Charles R. Lister
Ortadoğu Enstitüsü Terörle Mücadele Bölümü Başkanı
TT

Liderinin öldürülmesinden sonra DEAŞ ve Haseke isyanı

DEAŞ, yaklaşık üç yıl önce, özellikle Mart 2019'da bölgedeki yenilgisinden sonra iki hafta önce Suriye ve Irak'taki en büyük saldırısını başlattı. SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) göre, 300 kadar DEAŞ savaşçısı Haseke kentindeki Sanayi Hapishanesine saldırı düzenledi. 20 Ocak’ta geç saatlerde iki intihar bombacısı, hapishanenin kuzey duvarlarının dışında bomba yüklü bir kamyonu patlatarak duvarlarda bir gedik açıp, kara saldırısının önünü açtı. Silahlı mahkûmlar kuzey kanadının kontrolünü ele geçirdi ve yüzlerce aşırı radikal serbest bırakıldı.
Dramatik saldırıdan sonra, SDG'nin hapishanenin kontrolünü yeniden ele geçirmesi bir hafta sürdü. Bu da kısmen İngiliz ve Amerikan özel kuvvetlerinin müdahalesi, helikopter ve savaş uçaklarıyla yapılan bir dizi hava saldırısı sayesinde gerçekleşti. O zamana kadar yaklaşık 120 SDG ve 375 DEAŞ mensubu öldürüldü. Ancak Haseke sokaklarında ikinci hafta boyunca ara ara çatışmalar devam etti. İyi bilgi sahibi birkaç kaynağa göre, en az 300 DEAŞ’lı mahkûm geri dönmemecesine kaçmayı başardı. Bu ister Suriye'de ister komşu Irak'ta olsun, DEAŞ'ın gücünü önemli ölçüde artırdığına işaret ediyor.
DEAŞ’ın kuzeydoğu Suriye'deki bir hapishaneye saldırmasından iki hafta sonra, Amerikan Özel Delta Kuvvetleri’nden seçkin ekip, bir helikopter ile Suriye'nin kuzeybatısındaki bir evin yakınlarına iniş yaptı ve DEAŞ lideri Hacı Abdullah öldürüldü. Aylarca süren planlama ve istihbarata dayanan operasyon iki saatten fazla sürdü. Terör örgütünün lideri binanın üçüncü katında bomba patlatarak kendisini ve tüm ailesini öldürdü.
ABD'li yetkililerin Suriye, Irak ve dünyanın her yerinde DEAŞ unsurlarıyla sürekli temas halinde olduğunu söylediği Hacı Abdullah'ın özellikle hapishane saldırısından kısa bir süre sonra öldürülmesinin örgütün moraline büyük bir darbe vurması muhtemel. Ancak, DEAŞ’ın günlük operasyonel yetenekleri üzerinde önemli bir etkisi olması pek olası değil.
DEAŞ'ın cezaevlerine yönelik saldırılar konusundaki sicili kabarık. On yıl önce, Irak'taki "Duvarları Yıkma" saldırıları, cezaevlerindeki yüzlerce mahkûmun serbest bırakılmasına yol açmış ve terör örgütünün dramatik bir şekilde yeniden ortaya çıkışını teşvik etmişti. Bu saldırıların DEAŞ üyelerini cezaevlerinden kurtarmak gibi pratik bir amacı var ancak aynı zamanda güçlü bir propaganda aracı, çünkü üye ve destekçilerine DEAŞ’ın kendisine bağlılık yemini edenlerin yanında olduğunu gösteriyor. Sanayi Hapishanesine yapılan saldırının DEAŞ’ın Ortadoğu ve dışındaki destekçi tabanına büyük bir moral desteği verdiğine şüphe yok.
Hacı Abdullah operasyonunu, ölümünü ve sonuçlarını analiz ederken, öncelikle önemli bir hususa dikkat çekmek gerekiyor: DEAŞ, belirgin bir şekilde yeniden ortaya çıkmadı ve 2014'teki kazanımlarını tekrarlamaktan hala çok uzak. Ancak, saldırı bir uyarı görevi görmeli. DEAŞ, üç yıl önce topraklarını kaybettiğinde yenilmedi, aksine farklı bir formata büründü. Aslında, DEAŞ ve selefleri 2003'ten beri var olageldiler ve topraksız yaşadıkları dönemde, toprakları kontrol ettikleri döneme göre daha fazla büyüyüp geliştiler. Zira unsurları gerilla savaşında gizli bir militan olarak nasıl hareket edeceklerini iyi biliyorlar. DEAŞ özellikle Suriye'de zamanın kendisinden yana olduğunu biliyor.
Böyle bir hedefe bu büyüklükte bir saldırı, ABD önderliğindeki koalisyonun 12 bin DEAŞ savaşçısını derme çatma, yetersiz kaynaklara sahip gözaltı tesislerinden oluşan bir ağ içinde tutuklu tutmaya ne kadar hazır olduğu konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor. 4 bin ila 5 bin mahkûmun tutulduğu Sanayi Hapishanesi, DEAŞ’lı mahkumların tutulduğu dünyanın en büyük tesisi. Ancak, sadece büyük bir duvarla çevrili bir dizi eski okul binasından oluşuyor. İçerideki güvenlik, çoğu silahsız olan yetersiz eğitimli sivil muhafızlar tarafından sağlanıyor. Dış güvenliği ise SDG tarafından denetleniyor ve DEAŞ saldırısından önce bazı üyelerinin rüşvet aldıkları veya istifa etmeye zorlandıkları neredeyse kesin. Periyodik eğitim ve isyanları bastırmak için ekipman sağlama dışında ne ABD ne de Koalisyon askerleri hapishane güvenliğinde herhangi bir rol oynamıyorlar. Ortalık yatıştığında, koalisyon tarafından yürütülecek ciddi ve kapsamlı bir soruşturma, DEAŞ’ın tarihi boyunca tüm hapishane saldırılarında olduğu gibi Sanayi Hapishanesinin gardiyanları arasına gerçekten sızıp sızmadığına bakmalı. DEAŞ’ın cezaevinin içinden çektiği video görüntülerine bakıldığında, tutukluların saldırı hakkında önceden bilgisi olduğu görülüyor. Sanayi Hapishanesindeki DEAŞ mahkûmlarının rüşvet yoluyla düzenli olarak cep telefonlarına eriştikleri biliniyor. Koalisyon ayrıca SDG'nin bu hapishanede deneyimli DEAŞ savaşçılarının yanı sıra 800 kadar çocuğu neden tuttuğunu da araştırmalı.
Önümüzdeki haftalarda uluslararası toplum, yaşanan sorunun ve kusurların nedenlerine yönelik ciddi bir araştırmanın sonuçlarını bekliyor. Binlerce DEAŞ militanını, kitlesel gözaltı tecrübesi olmayan devlet dışı bir aktör tarafından korunan derme çatma ve yetersiz kaynaklara sahip tesislerde yargılanmadan tutuklu bulundurmak her zaman bir saatli bomba gibiydi. Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’ın sahadaki kazanımlarına son vermek için 2014'te gerçekleştirdiği müdahalesinin ardından, sonrası için de ciddi bir sorumluluk taşıyordu. Ama o günden bugüne tutuklular sorununu çözmek için çok az şey yapıldı. El-Hol ve el-Roj gibi gözaltı kamplarında bulunan 70 binden fazla kadın ve çocuğun yarattığı krizden bahsetmiyoruz bile. Dünya artık bu konuyu erteleyemez. Bu zorluklarla çok geç olmadan daha büyük bir kararlılıkla başa çıkmanın zamanı geldi.
Bununla birlikte, her halükârda DEAŞ’ın Sanayi Hapishanesine saldırısı, bir süredir aşikâr olan son derece rahatsız edici bir yönelimi de doğruluyor. O da örgütün, 2019'daki yenilgisinden bu yana Suriye ve Irak'ta yavaş, sessiz ve sistematik bir şekilde kendini yeniden inşa ettiği. Hacı Abdullah'ın öldürülmesinin ardından ABD'li yetkililerin yaptığı açıklamalar, Abdullah'ın Suriye, Irak ve diğer yerlerdeki unsurlarıyla temas ve koordinasyon içinde olduğunu doğruladı. Bu, örgütün daha önce bize anlattıkları gibi zayıf, merkezi olmayan bir isyancı ağından ibaret olmayıp daha tutarlı ve organize olduğu gerçeğini yansıtıyor. Bu yeni tanım doğruysa, DEAŞ daha önce düşünülenden daha büyük ölçüde toparlandı demektir.
DEAŞ’ın bölgesel varlığını mağlup etmek stratejik açıdan büyük bir görevdi, ancak şu anda karşı karşıya olduğumuz zorlukla karşılaştırıldığında nispeten basit. Bu zorluk, kompleks, kaynak ağırlıklı, gölgelerde saklanan bir düşmana karşı istihbarata dayanan bir isyan ve terörle mücadele kampanyası olarak tanımlanabilir. Koalisyon, 2019'da bu zorluğa uyum sağlamak için yetenek ve kapasitesinde revizyona gitmek yerine varlığını ve kaynaklarını azaltarak, SDG gibi yerel ortakları üzerindeki baskıyı artırdı. Bu nedenle, Koalisyon müteakip zorluklarla daha iyi başa çıkmak için DEAŞ ile mücadele misyonuna yatırımını artırmalı, aksi takdirde örgüte toparlanmaya devam etmesi için alan ve fırsat tanıma riskinin bulunduğunu ciddi olarak düşünmeli
Son olarak, uluslararası toplum, DEAŞ’ın her zaman olduğu gibi, daha büyük ve derinlere kök salmış krizlerin bir belirtisi olarak kaldığını da kabul etmeli. Suriye'de bu krizler 2014'tekinden farklı görünüyor, ancak DEAŞ’ın faaliyetlerini körükleyen, müdahale edilebilecek alanlar ve sömürülecek boşluklar sağlayan faktörler varlığını sürdürüyor. Bu temel faktörlerin en büyüğü, Esed rejimi ve onun acımasız, yozlaşmış ve beceriksiz bir rejim olarak devam eden şöhreti. Ancak yoksulluğun yanı sıra etnik, mezhepsel ve jeopolitik düşmanlıklar da DEAŞ’ın çıkarına. Aslında, Esed rejimiyle yeniden ilişki kurmak, Suriye ve halkı için anlamlı ve olumlu bir değişim için baskı yapmakta başarısız olmak, gerçekte DEAŞ’a yarar sağlıyor.