İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

2022'de bizi hangi uluslararası ve bölgesel politikalar bekliyor?

Herhangi bir yeni yılın gelişiyle birlikte, verilerin çoğu bu yönde ilerlemese de, yaklaşan bölgesel olaylar hakkında iyimser bir okuma ile başlamak tercih edilir. Dahası, yılların birbirini takip etmesi, olaylar ve düşünceler arasında otomatik veya doğrudan bir kopukluk oluşturmaz. Bu, doğal bir ilerleme ve ardıllıktır. Dolayısıyla 2021'de yaşadığımız sıkıntılar, keskinliği ve şiddeti bir yana bizimle devam edecektir.
Siyasi düzlemde, geçen yıldan bölgesel ve uluslararası oyuncuların başa çıkamadığı, yakın gelecekte kayda değer bir değişiklik belirtisinin olmadığı zehirli bir bölgesel iklim devraldık. Bu noktada,1980'lerde ABD'ye yaptığım ilk ziyaretlerin birisi sırasında New York Şehir Merkez İstasyonu'nda yaşadığım ve her zaman hatırladığım bir deneyim aklıma geldi. O sırada Los Angeles'tan Londra'ya dönüyordum ve şehrin banliyölerinden birinde ikamet eden bir arkadaşıma iki günlük bir ziyaret sözü vermiştim.
Uçağım kararlaştırılan gün ve saatte havaalanına indi. Bir Pazar sabahıydı. Anlaşmamıza göre, taksi ile New York'un merkezindeki Manhattan'ın kalbinde bulunan tren istasyonuna gidecek ve orada beni evine götürmek için arabasıyla gelecek olan arkadaşımı bekleyecektim. İstasyonda zamanın geçmesi için bir gazete almayı düşündüm, Ama o zaman New York Times gazetesinin haftalık Pazar sayısının boyutunu bilmiyordum. Birçok ekiyle birlikte sayının boyutu o kadar büyüktü ki, kısa bekleme süresinde sadece uluslararası haberleri incelemeye olanak buldum.
Bu basit deneyim bana -tabii ki, uydu kanallarının ve internetin yayılmasından önce- etkili bir siyaset ve medya dersi verdi, o da insanları iki zıt yöntemle yönlendirebileceğinizdir.
Birinci yöntem; basit ve doğrudan Sovyet tarzıdır. Halkın önünde tek bir gazete veya parti, hükümet, ordu, sendikalar veya komünist gençlik örgütlerinin çıkardığı hükümet yanlısı gazeteler ve tümünde tek bir söylem, tek bir eğilim vardır.
İkincisi, daha zekice - ve görünüşte daha özgür – bir yöntem olan, okuyucuyu önemli önemsiz, çeşitli ve uzmanlık gerektiren bilgilere boğan Amerikan yöntemidir. Öyle ki, bu bilgi seli karşısında okuyucuya tek bir seçenek kalır, o da spor, hisse senedi fiyatları, av silahları gibi, yalnızca kendisini ilgilendiren veya bilmesi gerekenleri okumak, diğer konularda bilgi sahibi olmayı ihmal etmek. Gerçekten de, dünyada bilim ve teknolojinin zirvesinde yer alan ABD'de, eğitimliler arasında bile genel bilgi okuryazarlığının düşük düzeyde olmasının nedeni budur.
İlgili bir bağlamda, Batı'nın yaygın şeytan ayrıntıda gizlidir sözüne ve tartışmalı konularda pragmatik yaklaşımlara rağmen, ayrıntılara takılma eğilimi, bir bütün olarak durumu ele alma eğilimine daha ağır basıyor ya da en azından gözlemciler olarak bize öyle geliyor.
Küçük ülkeler, orduları ve hükümetleri bile, düşman ile dost arasında ayrım yapmaya, düşmanlık ve çatışma, uzlaşı ve ateşkes arasındaki nedensel ilişkiye dayanan bir “savaş doktrini” benimser.
Lord Palmerston'ın dediği gibi, "Ebedi müttefikler ve kalıcı düşmanlar yoktur, ancak ebedi ve kalıcı çıkar vardır". Ama ittifak politikalarının geniş çizgileri, ittifakların sürdürülmesi ve dostlukların korunması (ya da onlara sırt çevrilmesi) için kriterler de vardır.
Ayrıca küresel güçlerin güç ve zayıflık dönemlerinden geçtiği de doğrudur. Bazıları yaşlanır, gevşer ve gücünden şüphe eder hale gelirken, bazıları da ataları tarafından kaybedilen şanlı bir geçmişi geri getirme veya dominant güç olma hırsının okşadığı bir kalkınma ve yükseliş dönemi yaşar. Ancak güvenirlik ve dürüstlüğü minimum düzeyde de olsa muhafaza etmek çok önemlidir. Çünkü kaybedilirse, sürekli değişen bir dünyada telafisi zor olabilecek birçok güvence kaybedilir.
Şu anda, üç büyük dünya gücü olan ABD, Rusya ve Çin için 3 ciddi test var. Birincisi, Rusya ile Batı arasında Ukrayna konusunda yaşanan tehlikeli yüzleşme. İkincisi, Çin'in Tayvan'ı işgal edeceğine dair korkulan tehditler. Üçüncüsü, Ortadoğu ve Batı Asya'nın en büyük gücü olmayı hedefleyen İran ile ABD'nin “bir arada yaşaması”.
Belki de bazı gözlemciler, hem İran hem de Afganistan'daki Taliban Hareketi karşısında gerileyen dış politika ışığında, Ukrayna konusunda Amerikan caydırıcılığının zayıflığıyla ilgili korkularını ifade ederken haklılar. Washington'da veya bazı Avrupa başkentlerinde, tek başına Moskova'ya yaptırımlar uygulamanın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i gerilimi tırmandırmaktan kaçınmaya ikna etmek için uygun bir dil olduğundan açıkça şüphe edenler var. Kovid-19 pandemisiyle savaşında zaten tükenmiş Demokrat yönetim hala müzakere ve yaptırım seçeneklerine bahis oynarken, birkaç ay içinde kendisini Kongre ara seçimleri atmosferi içinde bulacak. Sonuç olarak, Demokrat yönetimin, yasama erkinin iki kanadının (Senato ve Temsilciler Meclisi) kontrolünü kaybetmemesi için önümüzdeki Kasım ayının başından önce siyasi başarılar elde etmesi ve zararlı tuzaklardan kaçınması gerekiyor.
Çin ve Tayvan meselesine gelince, şimdiye kadar pek çok gözlemci Washington'un Uzak Doğu'da tırmanan tehlikeye odaklanma bahanesiyle dünyadaki bir dizi sıcak noktadan çekilmesine gerekçeler buldu. Bu nedenle, Washington'un Çin meydan okuması ile yüzleşme hazırlığının Ukrayna'daki uygulanabilir ve etkili önlemlerden mücerret tehditlerinden pek farklı olmayacağı ortaya çıkarsa, Uzak Doğu’da da olayların akışını kontrol edemediğini kabul etmiş, küresel jeostratejik konumunu zayıflatan birkaç cephenin kristalleşmesi için bir fırsat sunmuş olacak.
İran'a gelince, şu ana kadar ABD'de açıkça İran gücüyle bir arada yaşamadan ve onu olduğu gibi kabul etmekten bahseden bir mantık olduğu aşikar. Bu mantığı, İran'ın nükleer emelleri ile başa çıkmak için çok geç olduğu, İran'a karşı güç kullanmanın maliyetinin çok yüksek olacağı ve uzun vadede gerçek bir fayda sağlamayacağını söyleyerek haklı göstermeye çalışanlar var.
Tüm bunlardan daha da tuhafı, bölgeye hakim bir İran ile bir arada yaşamayı rasyonelleştirme eğiliminin, tüm suçu Donald Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesine yüklemesidir. Ama bunu yaparken, Tahran'ın liderlerinin saldırgan gerekçelerini dizginleyecek pratik alternatifler önermemektedirler. Daha belirleyici olmak gerekirse, Tahran'ın İsrail'in aşırılık yanlılarının yararına sömürdüğü ve kullandığı Filistinliler için adil bir barışı engellemekle ilgili gerekçeler çökmektedir. Bu da, asgari düzeyde bir bölgesel güvenlik, şiddet yanlısı ve otoriter rejimler ile milislerin baskı yaptığı halkların haklarına saygı yaratmaktadır.