Sam Mensa
TT

Savaş makinesini durdurmakta Doğu ya da Batı yok

Rusya'nın eski Beyrut büyükelçisi Alexander Zasypkin ile bir radyo programında bir araya gelmiştim. O zaman merakla Rusya'nın Batı ile arasındaki ideolojik bariyerin yıkılması ve Moskova'nın kapitalizme yönelmesinin ardından Batı ile hala ne sorunu olduğunu, Doğu-Batı söyleminde ısrarının sebebini sormuştum. Batı'nın (bu kelimeyi vurgulamakta ısrarcıydı) Rusya'yı tehdit ettiği ve onu zayıflatmaya çalıştığı yönündeki kanaatinin tekrarlanması dışında, ondan net ve tatmin edici bir cevap alamamıştım. Bugün büyükelçi ile bu diyaloğu hatırlamamın nedeni, Ukrayna krizinin bir kez daha Doğu ve Batı adı verilen iki dünyanın arasındaki gerilime yoğunluk kazandırması. Gün geçtikçe devam eden savaşın Moskova ile Kiev arasındaki krizin ötesinde olduğu görülüyor.
Bu bağlamda, Rus tarihinin önde gelen uzmanlarından Stephen Kotkin'in Batı ile ilgili şu tespitine yer vermekte fayda var; “Batı bir dizi kurum ve değerden ibarettir. Batı coğrafi bir yer değildir. Rusya Avrupalıdır ​​ama Batılı değildir. Japonya, Avrupa değildir, ama Batılı bir ülkedir. Batılı kelimesi hukukun üstünlüğü, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı, özel mülkiyet, açık pazar, bireye saygı, fikir çeşitliliği ve çoğulculuk, yararlandığımız ve bazen tartışmasız gördüğümüz, nereden geldiklerini unuttuğumuz diğer tüm özgürlükler anlamına gelir. Batı budur.” Kotkin’in saydığı ülkelere Güney Kore, Tayvan, Hindistan ve diğerlerini de ekleyebiliriz. Aynı zamanda, Ukrayna’nın kendisinin ortak anlamda, bir zamanlar Sovyet yörüngesinde bulunan ve çok geçmeden ondan çektiklerinden kaçarak NATO’ya katılan bir dizi ülke gibi, Doğu kategorisine girdiği de unutulmamalı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kendisi Ukrayna ve halkının Rusya'nın bir parçası olduğunu söyleyerek, etnik-dilsel mensubiyet kriterini, yani mezhepsel olarak Ortodoks Rus ve Slav olduğunu defalarca tekrarladı. Belki de hatalı bir şekilde, Ukraynalıların, ülkelerini Naziler olarak tanımladığı aşırılık yanlıları, fanatikler ve milliyetçiler güruhundan “kurtardıktan” sonra birliklerini çiçeklerle karşılayacağına inanıyordu. Ancak üç haftalık savaşın ardından, Başkan Putin'in öfkesi, gergin açıklamalarında açıkça görüldüğü gibi büyüktü. Tıpkı Ukrayna'daki direnişin büyüklüğü ve şiddeti karşısındaki şaşkınlığı gibi. Bilhassa yaşanan yıkıma, korkunç kayıplara, can kayıplarına ve “kurtarılmak” istenen yerinden edilmiş Ukraynalıların sayısına rağmen seçilmiş hükümetinin çevresinde birlik olan bu direniş, Putin’in Ukraynalıları kurtarma argümanını yerle bir etti.
Terimler ve nitelemeler bir yana, tüm bunlar bizi Rusya ile Batı ülkeleri arasındaki sorunun özüne geri götürüyor. Bu sorun o kadar derin ve karmaşık ki, ortada dönen tartışmada teşhislerde bulunmak artık önceliklerden biri ve önemli olmaktan çıktı. Bahsi geçen tartışmada bir taraf, işlerin ulaştığı noktanın sorumluluğunu sadece Batı’ya yüklerken, diğer bir taraf NATO’nun bir savunma ittifakı olarak genişlemesinin, bugün Rusya'nın egemen bir devlete karşı saldırganlığı ile başa çıkmayı mümkün kıldığını düşünüyor. Polonya veya Baltık ülkelerinin NATO üyesi olmasalardı, şu anda Ukrayna'nın içinde bulunduğu aynı açmaza düşmüş olacaklarına inanıyor.
Bu tartışma şu anda Batı ülkelerindeki fikir ve araştırma çevrelerinde de dönüyor. Bununla birlikte ve bu savaşın nedenleri ne olursa olsun, Büyük Petro'dan, Birinci Aleksandr, Hitler'e karşı kazandığı zaferle Batı tarafından desteklenen Stalin ve bugün emperyal eğilimi ile Putin’e kadar,  Rus dış politikasının devletin sınırlarını aşan yüksek hırs ve emellerden her zaman zarar gördüğü gerçeği var olmayı sürdürüyor.
Bu özelliğe her zaman Rusya'nın en büyük güç olma arzusuyla birlikte bir istisnailik duygusu da eşlik etti. Ne var ki yetenekleri veya gücü yüzlerce yıldır her düzeyde seçkin bir medeniyet ve kültürün taşıyıcısı olma emelleri kadar büyük değildi. Moskova aradaki farkı kapatmaya çalıştıkça sorun daha da derinleşti. Güvenlik kurumlarının devlet içindeki gücü ve özellikle Sovyet döneminde demokrasi ve özgürlüklerin olmaması bu başarısızlığın nedeni olabilir.
Bugün en önemli soru şu; etkili ve nispeten tarafsız Batılı ülkeler, neden olduğu yıkım daha da büyümeden önce Avrupa kıtasındaki bu korkunç savaşı sona erdirmek için Putin'e bir çıkış yolu bulmakta yardımcı olabilirler mi yoksa olamazlar mı?  
Batı, bariz hatta ikna edici nedenlerle Rusya ile savaşa girmemeye ve uçuşa yasak bölge ilan etmemeye karar verdi. Hedef aldığı kişilerin kendisini kapsayabileceğini ve atlatabileceğini göz önüne alarak çatışmanın başlangıcında herkesin beklediğinden daha kapsamlı ve güçlü ekonomik yaptırımlar benimsedi. Zira doğrudan savaşa girmek ve bir nükleer güçle yüzleşmek istemeyenler için yaptırımlar en etkili silah, bu çatışmada kullanılabilecek maksimum araç olmaya devam ediyor. Yaptırımlara ek olarak, Ukrayna'ya yoğun, kapsamlı ve benzeri görülmemiş mali ve özellikle savunma amaçlı askeri teçhizat yardımı yapılıyor.
Geriye krizi çözmek için Çin Devlet Başkanı Şi Jinping gibi onun için dost ve güvenilir şahsiyetlerin katılacağı müzakerelere katılmaya Putin'i hangi yöntemin motive edeceğini belirlemek kalıyor. Bir engel daha var ki, o da Putin açısından müzakereler için doğru zamanın Ukrayna topraklarında daha fazla kazanım elde ettikten sonra olması ihtimalidir. Ama Putin, bir yandan güçlü Ukrayna direnişi gerçeğini, diğer yandan başta ABD olmak üzere Batı’nın kararlılığını hesaba katmadan yapamaz. Ukrayna savaşıyla ABD’nin, Batı liderliğini yenilemesinin yanı sıra dağıldığı ve çöktüğü, hatta bazılarının müjdelediği gibi sona erdiği iddiaları da ortadan kayboldu. Bu doğruysa, en kötüsünden kaçınmak için bir fırsat olabilir. Ulaştığı ciddiyet ve tehlikeden sonra bu krizden çıkış yolları, Batı'nın uluslararası kabul görmüş sınırların ve oluşumların zorla değiştirilmesine izin vermesine veya kayıtsız kalmasına olanak tanımıyor. Putin'in düğmeye basma gücü ve yeteneğine sahip olmasına rağmen, nükleer silahlara başvurma olasılığı da düşük görünüyor. Ayrıca, küresel sistemin bu kriz ile kendisini takviye ettiği ve bir dizi dengeli stratejik sütuna dayalı güçlendirici bir doz aldığı da aşikar. Bunların ilki, transatlantik dayanışmasıdır. İkincisi, Avrupa dayanışması ve Avrupa’nın bağımsızlığının dikkate değer bir şekilde öne çıkması, ABD için önemli ve etkili bir kaldıraç olmasıdır. Bu ikisi kadar önemli olan üçüncüsü,  Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Japonya’ya kadar dünya ülkelerinin Ukrayna’ya verdiği inanılmaz popüler destek ve gösterdiği dayanışmadır. Eskiden Putin'e sempati duyan seslerin zayıflamasıdır. Bu da, söz konusu ülkelerde karar vericilerin görmezden gelmesi zor, büyük bir baskı aracı oluşturdu. Dünya çapındaki bu halk dayanışmasının bir örneği olarak, 165 ülkeden insanlar, daire kiralayan kurumlardan birinin uyguladığı bir program aracılığıyla, çoğu Ukraynalı evlerden oluşan 430 binden fazla rezervasyon yaptırdılar. Elbette niyetleri bu evlerde kalmak değil, sadece evlerin Ukraynalı sahiplerine para bağışlamak. Bu rezervasyonların değeri 17 milyon dolara ulaştı.
Hal böyleyken, müzakere dışındaki tüm çözümler birer felakettir ve en korkuncu da Slav kültürünün dahileri ile seçkin kişiliklerinin beşiği Ukrayna’nın taş üstünde taş kalmamacasına yerle bir edilmesidir. Çünkü Putin, siyasi olarak kaybettiğini ve askeri çözümün başarısız olduğunu hissettikçe, Polonya Cumhurbaşkanının deyimiyle, elinde olan ve henüz kullanmadığı silahlarla, birinci kurbanın, yani boşa harcanan kardeş Ukrayna’nın ıstırap ve acısını ağırlaştırabilir.