinin devamının ancak halkı uyanık bir göz  ile koruyan bir gözetleyici ile sağlanabileceğini söylemektedir. Gazali’nin teorisinde devlet başkanlığı, dini ve sosyolojik bir zorunluluk olarak var olması gereken en üst kurumdur. Gazali’ye göre sultan, Allah’ın kullarının işlerini yapmak için  reis olarak görevlendirdiği   kuldur.  Devlet başkanının Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olduğunu söyleyen Gazali, sultana  dini ve dünyevi anlamda en üst pozisyonu vermektedir.Sultanın otoritesini dini açıdan meşrulaştıran Gazali, halkın devlet başkanına itaat etmesinin dini bir görev olduğnu savunmaktadır.Topluma, yasamaya, yürütmeye  ve yargıya dair düzenlemeler, meşruiyetlerini güçlü bir şekilde varolan devlet başkanlığı makamından alırlar. Devlet başkanı, siyaset gereği insanlar üzerinde korkusunu, caydırıcılığını ve otoritesini hissettirmelidir.
Devlet başkanlığının en yüce makam olduğunu düşünen Gazali, devlet başkanı olacak kişinin de çok özel hususiyetlere sahip olması gerektiğini söylemektedir. Devlet başkanının büluğa ermiş, akıl ve özgürlüğe sahip,  beden sağlığı yerinde ve Kureyş kabilesine mensup bir erkek olması gerektiğini söyleyen Gazali, devlet başkanının ayrıca çok önemli  dini, manevi ve ahlaki özelliklerinin de olması gerektiğini ifade etmektedir. Sultan, ayrıca liyakat, takva, cesaret ve ilim sahibi biri olmalıdır. Sultanın biatle işbaşına gelmesi gerektiğini  söyleyen Gazali, bütün Müslümanların ona itaat etmede ittifak etmelerini bir gereklilik olarak görmektedir.Gazali, devlet başkanlığı denilen yönetim makamının  belirlenmesinde ulemaya  önemli işlev vermektedir. Halife olacak kişi, ulemanın onayını aldığı takdirde meşru bir otoriteye sahip olacaktır. Devlet başkanı, ulemanın yol göstericiliğinden yararlanmalı ve geçmiş tecrübelerden dersler çıkarmalıdır.
Gazali, en üst makam olan devlet başkanlığına gelen kişinin çok önemli görev ve sorumlulukları olduğunu düşünmektedir. Gazali’ye göre devlet başkanı ahlaki, manevi ve dini sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. Dünyanın gelip geçici bir yer olduğunun farkında olması gereken devlet başkanı, hem kendisini, hem toplumu ahiret hayatına hazırlamakla sorumludur. Gücünü ve yetkilerini toplumun yararına  olacak politikaları uygulamak için kullandığı takdirde  devlet başkanı,  en faydalı derece olan takvayı elde eder ve nefsini arınıdırmış olur. Devlet başkanının  toplumu  yönetebilmesi için, ilk önce  onun kendisini kontrol etmesi ve  ıslah etmesi lazımdır. Heva ve heveslerinin kölesi olan, kendisini düzeltemeyen bir devlet başkanı her türlü yozlaşmış ve keyfi uygulamalara neden olur.  Gazali, devlet başkanının  güzel ahlak sahibi olmasını onun en önemli görevi olarak değerlendirmektedir.
Gazali, devlet başkanının sosyal ve siyasal görevlerinin başında toplumu ilgilendiren konularda devlet başkanının bizzat kendisinin karar vermesi gerektiğini ifade etmektedir. Devlet başkanı, insanların hiçbir sorununu küçümsememeli, önemsiz görmemeli ve  problemlerin hızlı ve acil bir şekilde çözümünü sağlamalıdır. Devlet başkanı, günlük hayatında israf ve gösterişten kaçınmalı, sade  bir hayat sürmelidir. Devlet başkanı, halka karşı sürekli olarak tevazuyu, adaleti ve şefkati elden bırakmamalıdır. İcraatlarında merhametli olması gereken devlet başkanı,  adalete uygun şekilde hak sahiplerine haklarının verilmesini sağlamalıdır. Dine uygun davrandığı sürece yönetiminin meşru olacağının bilincinde olması gereken devlet başkanı, halkın dini ihtiyaçlarını karşılamalı ve halkı din yoluna çağırmalıdır. Sultan, hükümdarlık pozisyonunun dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan yüce bir makam olduğunun bilincinde  olması gerektiği gibi, bu makamın dünya ve ahiret hayatını mahvedecek tehlikeler taşıyan ateşten bir gömlek olduğunun bilincinde olması da gerekmektedir.
Gazali, hilafet kavramına siyasal ve dinsel yönetim anlamını yüklemektedir. Gazali’ye göre hilafet kurumunın varlığı devam etmelidir, çünkü hilafet, dinsel ve sosyal birliği temsil etmektedir. Yaşadığı dönemin siyasal şartları gereği Gazali, hilafetin dini alanı düzenlemekle görevli olduğunu söylerken, siyasal iktidarın ise  sultanın elinde olması gerektiğini düşünmektedir. Sultan’ın yönetimin meşruiyeti için halifenin onu tanıması ve onaylaması gerekmektedir. Halife tarafından meşruiyeti tanınan sultan, dinin bekçisi konumundadır. Sultan ve halife, din ve dünya işlerinin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi için birbirleriyle işbirliği yapmak zorundadırlar. Din ve devlet, birbirini tamamlayan ve birbirinin ikiz kardeşi oldukları için halife ve sultan, din ve dünya şlerinde birlikte çalışmak zorundadırlar. Dini, temel, devleti de o temel üzerine yükselen bina  olarak gören Gazali, din ve devletin birliği ilkesini teolojisinin ve ideolojisinin merkezi yapmıştır.
Din ve devletin birliğini temel ve bina metaforuyla ifade eden Gazali, din-devlet binasının harcının alimler tarafından  yoğrulduğu ve inşa edildiği kanaatindedir. Gazali, alimlere yani ulemaya,  yöneticilere klavuzluk yapma  görevi vermektedir.Dine ve devlete ait işlerin topluma taşınması  işlevini yerine getirecek grup, ulemadır.Din-devlet birliğini ortaya koyan Gazali, bu yaklaşımın doğal sonucu olarak ulema-siyasetçi birliğini  savunmaktadır.İslam hukukçularının yani fıkıhçıların, toplumun ihtiyaç duyduğu kanunları yapma sorumlulukları olduğu gibi, yöneticilere doğru yolu gösterme görevleri de vardır.Devlet başkanı ve diğer yöneticiler,   siyasal ve sosyal uygulamalarında ulema ile fikir alışverişinde bulunmalı, ulamanın görüş ve önerilerini dikkate almalıdırlar.
Gazali, din-devlet ilişkilerinde teokratik olarak niteleyebileceğimiz bir modeli savunmaktadır. Halifeyi  ve ulemayı siyasal sistemin asli  aktörleri olarak gören Gazali, sultanı ise Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul etmektedir.Gazali, İslam’ın din ve devlet, ibadet ve siyaset olduğunu savunan politik bir İslam tasavvurunu savunmaktadır.Din ve devletin ikiz kardeşler olduğunu iddia eden  Gazali, dinin devlete, devletin de  dine karşılıklı olarak hakim ve bağımlı olması gerektiği görüşündedir. Gazali’nin din-devlet modelini siyasete bağımlı din ve dine bağımlı siyaset kavramlarıyla ifade edebiliriz.Gazali, dine göre devletin nasıl olması gerektiğini ortaya koyarken aynı zamanda devlete göre dinin nasıl olması gerektiği sorularına da  ideolojik ve teolojik yaklaşımlar geliştirmiştir. Devlet dini ve din devletini birlikte savunan Gazali,  din ve devletin ikiz kardeşler gibi bölünemeyeceğini iddia etmektedir.Dinin ve devletin amaçlarının aynı olduğunu düşünen Gazali, dini siyasal otoritenin bir aracı  haline getirdiği gibi, devleti de dine hizmet eden bir araca dönüştürmektedir.
Bir teolog ve ideolog olarak Gazali, din ve devleti birlikte merkeze alan bir yaklaşım ortaya koymaktadır.Gazali, siyasetin dinden veya dinin siyasetten bağımsızlaşmasına karşıdır. Ona göre,  ayrılmayan ikizler gibi din ve siyaset birbirine bağımlı olmalı ve birbirlerinin amaçlarına hizmet etmelidirler. Din ve siyaset arasındaki ilişki biçimine dair Gazali’nin formüle ettiği anlayış, Müslüman dünyasında  hala baskın olan  zihinsel çerçeve olarak  etkin ve etkili olmaya devam etmektedir.