Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Hidayet üzere kalabilmek

İnsanın hayatını bütünüyle değiştiren belki de en önemli kavram hidayettir. Zira hidayet, yanlış ve çarpık bir hayat tarzından sıratı müstakim üzere olan bir hayata adım atarak ve onu benimseyerek yaşamaktır. Hidâyet kavramının sözlük anlamı da bunu destekler. Hidayet/hüdâ, hedy; “doğru yola girmek, doğru yolu göstermek, amaca ulaştıracak yola rehberlik ve bu yol için kılavuzluk etme” anlamlarına gelmektedir.
Fatiha suresi örneğinde olduğu gibi hidayet, Allah Teâlâ’nın insana kendisinden istenilmesini[1] öğrettiği en mühim hususlardan birisidir. Çünkü iman edenleri doğru yola hidayet edecek/ulaştıracak olan Allah’tır.[2] Bu sebeple Allah Teâlâ her topluma bir yol gösterici/hadi göndermiştir.[3] Vahiy/Kur’an hakikate, dosdoğru yola,[4] rüşde[5] iletir ve en sağlam yolu[6] gösterir. Zaten insanlara hidayet kaynağı olsun[7] diye gönderilmiştir.
Hidayeti vermek her ne kadar Allah’a ait bir fiil olarak karşımıza çıksa da hidayeti istemek ise insana ait hatta insanın yapması zorunlu olan bir fiildir. Kendisi hidayeti istemeyen, onun arayışına girmeyen ve onu hak ettirecek davranışlar sergilemeyen kimselere hidayet verilmez.
Hidayet, kime tabi olunup olunmayacağını belirleyen temel ölçütlerden biridir. “De ki: “Ortak koştuklarınızdan gerçeğe ulaştıracak olan var mı?” De ki: “Allah gerçeğe ulaştırır. Gerçeğe ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Ne oluyor size? Nasıl (böyle) hükmediyorsunuz?”[8] Yani hidayete ermek isteyen kişi ona hidayet rehberi olacak mercii iyi belirlemelidir. Aksi durum şu meşhur atasözünün yansıması olur: Kılavuzu karga olanın…
Vahye baktığımızda kendilerine hidayet edilenlerin; doğruya, gerçeğe ulaşmak amacıyla Allah’a yönelen[9] kimseler olduklarını görürüz. Allah’a yönelmekten yüz çeviren, sapmada/dalalette ısrar eden,[10] yalancı, nankör,[11] müsrif/haddi aşan,[12] zalim,[13] kâfir[14] ve fasıklara,[15] hidayet edilmeyeceği haber verilmektedir.
Girizgâh mahiyetinde hidayet ile ilgili verdiğimiz bu bilgilerden sonra asıl üzerinde durmak istediğimiz “hidayet üzere kalabilmek” konusuna geçebiliriz. Zira “hidayete ermek” kadar belki de ondan daha önemli bir konudur “hidayet üzere kalabilmek.” Hak ile tanışıp onu kabul eden birçok kişinin üzülerek ifade edelim ki hak üzere sebat edemediğine tanık olmaktayız. Belki de şu ilahi uyarının yapılmasının sebebi budur. “İman ettikten, Elçi’nin hak olduğuna şahit olduktan, kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra inkâra sapan bir topluma Allah nasıl hidayet etsin? Çünkü Allah, zulme gömülen bir topluma asla rehberliğini bahşetmez.”[16] Yahudi ve Hristiyanların düştüğü durumu haber veren bu ayetteki durumun benzerine bugün Müslümanlardan da bazıları düşmektedir. Dün hak ve doğru yolda yürüdüklerine şahit olduğumuz ve inandığımız, Allah’a teslimiyetin coğrafyamızdaki, zamanımızdaki güzel yansımalarını söylemlerinde, yazılarında ve eylemlerinde gördüğümüz birçok kişi bireysel, siyasi veya ekonomik çıkarları için bugün daha önce inandıkları ve savundukları değerleri ya reddetmekte ya da reddetmese bile onların aksine davranmaktadır.
Dün hak davaları uğrunda verdikleri mücadele ve gösterdikleri dik duruş sebebiyle sembolleşen pek çok kişinin bugün düştükleri zillet bataklığına bakınca Allah Teâlâ’nın şu duayı inananlara neden öğrettiği daha iyi anlaşılmaktadır: “Rabbimiz! Bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğriltme! Bize katından merhamet ver! Şüphesiz ki bolca veren yalnızca sensin.”[17]
Şunu unutmamak gerekir ki kalplerin eğrilmesinin zeminini insanlar kendileri hazırlarlar. “Ve onlar ne zaman yoldan saptılarsa, Allah da onların kalplerinin sapmasına izin verdi.”[18] Yani insanlar inandıkları hakikatin değerini unutup onun yerine başka şeyler yerleştirmeye başlayınca ayaklar kaymakta ve kalpler de eğrilmektedir. Yoksa insanlar üzerlerine düşeni yapıp dururlarken Allah onların imanlarını zayi edecek[19] değildir.
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber; “Ey kalplere yön veren Allah’ım! Kalbimi senin dinin üzere sabit kıl!”[20] duasını yapar ve ardından “Rabbimiz! Bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğriltme …” ayetini okurdu.
Biz de Hz. Peygamber’in duasına iştirak ederek;
“Rabbimiz! Bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğriltme! Bize katından merhamet ver!” diyoruz.

[1] Fatiha 1/6
[2] Hac 22/54
[3] Ra’d 13/7
[4] Ahkaf 46/30
[5] Cin 72/2
[6] İsra 17/9
[7] Bakara 2/2
[8] Yunus 10/35
[9] Ra’d 13/27
[10] Nahl 16/37
[11] Zümer 39/3
[12] Mümin 40/28
[13] Bakara 2/258
[14] Bakara 2/264
[15] Maide 5/108
[16] Al-i İmran 3/86
[17] Al-i İmran 3/8
[18] En’am 6/5
[19] Bakara 2/143
[20] Tirmizî, “Daavât”, 89, 124; İbn Mâce, “Duâ”, 2