Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İç savaşlar nasıl başlar?

Yazar Barbara Walter kısa süre önce (2022) "How Civil Wars Start” (İç Savaşlar Nasıl Başlar?) başlıklı bir kitap yayınladı. Kitabın alt başlığı da "And How to Stop Them” (Nasıl Durdurulabilirler?) şeklinde. Bu makalede kitabın bir özetini değil, bir bölümünü sunmak istiyorum. Araştırmacılara gelince, kitabı okumalılar, çünkü Endonezya'dan Gürcistan'a, Sırbistan'dan Bosna'ya, Irak'tan Suriye'ye hatta ABD'den Hindistan'a kadar pek çok örnek içeriyor. Kitap, toplumların içinden geçtiği bir durumdan, toplumun (devletin) otoriter bir devletten (çeşitli biçimlerde) bir tür demokrasiye intikal ettiği yer olan “anokrasi”den bahsediyor. Otoriter bir rejimden demokrasiye geçiş yapmaya çalışan, çok geçmeden genellikle iç savaşa ve ardından tekrar otoriterliğin geri dönüşüne yol açan bir tür sosyal çatışma yaratan dünya ülkelerini örnek gösteriyor.
Aklımızda bugün Irak, Yemen ve Libya'da olanlar var. Ancak en bariz olanı Etiyopya'da olup bitenlerdir. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed öyle demokratik reformlar gerçekleştirmişti ki yazar, yaptıklarını tanımlamak için bir Amerikalı yetkilinin Nobel Barış Ödülü'nü hak edecek kadar "en çılgın dileklerimizi yerine getirdi" sözünü aktarıyor. Ama bu reformlar çok geçmeden sonunda savaşa yol açan etnik ve bölgesel düşmanlıkları ateşledi ve yazara göre bu savaş, gerçekleştiren tüm reformları yiyip bitirecek.
Yazar, son yüzyıldaki insanlık çatışmasının çeşitli düzeylerde otoriterlik ve demokrasi arasında olduğuna inanıyor. 20’inci yüzyıla, 1900’lü yıllara girildiğinde çok az toplum demokratik olarak tanımlanıyordu. 1948'de, her vatandaşın kendi hükümetine katkıda bulunma hakkına sahip olduğunu teyit eden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlandı. 20’inci yüzyılın ortalarında, ülkelerin yüzde 60'ı demokratik olarak tanımlanabilirdi.
Yazarın görüşüne göre, dünya 5 göreceli demokrasi dalgasından geçti.  İlki 1870'de ABD'de başladı, ancak Afrika kökenli Amerikalılar 1960 sonrasına kadar Amerikan demokrasisine katılamadılar. İkinci dalgaya gelince, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, kaybeden ülkeler galiplerin demokratik yönlerini benimsediğinde yaşandı. Üçüncü dalga, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Doğu Avrupa'da meydana geldi. Dördüncüsü, Güneydoğu Asya'da 20’inci yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşti. Son beşinci dalga ise 2003 yılında Irak'ta Baas rejiminin devrilmesiyle başladı. Ancak yazar, demokrasi dalgaları yükseldikçe, iç savaş potansiyelinin de o kadar büyüdüğüne dikkat çekiyor. Örneğin, 1870'de iç savaşın yaşandığı hiçbir ülke yoktu, ancak 1990'da, eski Yugoslavya'ya bağlı Bosna'dan Somali'ye, Kongo ve Ruanda'ya kadar dünyada 50 iç savaş yaşanıyordu.
Demokratik olarak olgun ülkelerde, keza otoriter ülkelerde meydana gelmeyen iç savaşlar, vatandaşların oy hakkı gibi bir tür demokrasiye sahip oldukları, ancak geniş yetkilere sahip ve kendisinden hesap sorulmayan liderlerin yönetimi altında yaşadıkları ülkelerde meydana gelir. Bu teoriyi Irak'a uyguladığımızda, işaretlerinin açık olduğunu görürüz. Irak’ta son seçimlere rağmen Bağdat'ın merkezine füzeler yağıyor, bazı silahlı güçler herkesi kendi isteklerine itaat etmeye zorlamak istiyor. Aksi takdirde iç savaşla tehdit ediyor. Aynı durum biraz esneklikle Yemen için de geçerli. Burada Ali Salih'in otoriter rejiminin "Yemen Baharı" nedeniyle gücünün azaldığını ve Yemenlilerin demokrasiye doğru ilerlediklerini düşündüklerini görüyoruz. Ama güçler dallanıp budaklandı ve devlet güçleri çöktü. Tanık olduğumuz iç savaşa yol açtı.
Yazar, “kısmi demokrasi” adını verdiği toplumlarda iç savaş olasılığının, otoriter veya tam demokratik toplumlara göre, iki kat daha fazla olduğunu düşünüyor. Sadece bu değil, en büyük demokrasi olarak tanımlanan Hindistan'da olduğu gibi, demokrasi gerileyebilir. Hindistan’da 2014 yılında, 30 yıl sonra ilk kez bir parti çoğunluğu elde etti. Gençliğinde fanatik Hindu gruplardan birine katılan Narendra Modi iktidara geldi. Popülist “Hindistan Hindularındır” sloganı altında, birçok fanatik isim yönetime katıldı. Hatta iktidar partisine bağlı Hindistan'ın en büyük eyaletinin başbakanı, Hintli Müslümanları "iki ayak üzerinde yürüyen hayvanlar" olarak nitelendirdi. Devletin, sağlık, eğitim ve idari hizmetlerin iyileştirilmesi gibi hedefleri ortadan kayboldu, bağnaz ve radikalleri cezbeden “kimlikçi” sloganlar öne çıktı. Bu sayede Modi, 2019'da tekrar seçildi ve böylece bir vatandaş topluluğunun güvenliği bütünüyle tehlikeye girdi.
Yazar, iç savaşlara yol açan unsurları araştıran çalışmalara da atıfta bulunuyor. Çalışmalar, var olduğunda iç savaşa yol açabilecek 32 göstergeye ulaşmış. Bunlar arasında öncelikle yoksulluk, ardından etnik milliyetçilik veya mezhepçilik, nüfus büyüklüğü, eşitsizlik, yolsuzluk, adalet eksikliği, nüfusun bir bölümünün marjinalleştirilmesi yer alıyor. Bugün Libya, Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Tunus'a baktığımızda, bu faktörlerin bazılarının mevcut olduğunu görürüz. Zayıf demokrasi, ulusal bir programdan yoksun, örgütsüz ve anlaşamayan hükümetler olarak tanımlanır. Kazananlar ve kaybedenler yarattığı için ona olan güven azalır ve kaybedenlerin sayısı arttıkça, bir iç savaş da o kadar yakınlaşır. Aynı zamanda yavaş reformlar, özellikle aykırı sosyal ve ekonomik politikalarla aynı zamana denk geldiğinde, elitler arasında güvensizliğe yol açar.
Kitabın 8’inci bölümünde yazar, “iç savaşlar nasıl önlenir?” konusunu ele alıyor ve şunları söylüyor; seksenlerin ortalarında Güney Afrika iç savaş için güçlü bir adaydı ve tüm çatışma belirtilerini taşıyordu. Ama uzlaşmaz aday yerine De Klerk iktidara geldiğinde, her 4 vatandaştan üçünün siyah olduğunu gördü. Tecrit politikasında ısrar ederse, bir iç savaş çıkması kaçınılmazdı. Yön değiştirmeye karar verdi, basına özgürlük tanıdı, siyah vatandaşların partilerini yasallaştırdı, tutukluları serbest bıraktı, Nelson Mandela ile ülkeyi güvenli bir limana ulaştırma görevini paylaştı. Uzlaşmacı çözümlere nasıl ulaşılacağını biliyordu. Oysa bunu, ne Irak'ta Nuri el-Maliki ne de Suriye'de Beşşar Esed biliyordu. Popülizme boyun eğmeyen, halkının büyük çıkarlarını gerçekleştirmeyi hedefleyen liderlik ve irade, kardeşler savaşına karşı bir emniyet supabıdır.
Yazarın bu kitabı dünya ülkeleri için yazdığını sananlar yanılıyorlar, aslında ülkesi ABD için yazmış. Zira ülkesinde büyüyen ve varlıklı toplumlara bile zarar veren fanatik, bağnaz popülist emarelerin bulunduğunu, çoğu insanın iç savaş yaşanana kadar ülkelerinin iç savaşın eşiğinde olduğunu kabullenemediklerini düşünüyor.
Son söz; önümüzde atlayıp zıplayan ne kadar çok istikrarsızlık unsuru var ama psikolojik yapımız riskleri itiraf etmemizi engelliyor.