Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Washington ne istiyor?

Washington'un Birleşik Arap Emirlikleri’nin Beşşar Esed’i ağırlamasına itirazı, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasındaki yeni bir tuhaflığa işaret ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Esed’in BAE ziyaretinin, derin bir hayal kırıklığı ve rahatsızlığa neden olduğunu açıkladı. ABD Dışişleri sözcüsü; Esed rejimi ile ilişkileri geliştirmek isteyen ülkelerin, Esed’in son on yılda Suriyelilere karşı işlediği suçları ve insani yardımların çoğunun Suriye halkına ulaştırılmasına engel olduğunu hatırlamaları gerektiğini söyledi.  
Aklı başında kimse, Esed’in Suriye halkına uyguladığı vahşetler hakkında ihtilafa düşecek değildir. Kimse ‘Esed okulunun’ icadı olan vahşi uygulamalar dolayısıyla, kendisine açık çek verilmesini de savunmayacaktır. Ancak Esed ile normalleşme hususunda ‘hayal kırıklığı’ yaşayan Washington, Devrim Muhafızları ve onun mezhepçi milislerinin Suriyelilere karşı uyguladıkları vahşeti hesaba katmaksızın, Hamaney rejimiyle normalleşme girişiminde bulunduğunu göz önünde bulundurmalıdır. 
İşin aslı şu ki, İran'ın Suriye'deki kan banyosundaki payı, Esed’in payından daha büyüktür. Esed rejimi, İran milislerinin kararlı müdahalesi olmasaydı ayakta kalamayacaktı. Sonra bu da yeterli olmamaya başladı, Şam’ın yakınındaki el-Gab Ovası’nın düşmesinin ardından, Esed, müdahalede bulunması için Rusya’ya yalvardı. Washington, bir yandan Hamaney’e yumuşak bir açılım sergileyip, Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör listesinden çıkarmayı tartışırken, öte yandan Esed ile normalleşmeye itiraz ederek, nasıl bir tutarlılık sergiliyor olabilir? ABD’nin bu itirazı, eğer Suriye’de net bir politikası olsaydı ve BAE tarafından baltalanmış olsaydı bir yere kadar anlaşılabilirdi. Ancak ABD’nin Suriye'de, halkı daha yavaş bir ölüme mahkum etmek ve ülkeyi İran’ın eline bırakmak dışında bir politikası bulunmuyor.  
Esed'in ziyareti bir dizi gelişmeyle eşzamanlı gerçekleşti:  
1- Rusya'nın Ukrayna savaşıyla meşgul olması, İran’ın Esed rejimi üzerindeki hakimiyetini daha da sıkılaştırmasına olanak sağladı. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, ülkenin tamamen İran’ın eline geçmesini engelleyen bir denge durumu yaratmıştı. Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya’nın meşguliyetinden faydalanarak, Türkiye, ABD, İsrail, İran ve Rusların oturduğu Suriye krizi masasında bir Arap koltuğu elde etmek için girişimde bulundu. BAE, muhtemel bir boşluğu doldurmak için böylesi bir hamle yaptı.  
2- Esed'in BAE Ziyareti, küresel güçlerin İran’la olası bir ‘nükleer anlaşmaya’ varmasından önce gerçekleşti. Eğer nükleer anlaşma olursa İran büyük miktarda nakit rezerve ulaşabilecek ve tabi bu meblağın ciddi bir kısmını, Suriye’deki acil ihtiyaçlar için kullanacak. BAE, her ne kadar Suriye ve İran rejimleri arasındaki tarihi güçlü bağlar nedeniyle bu girişiminin sonuçsuz kalabileceğini öngörse de Suriye rejimine, davranış biçimini değiştirmesi karşılığında alternatif finansal seçenekler sunuyor.  
3- Söz konusu ziyaret, ABD’nin Ortadoğu’dan çekileceği ve başka daha önemli dosyalara odaklanacağı yönündeki söylentiler nedeniyle, Washington ve Körfez başkentleri arasındaki gerginliğin gölgesinde gerçekleşti. Nitekim ABD’nin son dönemlerdeki Ortadoğu politikaları, dolaylı olarak İran’ın bölgedeki nüfuzunu arttırmak dışında bir şeye yaramış değil.  
İşin doğrusu, bölgedeki karar vericilerin masalarında olan ‘açı seçimler’ ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikalarının başarısızlığının doğrudan bir sonucudur. Bu başarısız politikalar sanıldığı üzere Arap Baharı süreci ile değil, 11 Eylül Saldırılarından itibaren başlamıştır.  
ABD ile Ortadoğu’daki müttefikleri arasındaki ‘güven kırılmasının’, Barack Obama yönetiminin 25 Ocak 2011 tarihinde, Mısır’daki stratejik müttefikine yüz çevirmesiyle başladığına inanılır. Ancak bu kırılmanın bir benzerinin, Irak seçimlerinde de yaşandığı göz ardı edilir. 2010 sonlarında Irak’ta İyad Allavi mezhepler üstü bir yaklaşımla yürüttüğü seçim kampanyasında galip gelmeyi başarmıştı. Karşısında Kasım Süleymani’nin adayı Nuri el-Maliki bulunuyordu ve seçim kampanyasını Şiilik mezhebi üzerine kurmuştu. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Iraklıların tercihini adeta duvara çarparak, Allavi’yi dışladı ve Maliki’den yöne bir tutum takındı.  
ABD Irak’ı ‘demokrasi ihraç etme’ gerekçesiyle işgal etti. Iraklılar, bölgeye rol model olabilecek bir şekilde gerçekleşen seçimlerde ne istediklerine karar verdiğinde ise, Washington bu kararın önemli olmadığını gösterdi. Çünkü Irak’tan çekilirken stratejik bir ittifak kurabilmesinin garantisini ancak Tahran’ı rahatsız etmeyecek bir hükümet başbakanı verebilirdi. Biden’ın tercihleri nedeniyle Irak’ta demokrasi baltalandı ve ABD’nin yatırımları rüzgârda savruldu, çünkü Tahran stratejik anlaşmanın yenilenmesine engel oldu. Yani Washington tam olarak ne istiyor?  
Körfez ülkeleri, Washington'un kendileri yerine savaşmasını istedikleri için uzun süredir eleştiriliyor. Husiler Yemen’de siyasi süreci sonlandırarak darbe yaptığında Arap ülkeleri Washington’un kararını beklemedi. Bölgede istikrarın sağlanması için başlatılan Kararlılık Fırtınası operasyonu tamamıyla Arap-İslam ülkelerinin özgün kararı doğrultusunda gerçekleşti. ABD bu defa da böylesi bir karar alınırken yakın müttefik olan kendisine danışılmamasını eleştirdi.  
Bugün Suriye'de; kesinlikle net bir ABD politikası bulunmamaktadır. Bununla birlikte ABD, Birleşik Arap Emirlikleri’ni (Mısır, Ürdün, Irak ve Bahreyn’i) yani Suriye'de kurtarılabilecekleri kurtarmaya ve bir şekilde mazlum Suriye halkına destek olmaya çalışan herkesi sorumlu tutuyor.  Üst düzey bir Körfez yetkilisi bana şunları söyledi: “Obama'yı 8 yıl, Donald Trump'ı 4 yıl bekledik, şimdi de Joe Biden’ı bekliyoruz, ancak Suriye’de hiçbir şey değişmedi. Çok şey yapabilirlerdi ama yapmadılar. Şimdi de bölgemizdeki en büyük mayınlardan birini sökmeye çalıştığımız için bizi suçluyorlar.’’ sahi Washington ne istiyor?