Sam Mensa
TT

Ukrayna krizi: Çok sürpriz, az gerileme

Yıllardır uluslararası sistemin çöküşü ve gerilemeleri, ABD’nin yeniden konumlanması, Avrupa’nın acizliği, AB üyeleri arasındaki görüş ayrılıkları, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un tarif ettiği gibi NATO'nun beyin ölümü konusunda karamsar bir hava hakimdi. Ancak, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden günler sonra, öncesinde yazılan analizler selinde tahmin edilemeyen özellikler artan bir hızla ortaya çıkmaya başladı. Dahası bu özellikler uluslararası sahneyi on yıllar boyunca değiştirebilecek siyasi sürprizleri tetikledi.
İlk sürpriz, ABD ve Avrupa yakası ile Batı'nın on yıllar önce yapması gerekeni, geç de olsa başarabilmesiydi. Bu başarının arkasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in kararlılığı, mevcut uluslararası sistemin kurallarını değiştirme çabası, Ukrayna ile olan anlaşmazlığa yaklaşım şekli ve onu işgal etmesi var. Bütün bunlar Batılı liderleri dahi şaşırtacak ölçüde Batı'yı birleştirdi. O zamana kadar haklı olarak çökmüş olarak tanımlanan uluslararası sistem için güçlendirici bir doz gibi oldu. Kendisini yenilemesine ve Batı’nın Rusya’nın askeri gücüne ağır basabilecek yumuşak gücünün etkinliğini ortaya koymasına olanak tanıdı.
Demokrasi, modernite, liberalizm, uluslararası hukuk kurallarına ve devletlerin egemenliğine saygıya karşı tehdit olarak gördüğü şeyler karşısında Batı birleşti. Hem de siyasi duruşlarla sınırlı kalmayan, onları aşarak Ukrayna'ya silah, para, teknik, teknoloji, medya yardımı ve sahip olduğu tüm imkânları sunmaya aktif olarak katılmaya teşvik eden bir birlik ortaya çıktı. İsviçre bile tarafsızlığından vazgeçti. Her zaman en temkinli ve tereddütlü olan Almanya’ya gelince yerleşik kuralları çiğnedi, Ukrayna’ya silah gönderdi, enerji takıntısını yendi ve Avrupalı ​​liderler arasında Şansölye Olaf Schultz, Moskova'ya karşı sertlik konusunda en ön sırada göründü. Yapılan araştırmalar, Batı kamuoyunun demokrasiyi savunmak adına bu duruşların olumsuz yansımalarına katlanmaya razı olduğunu gösteriyor.
Batı, Japonya ve diğerlerinin birliği, askeri ve mali yardımın ötesine geçerek Moskova'nın siyaset, ekonomi, finans, kültür ve spor alanlarında izolasyonuna yol açabilecek eşi görülmemiş yaptırımları uygulamaya soktu. Böylelikle Batı, Rus zenginlerinin parasına ve çeşitli yatırımlarına olan bağımlılığını, enerji güvenliği takıntısından kaynaklanan paniği tedavi etmeye, enerji alanında Rusya'ya olan ihtiyacına çözüm aramaya başlamış oldu.
İlkinden daha az önemli olmayan ikinci sürprize gelince, BM Genel Kurulu'nda Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini 5'e karşı 141 oyla kınayan ve tarihi olarak tanımlanan kararın kabul edilmesidir. Karar bununla da yetinmedi ve Rusya'dan saldırganlığına derhal son vermesini talep etti.
Üçüncü sürpriz Batı kampının dışından geldi ve Pekin'in iki konumdaki yarı tarafsız pozisyonlarıyla vücut buldu. Birincisi, nükleer silah tehdidi üzerine Rusya Devlet Başkanını küresel güvenlikle oynamaktan kaçınmaya çağırması. Diğeri ise Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurul'unda yapılan oylamalarda çekimser kalması.
Dördüncü sürpriz ise Avrupa ve ABD ile arasında birden fazla düzeyde anlaşmazlıkların bulunduğu Türkiye'den geldi. Eski müttefiklerinin yanında hareket eden Türkiye, Montrö Sözleşmesi uyarınca boğazları Rus ve diğer ülkelerin savaş gemilerine kapattı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna'nın egemenliğine ve bağımsızlığına verdiği desteği açıkladı.  Bütün bunlar, Türkiye'nin Rusya ile siyasetin ötesinde ekonomi ve turizme uzanan bağlarına ve Suriye savaşına beraber müdahil olmalarına rağmen gerçekleşti. Türkiye'nin konumu bağlamında, Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orbán gibi Putin ile uyumlu bazı liderlerin de desteklerini geri çektiklerini belirtmek gerekir. Amerikan Cumhuriyetçi Parti liderleri arasında Donald Trump'ı destekleyenler dahi artık onun Putin'in pozisyonlarına duyduğu hayranlığı paylaşmaz oldular.
Yukarıdaki tüm sürprizlerin arkasında olabilecek beşinci sürpriz ise sürmekte olan savaşın sonuçları ne olursa olsun, bir süper gücün ordusu karşısında Ukrayna'nın sergilediği siyasi ve askeri direniştir.
Bu sürprizlerin Moskova'nın planlarını ve hedeflerini etkileyeceği kesin. Bununla birlikte, başta Başkan Putin'in kişiliği, ideolojik hedeflerinin netliği olmak üzere birçok önemli faktör nedeniyle kesin tahmin ve öngörülerde bulunmak da zor. Putin’in ideolojik hedeflerinin başında, Çarlık Rusyası'nın ihtişamını, Sovyetler Birliği'nin nüfuzunu geri kazanmak, kaynaklara hakim ve onları kontrol edebilen, dolayısıyla uluslararası ilişkilerde etkili roller oynayabilen birleşik bir Rus vatanı geliyor. Putin yenilgiyi kabul etmeyen bir lider ve Ukrayna örneğinde, geri çekilmek ona çok şey kaybettirebilir. Bu da onu, Grozni, Halep ve Suriye’nin genelinde tanık olduklarımıza benzer şekilde daha fazla şiddete, ağır yıkıcı silahlara başvurmaya itebilir. Yavaş bir geri çekilme, faydalı müzakerelere geçiş, şu ya da bu şekilde itibarı kurtarma çabası, bu bağlamda Rusya’nın kabul edebileceği en düşük ihtimal olmayı sürdürüyor.
Putin'in kişiliğine ve ideolojisine ek olarak, Atlantik yardımının bolluğuna rağmen güç dengesinin hiç de lehine olmadığı Ukrayna ordusunun ne kadar direnebileceği gibi başka faktörler de krizin seyrini etkiliyor. Ayrıca Ukrayna'ya sunulan silahların niteliği ve niceliği konusundaki sınırların, gerginlik süresinin, risklerinin, şiddet ve yıkımın hızının, bunun Rusya ile Batı arasındaki ilişkilere yansımasının da dikkate alınması gerekiyor. Çatışmanın daha uzun süre devam etmesi halinde başta Çin, Hindistan, İran ve diğerleri olmak üzere iki kampın dışındaki diğer ülkelerin pozisyonlarının ne olacağını tahmin etmek de mümkün değil. İstila sonrası senaryoları ne olursa olsun, işlerin eski haline döneceğini hayal etmek zor ve bu noktada Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in en azından kısa ve orta vadede “dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak” sözlerini hatırlatalım. Çünkü Putin ile normalleşme, önce Ukrayna-Rus krizini her iki taraf için kabul edilebilir temellerde çözmeyi gerektiren zor bir görev haline geldi. Ne var ki, Putin'in bir yandan Avrupa güvenliğini ve dünya düzenini etkileyen Ukrayna'nın ötesindeki hedefleriyle yüzleşmenin karmaşıklığı, diğer yandan Ukrayna'da olanlara benzer maceralara girişmekten kaçınılmasına kıyasla bu, en kolay görevdir.
Sonuç olarak, bir sonraki aşamanın özellikleri gerilim, temkinli olma, güvensizlik, hatta boykot ve siyaset, ittifaklar, ortaklıklar, ekonomi, para ve silahlanma alanında gerektirdiği tedbirlerdir. Buna ek olarak, önemi azalmış olmasına rağmen uluslararası ve bölgesel dosyalar ve yaşanan çatışmalar üzerindeki beklenen etkilerdir.
Bu karanlık tablonun arka planında, bölgede bizi endişelendiren, Ukrayna krizinin her türlü kötü ihtimale açık olan İran nükleer dosyasıyla ilgili Viyana müzakereleri üzerindeki sonuçlarıdır. Bu kötü sonuçlardan biri, 2015’teki anlaşmadan daha kötü bir anlaşma ile sonuçlanacak acele bir uzlaşıya varılmasıdır. Bölge için bu, İran'ın dondurulmuş varlıklarından milyarlarca dolar elde etmesi, kendisine karşı bir dizi önemli yaptırımın kaldırılması ve böylece müttefikleri ile kollarının rollerinin güçlenmesi anlamına geliyor. Bölge için bir diğer kötü sonuç,  İran'ın tavizsizliği, Biden ve yönetimine zarar verecek engelleyici Rus baskısı nedeniyle müzakerelerin aksaması, dolayısıyla Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki mevcut durumun uzamasıdır.
Bölgede bu yönde birçok gösterge gözüküyor. Lübnan’da Hizbullah birçok dosyadaki tavizsiz tutumuna geri döndü. Hizbullah, deniz, doğalgaz ve petrol alanlarının sınırlarının çizilmesi, insansız hava araçlarının üretimi ve kullanımı konusunda yeniden sertleşiyor. Yaklaşan yasama seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun mevcut durumu değiştirmeyeceğine açıkça işaret ediyor. Hasan Nasrallah’ın geçtiğimiz günlerde söylediği gibi Hizbullah, özellikle Ukrayna krizinden sonra silahına sıkı sıkı tutunmakta diretiyor. Suriye'de, ülkenin doğusundaki Amerikan faaliyetlerine karşı Tahran ve Şam arasında açık bir güvenlik koordinasyonu sağlandığı deklare edildi. Irak'a gelince, halen aynı durumda, çatışan taraflar arasındaki anlaşmazlıklar ipinde asılı duruyor.