Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Siyasi gerçeklik ve emperyalist arzu arasında: Macron

Ukrayna krizinin patlak vermesinden bu yana ABD Başkanı Joe Biden, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin çok yakın olduğunu vurguladı. Buna karşılık Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron krizi çözmenin yolunun diplomasiden geçtiğini savundu. ABD, Ukrayna’ya silah ve teçhizatlarını gönderirken, Macron sadece en üst düzeyde diplomasiyi kullandı. Öyle ki, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i, Ukrayna krizini çözme noktasında diplomasiden yararlanmaya ikna etmek için beş saatini harcadı ama nafile!
Siyasette tarihin görmezden gelinmesi mümkün değildir. Tarihe dönüp baktığımızda Fransa'nın, ABD’lilerin ve İngilizlerin kanlarıyla Nazizmden kurtuluşundan sonra General de Gaulle liderliğinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) karşıt bir yaklaşım izlediği görülüyor. Zira Fransız general NATO'dan çok, İngiltere'den ise daha fazla şüpheleniyordu ve İngiltere’yi ABD’nin Avrupa kıtasının kalbindeki bir truva atı olarak görüyordu. Bu Fransız şüpheciliği, Fransa’nın büyük bir güç olduğu ve özellikle kendi Avrupa evinde liderlik gücüne sahip olduğu yönündeki bir Fransız psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Fransa’nın başkası için bu rolden vazgeçmesi kabul edilebilir bir şey değildi. Bu, de Gaulle’nin tüm çözümlerin denenmesine, peş peşe başarısız oldukları görülmedikçe bu çözümlerin yararsız olduğuna inanmamaya ve başarısızlık aşikar olunca da bunun aslında beklenenin ta kendisi olduğunu vurgulamaya dayalı politikasında görülüyordu. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger bu Fransız davranışının sahiplerinin maddi gerçeği görmediğini, hayal ettikleri gibi gördüklerini ve dolayısıyla bu tutarsızlığın büyük bir başarısızlığa yol açacağını söylemişti.
Fransız siyasetine yönelik bu tanımlamada biraz mübalağa olsa da, inkar edilemez objektif unsurlar içermekte. Zira Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Ukrayna krizinde ve daha önce Orta Doğu’da yaşanan krizlerde ortadaki gerçekleri görmeyip kafasına göre teşhiste bulunduktan sonra çözümler ortaya koymaya başladı. Örneğin Macron’a göre Ukrayna krizinin sebebi bir devletin başka bir devlete saldırmasından ziyade Rusya'nın Avrupa güvenliği için kabul edilebilir bir çerçeveden uzaklaştırılması. Bu demek oluyor ki, NATO, Rusya’nın doğu sınırlarına doğru ilerleyip Rusların askeri ve tarihsel boyutlarıyla orantılı önemli bir role sahip olmadığı birleşik bir Avrupa'ya vurgu yaparak, Rusya'nın Avrupa çerçevesinden çıkarılmasına katkıda bulundu. Gerçeğe tamamen aykırı olan bu görüş ile Ukrayna krizini çözerken Macron, hakikati es geçerek Avrupa güvenliğinin gözden geçirilmesi ve ABD’nin etkin bir katılımı olmadan buna çözüm bulunması noktasına geldi. Bu yaklaşımın Putin’in düşündüğü gibi NATO’nun birliğini parçalayacağı için ABD çözümüyle zımni bir çatışmaya ve aynı zamanda Ruslarda memnuniyete yol açması doğaldı. Bu doğrultuda Macron, Devlet Başkanı Putin ile iletişimini artırdı ve müttefiki ABD’nin, İngiltere’nin, hatta Ukrayna'nın yanı sıra Rusya'nın nüfuzunu yaymasından korkan Doğu Avrupa ülkelerinin görüşlerini dikkate almadan tamamen Fransız çözümleri sundu. Müttefiklerin bu şekilde görmezden gelinmesi, Macron'un şanlı bir tarihe sahip büyük Fransa'yı temsil eden mizacından kaynaklanmaktadır. Bu şekilde Macron Fransa’nın sahadaki rolünü tekrar canlandırıyor. Tarihte daha az gücü ve rolü olan ülkelerin ihtiyaç ve taleplerini dahil etmek zorunda kalmadan, Fransa gibi büyük ve tarihi bir ülkeye ortak çıkarlar temelinde bir rol biçme gücüne sahip olduğunu gösteriyor.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Macron'un Putin'i memnun etmek için toplantılarda sunduğu öneri, Ukrayna’nın egemenliğini ihlal eden Minsk Anlaşması'nı veya Ukrayna için Finlandiya çözümünü uygulamak oldu. Bu son çözüm, Ukrayna'nın tarafsız olmasını gerektiriyor. Böylece NATO, Ukrayna’yı bünyesine katamayacak ve Ukrayna, Rusya'nın çıkarlarıyla çatışan ittifaklara katılamayacak. Bu çözümün sıkıntılarından biri, Avrupa güvenliğine yönelik yeni bir yapı çerçevesinde Fransa ve Rusya'nın çıkarlarını gözetip uluslararası hukuku, siyasi gerçekliği ve ABD’nin yanı sıra İngiltere, Polonya ve Baltık ülkeleri gibi ilgili ülkelerin çıkarlarını göz ardı ediyor olması. Bu düşünce, gerçekçi olmayan ya da hayali bir bakış açısına dayandığı için başarılı olamadı. Nitekim çok geçmeden Ukraynalılar tarafından reddedildi. ABD’liler tarafından eleştiriye maruz kaldı. İngilizler ise bunu Münih Anlaşması kokusunun alındığı bir anlaşma olarak nitelendirdi. Münih Anlaşması’nda saldırganlığını dizginlemek için Hitler'e Çekoslovakya'dan toprak verilmiş, ancak Hitler bunu zayıflık olarak yorumlayarak dünyayı yıkıcı 2. Dünya Savaşı'na sürüklemişti.
Putin'i memnun etmeye çalıştığı ile ilgili bu iddia Macron'u caydırmadı, bilakis şahsi yeteneklere sahip olduğuna, Rusya ile çatışmanın Avrupa’nın güvenliği için zararlı olduğuna ve çok kutuplu bir dünyada Avrupa’nın uluslararası politikada Çin ve ABD’den sonra üçüncü aktör olması gerektiğine dair güvenini artırdı. Macron, Rusya'yı kapsayan yeni bir güvenlik çerçevesi olmadan Avrupa'nın ikincil konuma itileceğini, zayıflayacağını ve çıkarlarını koruyamayacağını düşündü.
Macron’un bu bakış açısı, özünde de Gaulle'nin Slav, Kelt ve Latin ırkları için Atlantik'ten Ural sıradağlarına uzanan birleşik bir Avrupa'ya ilişkin hayali bakış açısını yansıtıyor. Bu bakış açısıyla Macron, uluslararası denklemi değiştirdiğini ve Avrupa'yı bağımlı ve etkisiz olmaktan kurtardığını düşünüyor. Macron’un Moskova'ya yönelmesinin tarihsel gerekçeleri var. Zira Moskova birden fazla kez Fransa'nın müttefiki olmuştu. Macron Putin'in bir düşman değil, Avrupa güvenliği için bir gereksinim olduğuna ve Rusya olmadan Avrupa'nın uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynayamayacağına inanıyor.
Macron’un trajedisi şu ki, bu çabasında Putin’in övgüsünü kazandı. Ancak Putin kendisi için zerre kadar bir şeyden ödün vermedi. Macron Avrupa'ya liderlik edemedi, aksine krizini derinleştirdi. Müttefikleri kendisini, gerçekleri görmezden gelerek ABD’ye karşıt bir tutum sergileyip, Moskova ile yapılan müzakereleri zayıflatarak Avrupa safını bölmekle suçladılar. Tüm bunlar emellerinden birini bile gerçekleştiremeden oldu. Bu, başkalarının Macron’u fırsatçılık ve böbürlenmekle suçlamasına neden oldu. Bu suçlamanın kanıtları Lübnan, Afrika, Libya ve diğer ülkelerdeki tüm güç gösterisi girişimlerinde görülebilir. Yine de Macron büyük Fransa’yı temsil ettiğine ve Fransa’nın bir liderlik rolü olmadıkça, bir ittifakı veya gruplaşmayı kabul etmediğine ikna olmuş bir şekilde kimseyi kaale almadan ilerliyor.
Macron, mağrur olabilir de olmayabilir de. Ancak şu bir gerçek ki, tarih yazmaya çalışıyor ve hayal ettiği gibi de tarih adını büyükler arasına kaydedecek.