Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

En büyük göç etkeni: Doğa

Suriye olaylarının başlangıcında kanallar, Türkiye-Suriye sınır bölgesi de dahil olmak üzere birçok bölgedeki mültecilerin doğrudan fotoğraflarını naklediyordu. Bu sahnelerde en göze çarpan şey, yoksul mülteciler ile Avrupa'nın son teknoloji yöntemleri ile ekilmiş eşsiz tabiat manzaralarıydı. Bu resimler bana sürekli bir zamanlar birlikte çalıştığımız Kuveyt'ten Suriye'ye, hayatının bir kısmını geçireceği bir ev inşa etmek üzere küçük bir arsa satın almak için giden rahmetli şair Muhammed Halid el-Katmah'ı hatırlattı. Tatil yöresi olarak bilinen Keseb'ten ve doğanın güzelliklerinden bahsediyordu. Öyle ki, gerçeği şiir ile karıştırıyor zannettik. Ancak Suriye topraklarında gördüğümüz manzaralar betimlenemezdi.
Sorun şu ki, bu güzellikler mültecilerle doluydu. İnsanlar evlerini, huzurlarını ve istikrarı geride bırakıp, sınırda da olsa yabancı ülkelere geçiyorlar. Bir saat içinde ebedi bir bilinmezlik içinde kaybolmuş yabancılara dönüşüyorlar. Geçen yıl yaşanan olayları sunarken gazetelerimizden çok azı, tüm dünyayı telef eden feci bir konu üzerinde durdu. Dünya çapında milyonlarca erkek, kadın ve çocuk, onları barındırmayı veya kabul etmeyi reddeden ülkelerin sınırlarında kayboluyor. Binlercesi de soğuk, yorgunluk, korku ve zillet içinde kendilerini dağlar arasında ölüme ya da denizde boğulmaya bırakıyor.
Trajedi, klasik beklentilerin ötesine geçen bir felakete yardım etme görevinin bir parçasını üstlenen tüm uluslararası kuruluşlardan ve hepimizden daha büyük. Lübnan ve Ürdün gibi yardım sunan bazı ülkeler de sığınmacılık yükü altında eziliyor. Özellikle bu aylarda mültecilerin neler yaşadığına dair bildiğimiz her şeye rağmen aslında biz hiçbir şey bilmiyoruz. Çoğumuzun Polonya-Belarus sınırındaki bir çadırda bir gece manzarasını hayal etmeye dayanabileceğini sanmıyorum.
Belki de bu sığınmacılık yükü, son zamanlarda çok sayıda Afgan mülteciyi kabul eden İtalya, Libya, Yunanistan ve bunlarla birlikte şu anda Arnavutluk gibi birçok ülkenin taşıyamayacağı bir noktaya ulaştı. Yardım eden ülkeler sadece Almanya, Fransa veya ABD değil.
Ancak bu insanlık trajedisinde en çok dikkatimi çeken şey bu trajedinin boyutu değil, ihmalin boyutu oldu. Sanki dünya her gün boğulma haberlerinden, insan ticareti yapan mafya ağlarının haberlerinden ve insanların dile dökülmesi mümkün olmayan trajedilerinden ve acılarından bıkmış gibi. Doğanın sebep olduğu zorunlu göç, çatışma ve rejimlerin neden olduğu tehciri geride bıraktı. Kasırgalardan tutun hava değişimlerine, sellere vb...