Husam İytani
TT

Lübnan seçimleri: Hıristiyan ve Sünnilerin performansına dair bir değerlendirme

Lübnan'daki gelecek parlamentonun en iyi ihtimalle 2018'de seçilen parlamentonun kötü bir kopyası olacağı kuvvetle muhtemel. İçlerinden pek çoğunun dikkatlerden kaçtığı kamuoyu yoklamaları ve seçim meselesiyle ilgilenenlerin tahminleri, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak seçimlerin sonuçları hakkında iyimser değil.
Seçimler iki büyük mücadeleye tanık olacak; Hıristiyanların oyları ve Sünni halkın akıbeti. Cumhurbaşkanı’nın damadı Cibran Basil başkanlığındaki Hristiyan Özgür Yurtsever Hareketi'nin şansı yaver gitmiyor. Bir önceki oturumda, hareketin 2005 yılında Hıristiyanların oylarıyla getirdiği tsunami dalgasının gözle görülür bir biçimde gerilediği görüldü. Lübnan Kuvvetleri Partisi dikkate değer bir ilerleme kaydetti. Tahminler şu anda gidişatın aynı şekilde devam edeceğini, derinleşeceğini ve 2019 Ekim ayaklanmasından beri Avn’ın partisinin aldığı bir dizi darbenin ardından Lübnan Kuvvetleri Partisi’nin, 2022 parlamentosunda Hıristiyanların en büyük temsilcisi olacağını gösteriyor.
Özgür Yurtsever Hareketi, Avn’cılar ile Hizbullah arasındaki ‘Mar Mikhael anlaşması’ gibi imkansız görünen şeyleri kabul eden Hıristiyan kamuoyunun desteğini geri kazanmayı başaramadı. Ancak o zamandan beri durum değişti ve elektrik üreten Türk gemilerin getirilmesinden tutun, nehirlerdeki başarısız barajlar silsilesine ve Avn’cıların, Mişel Avn’ın cumhurbaşkanı makamına gelmesi için ezeli düşmanları ile ittifak kurdukları cumhurbaşkanlığı uzlaşmasına kadar Özgür Yurtsever Hareketi’nin yönetimdeki tüm yolsuzluk faaliyetlerine karıştığına dair kanıtlar ortaya çıktı. İşte büyük felaket burada. Zira Lübnan halkının çoğu, şu anki döneme damgasını vuran ve bu dönemi Lübnanlıların hayatlarını darlamaya başlayan sonsuz bir dizi ekonomik, siyasi ve toplumsal felaket haline getiren büyük başarısızlık konusunda hemfikir.
Özgür Yurtsever Hareketi’nin Hizbullah ile yaptığı ittifak Hıristiyanların sırtına ağır bir yük bindirmiş oldu. Zira Hizbullah’ın devleti ve kurumlarını ele geçireceğine ilişkin söylemlerin genelleşmesi ve bunun Sünni-Şii çatışmasının bir parçası olarak tasvir edilmesinin ardından bu ittifakın bedelini ve Hıristiyanlar için yarattığı somut tehlikeyi fark ettiler. Lübnan'ın Arap ülkelerinden izole olması, bazı Hıristiyan politikacılar ve iş insanlarına uygulanan Batı yaptırımları, geçtiğimiz ekim ayında Ayn er-Rumana ile Et-Tayyuna bölgelerindeki çatışmalar ve Hizbullah’ın bazı Hıristiyanların kendilerinin hedef olduğunu düşündüğü Ağustos 2020'deki Beyrut bombalamasındaki rolü; bunların hepsi Hizbullah ile ‘uzlaşanlara’ oy vermeden önce Hıristiyan seçmeni bir kere daha düşündürecek şeylerdir.
Seçim mücadelesinin Sünni tarafında işler karmaşık ve çetin. Çünkü eski Başbakan Saad Hariri'nin siyasetten çekilmesi ve olup bitenler, Sünni Müslümanların seçimleri boykot etmesinin doğru bir tutum olduğu izlenimini verirken, Müstakbel (Gelecek) Hareketi'nin tutumunu temel alarak boykotu meşrulaştırmak anlaşılır, hatta mantıklı görünmüyor. Mevcut parlamentoda şu ya da bu şekilde Hizbullah’ı destekleyen ve dolayısıyla geçmişte tüm Sünni koltukları elinde tutan Müstakbel Hareketi’ne sadık olmayan 11 Sünni milletvekili varken, bir sonraki parlamentodaki Sünni milletvekillerinin çoğunun öyle ya da böyle Hizbullah’ı desteklemesi muhtemel. Nitekim birçok Sünni bölgesinde seçim listeleri, Hizbullah yetkililerinin doğrudan gözetimi altında oluşturuluyor.
Sünni sahadaki bölünme sadece Hariri'nin siyasetten çekilmesinden kaynaklanmıyor. Bunun olmasında Hariri liderliğinin yıllar önceki çöküşü, etkisinin azalması ve siyasi bir etkiden yoksun duygusal bir durum olarak kalması da dahil olmak üzere birçok faktör rol oynuyor. Buna ek olarak Lübnan'ın Sünnileri, Meşrik (Doğu) Arap bölgesindeki Sünni toplumlarının birçoğuna benzemiyor. Diğer gruplar gibi hizipçi taassup, akrabalık veya kan bağı ile birlik oluşturmuyorlar. Bu da Sünnileri birleştirmeyi zor bir görev haline getiriyor ve Hizbullah ile çatışmayı yönetirken öne çıkan zayıflık bir yana, eski Başbakan Refik Hariri'nin suikaste uğraması ve siyasi mirasının rüzgarla birlikte saçılmasından bu yana görülmeyen büyük bir siyasi proje gerektiriyor.
Bu iki özellik -hizipçi yakınlığın ve bir projenin olmaması - sahiplerinin pozisyon ve rol arayışı içinde olduğu birçok olguya Sünni mezhebinin kapılarını açmaktadır.
Bu, kendilerini ‘Ekim ayaklanması’nın tarafı olarak addeden grupların ve muhalefet güçlerinin (kötümserlerin uyardığının aksine gerçekleşirse) seçimlerde ilerleme kaydedebilecekleri anlamına mı geliyor? Mezhepsel ve bölgesel hareketlilik, Lübnan'da bir felaket yaşanmamış gibi geleneksel liderlerin faaliyetlerine kaldıkları yerden devam etmeleri ve vatandaşlar arasında yaygın bir biçimde görülen yoksulluğun büyük çapta oy satın almak için sömürülmesi; bunların hepsi ister ‘Ekim ayaklanması’nın güçlerinden olsun, ister bu ayaklanmaya desteklerini açıklayanlardan olsun, muhaliflerin zorlu bir savaşla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ortalıkta dolaşan tahminler, muhaliflerin yaklaşık 10 koltuk elde edebileceğini gösteriyor. Ancak bu 10 sandalye, mevcut otoritenin söyleminin onlarca yıllık hegemonyası karşısında kaybedilebilir.