Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Irak parçalanmaktan kurtulabilecek mi?

Irak, Türkiye, İran, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuveyt'in komşusu ve bu 5 ülkenin politikacılarının gözü ve kulağı Irak'ta ve orada olup bitenlerde. "Irak'ta Leyla hala hasta"  ve kimse iyileşmesinin ne kadar süreceğini tahmin edemiyor. Irak’ın hastalığının devam etmesi, komşu ülkelerin sağlığını etkiliyor. Bu ülkelerin kalkınma planlarını korumak ve gözetmekle meşgul olmalarını engelliyor veya güvenliklerinin ihlal edilmesine yol açıyor da olabilir.
Irak hastalığının mikrobunu yönlendiren bir grup faktör var ve belki de bunlardan ilki, siyasi bileşenlerindeki parçalanmadır. Bu, yalnızca kötülüğü tartışmasız bir mezhepsel ve etnik parçalanma değil, aynı zamanda mezhepsel ve etnik bileşenlerin kendi aralarında da var olan bir parçalanmadır. Temel tezahürlerinden biri de, ister sarıklı, isterse siyasete din-mezhepçiliğin karıştırılabileceğini söyleyen sarıksız kişiler olsun, din adamlarının siyaset üzerindeki egemenliğidir. Tarihsel veriler, bir din adamının siyasete karıştığında her ikisinin de yozlaştığını bize garanti eder. Bu durumda din adamı ne ilkinde ikna edicidir, ne de ikincisinde esnek davranabilir. İkinci faktöre gelince, siyasi aktörlerin çoğu arasındaki siyasi anlayış ve uygulama eksikliğidir. Sadr Akımına görece bir çoğunluk sağlayan seçim sonuçlarına rağmen, bu saydam akımın üyelerinin (kadın ve erkek) parlamentonun ilk oturumunda, sanki bir savaştaymış gibi (!) beyaz kefenler giymesinin gösterdiği üzere, çok az siyasi deneyime sahiptir. Aynı zamanda örgütlü bir parti değil, akımdır. Geçmişte kendi içinde bölünmüştür ve ileride ikincil derecedeki liderlerinin çıkarlarına göre yeniden bölünebilir. Ayrıca, bu akımın aldığı toplam oy sayısı, kendisine Şii Çerçevesi adını veren  (ve sadece İran'a bağlılığın kendisini birleştirdiği) grubun elde ettiği tüm oylardan daha azdır. Burada, söz konusu grubun liderlerinin siyasi deneyimsizlik nedeniyle birbirleriyle rekabet ettiklerine, bu nedenle oylarının dağıldığına ve böylece hepsinin kaybettiğine dikkat çekilmeli.
Kürt kanadında, ilk bakışta Irak'taki (ve yurtdışındaki) Kürtler aynı haksızlığa uğramış ve tek şikayetleri varmış gibi görünse de birden fazla cepheye bölünmüş durumdalar. Bunlar; Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği ve siyasi İslam olarak bilinen akıma mensup diğer küçük partilerdir. İki büyük parti, Irak'ın siyasi-ekonomik pastasındaki Kürt payını ele geçirmek için kıyasıya bir mücadele içindeler. Sünni bileşene gelince, yine içindeki siyasi eğilimlerin dağınık olması, aşiretler arasındaki rekabet, kolayca ve hızlıca terörle yaftalanabilmesi nedeniyle en zayıf bileşendir. Nitekim geçen ay, siyaset sahnesini karıştırmak amacıyla Bağdat Havalimanını hedef alan saldırıyı gerçekleştiren İran yanlısı fraksiyonun, fırlatılan roketlerin fitillerini ateşlemesi için Sünni birini tuttuğu ortaya çıktı, çünkü daha sonra suçu bu bileşene yamamak kolaydı.
Geçen hafta Washington'daki Uluslararası Körfez Forumu, "Irak, ABD, İran, Körfez" başlıklı sanal bir sempozyum düzenledi. Sempozyuma 4 Iraklı şahsiyet ile bu satırların yazarı katıldı. Sempozyumda da ele alındığı gibi bugün Irak'ta bu ülkelerin nispi ağırlıklarının eşit olmadığı belirgindir. ABD, daha büyük ve önemli küresel meselelere odaklanmak dahil olmak üzere birçok nedenden dolayı Irak ile daha önce olduğu kadar ilgili değil, dolayısıyla Irak içindeki ağırlığı da göreceli hale geldi. Öte yandan Körfez ülkelerinin Iraklıların bağımsız ülkelerinde barış içinde yaşamaları dışında ulaşmak istedikleri hiçbir ekonomik veya siyasi hedefleri bulunmuyor. İran'a gelince, Kudüs Gücü Komutanı’nın son aylarda onları planlarına ikna etmek için çeşitli Iraklı güçlerin toplantı ve görüşmelerinin sürekli müşterisi olduğunu belirtmek yeterli. Elbette bunu Iraklıların kara gözü kara kaşı için veya Irak’ı talihsizliklere sürüklenmekten kurtarma alicenaplığında bulunmak için yapmıyor. Aksine yalnızca neredeyse açık bir işgale dönüşen İran hegemonyasının devam etmesini amaçlıyor.
İran'ın Lübnan'daki takipçileri tarafından icat edilen siyasi kavramlar bile Irak'a aktarılıyor. Sözgelimi yeni Irak hükümetinde (eğer kurulursa!) “engelleyici üçte bir”den bahsediliyor. Irak siyasi olgusuyla ilgili en şaşırtıcı şey, İran'ın müttefiklerinin (daha diplomatik bir kavram kullanacak olursak) “Amerikalıları kovma” konusundaki tutumlarının saygınlığı ve yüceliğiyle ilgili konuşmalarıdır. Hadi el-Amiri (videosu YouTube’da bulunmaktadır), Güney Kore'deyken kendisine "Söyleyin bize, Amerikalıları kovmayı nasıl başardınız?" diye sorulduğunu söyledi. Aynı şekilde Nuri el-Maliki de (bu da YouTube’da mevcuttur) Japonya'da kendisine "Amerikalıları kovmayı nasıl başardınız?" diye sorulduğunu söyledi. Bu ikisi, siyasi anlayış eksikliği ve modern çağın verileri hakkında bilgisizlik nedeniyle ya düşünmeyen izleyicilere hitap ediyorlar ya da en azından başkalarının zekasını hafife alıyorlar. Güney Koreliler ve Japonların, ekonomilerine milyarlarca dolar akıtan ve onları iştahı açık komşulardan koruyan, Amerikan ilişkilerinden kurtulmak istediklerine nasıl ikna oldular bilmiyorum?!
Tarihsel olarak Irak'ın yönetilmesinin zor olduğu biliniyor ve yakın tarihte bunun pek çok kanıtı var. Irak, Baas dönemi gibi baskıcı diktatörlük yönetimlerine karşı dik başlıdır. Yarı demokratik dönemlerde ise yönetimi daha da zordur. Dönemin başbakanı Nuri el-Maliki ile düzenlediği basın toplantısında Oğul Bush’a fırlatılan ayakkabı, eğer varsa, bize “demokrasinin sınırlarını” gösteriyor. Ama daha sonra Irak’ta fırlatılan ayakkabılar görmedik, bunun yerine bazıları Başbakan'ın evini bazıları da Bağdat Havalimanı’nı hedef alan füzelerin fırlatıldığını gördük. Muhaliflerin göğüslerine yöneltilmiş makineli tüfekler, susturuculu tabancalar gördük. Bu, demokrasi ve kaos kavramlarının birbirine karıştırılmasıdır!
Dolayısıyla (erdemli şehrin insanları için yazılmış gevşek bir anayasa olan) Irak Anayasasının belirlediği sürelerin ihlal edilmesi ve hükümetin kuruluşunun belirsiz bir süre için ertelenmesi de şaşırtıcı değildir.
O halde, Irak'ı ve İran tarafından silahlandırılan, desteklenen ve yayılmacı bir teokratik siyasi ideolojiye mensup siyasileşmiş güçlerinin bir kısmını neler bekliyor?!
Irak'ın diğer ülkeler gibi bir devlete dönüşmek için kalan enerjisini tüketen sert ve uzun bir iç çatışmaya sürüklenmesi olasılığı göz ardı edilemez. Ancak bu olası ve istenmeyen senaryonun kötülüklerinden komşuları da kurtulamaz. Irak devletinin gevşemesi ve güçsüzleşmesi, gördüğümüz gibi kuzeyde Türk devletine karşı Kürt-Türk muhalefetinin büyümesinin sebebidir. Güçsüzlük ve gevşeklik aynı zamanda batıda DEAŞ’ın palazlanmasının da nedenidir. İran da Iraklı kollarını komşu Körfez ülkelerinde kaos ekmek için kullanabilir. Bu kötümser bir senaryo mu? Olabilir, ama bilge adam güvenlik deliğinden sokulur!
Son söz; bir dönem Hyundai Şirketi’nin başkanı olan Li Myong-bak, “Engebeli Yol” adlı kitabında, Irak'ın (önceki rejimin devrilmesinden önce) yolsuzluktan arınmış bir ülke olduğunu yazmıştı. Bugün ise, Irak Dürüstlük Komisyonu 2021'de resmi olarak 119 bin yolsuzluk dosyası açtı ve bunlardan 54'ü bakanlık yapmış kişilere ait!