Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Güçlü devlet ve ittifakların dönüşü

Francis Fukuyama, makalesinde ülkelerin iç koşullarının ve küresel durumların güçlü bir devlet ve güçlü bir siyasi yönetimin varlığını gerektirdiğini söyledi. Bu, daha önce Devlet veya Politik Sistemin Yükselişi ve Düşüşü (2015) adlı kitabında vardığı sonuçla çelişiyor. Ona göre Rusya ve Çin gibi saldırgan eğilimlere sahip güçlü ülkeler, düzeni ve demokrasiyi savunmak için güçlü bir devleti ve güçlü bir yönetimi gerektiriyor.
Bu, ABD’den başka kim olabilir? Amerikan kamuoyu artık hariçteki savaşları desteklemiyorsa da yönetim askeri gücü geliştirmeye yönelik çalışmalarını sürdürüyor, Çin, Rusya, Japonya, Avustralya, Hindistan ve bugün Avrupa ve NATO ile ittifakları güçlendirmek için çalışıyor. Biden, NATO ve G7 toplantısı için Avrupa'ya gitti. Yeniden bir soğuk savaş mı yoksa? İlki 1950’lerde Kore çevresinde başlamıştı. Ukrayna'daki savaş yeni bir soğuk savaşın habercisi mi? İkisi arasındaki fark gerçeklerde ve taktiklerdedir. Birincisinde büyük güçler çoğunlukla müttefikleri kullandılar. Bugün ise, Rusya ile Ukrayna arasında olduğu gibi büyük güçler kendi başlarına savaşıyorlar. Diğer bir fark ise, yeni savaşların ideolojik bir örtüsünün olmamasıdır. Geçmişte kurtuluş ve sosyalizm kılıfı vardı. Bugünkü savaşlara gelince, hepsinin kaynaklar ve stratejik alanlar için yürütülen bir mücadele olduğunu görüyoruz. Bugün sosyalist devlet (Çin) ile kapitalist devlet (ABD) arasında hiçbir fark yok.
1980’lerde Başkan Reagan, Sovyetler Birliği'ne karşı Yıldız Savaşları'nı körüklerken, partinin elinde bulunan küçük yönetime sahip bir devlet retoriği yükseldi. Devletin koruma ve disiplin konusundaki yetenekleri sorulursa, cevap her şeyi düzenleyenin piyasa olduğu olacaktır. Dünya büyük şirketler tarafından yönetiliyorsa da devletin buna ihtiyacı yok. Huntington ve Fukuyama gibi sağcı teorisyenler, liberal demokrasinin tarihi bitiren bir zafer kazandığını ve çatışmaları uygarlık çatışmalarına dönüştürdüğünü söylediklerinde devletle ilgili mesele daha karmaşık bir hal aldı. Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya bile Batı Yahudi-Hıristiyan medeniyetinin bir parçası haline geldi. Konfüçyüsçü-Budist Çin, ekonomik gelişimiyle bu medeniyetin bir parçası olmaktan çok uzak değil. İslam dışında hiçbir şey bu birliğin dışında kalmadı ki, şüphesiz onun da Batı medeniyetinin yasalarına tabi olması gerekecek. ABD, teröre karşı çatışmaların ve mücadelelerin ortasında, savaşlarını Ortadoğu'da ve İslam dünyasında yürüttü. ‘Hegemonya’ için şiddetli savaşlar olduğu sürece, devletin zayıflatılması veya yönetimlerin küçültülmesi nasıl düşünülebilir? Demokrasi ideolojisi ve medeniyetler çatışması, sadece İslam söz konusu olduğu zaman kullanılıyor. Çin ile rekabet hakkında konuşulduğunda, ideoloji Amerikan piyasa güçleri lehine ortadan kalkıyor. Rusya bile NATO'ya girebilir. İdeolojiler intikam amaçlı kullanılan bir oyun haline geldi. Milletlerin davaları, dinlerin ve kimliklerin rol oynadığı mağduriyetlerinin ise (örneğin Filistin'deki Yahudi devleti), bazen zorunlu bazen de önemsiz birer istisna olduğu söylenmektedir.
Medeniyetler çatışması tartışmasının ortadan kalkması on yıldan fazla sürmedi. Ardından güçlü bir devletin gerekliliklerinden bahsedilmeye başlandı. Artık demokrasi ve onun korunmasından bile rahat bir şekilde söz edilemiyor. Stratejistlerin gözünde bunun sorumluluğu Rusya'ya aittir. Rusya, Suriye'de, Ermenistan'da, Azerbaycan'da ve şimdi de Ukrayna'da askeri güç kullanıyor. Dolayısıyla milliyetçi ya da milliyetçi olmayan güçlü devletler aracılığıyla güçlü devletle ya da Rus milliyetçiliğiyle yüzleşmek gerekiyor. Yalnızca bu da değil. Obama ve Trump'ın Ortadoğu ve Avrupa'dan çekilme politikasının süresi doldu. Çatışmaların doğasının değişmesinden sonra, tartışmalarda değişmeyen tek şey olarak İran kaldı. Güçlü devlet söyleminin yeniden gündeme gelmesinden sonra ittifaklardan, onların yeniden kurulmasından veya güçlendirilmesinden söz edilmeye başlandı. Çin-Rus ittifakı uluslararası siyasette bir gerçeklik haline geldi. Şu anda iki taraf, ittifakın İran kanadından bahsediyorlar. ABD, Avustralya, Japonya ve Hindistan ile askeri bir ittifak kurarak bununla karşı karşıya geliyor. Ardından orta ve küçük devletlerin sınırları ve egemenliği sorgulanmaya başladıktan sonra, NATO'nun gücünü yenileme sırası geliyor. Bu, 23 Mart’ta Brüksel'deki NATO toplantısında ve G7 Zirvesi’nde açıkça görüldü. Burada ittifakların üyesi olan devletler ile tek devletler arasında rekabet vardır. Almanya ordusunu güçlendiriyor, fakat aynı zamanda NATO'daki harcamalarını artırıyor ve Fransa ile birlikte bir Avrupa ordusu yaratıyor.
Arap ülkelerindeki ve Afrika'daki silahlı hareketlerin anlamı hakkında yeni bir düşünce var. Bu hareketlerin devletlerin zayıflaması (Suriye, Irak, Libya ve Lübnan) veya bir devlet tarafından desteklenmesi (İran) durumunda ortaya çıktığı ve genişlediği söyleniyor. Oysa daha önce silahlı hareketler dünyanın güvenliği için ortadan kaldırılması gereken İslam’daki patlamalar olduğu söyleniyordu. Artık mülteci akışının durdurulması ve istikrarın sağlanması için devlet gücünün yeniden tesis edilmesi gerekiyor ve dünyanın güvenliğini Çin, Rusya ve İran tehdit ediyor.
Peki, tüm bunlar Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına irca edilebilir mi? Rus saldırısı, birçok önemli noktada Amerikalıların ve Avrupalıların stratejilerini değiştirdi. Daha önce başarısız ortaklıklar gündemdeydi şu anda ise öncelik, kendini ve bölgeyi korumaktır. Böylece ABD ve Avrupa’nın öncelikleri değişti. Peki bu yeni durumun göstergesi ne olacak? Soğuk Savaş siyasetine geri mi dönülecek? NATO yenilenirken, kimliklerin Avrupa Birliği konusundaki şikayetleri bitecek mi? NATO savunma veya önleyici savaş politikalarına geri dönecek mi? Çinliler ve Ruslar buna ne şekilde cevap verecek? Uzun süredir devam eden stratejik sabrın ardından İran'la sükûnet ve uzlaşma politikaları bundan etkilenecek mi?