İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Lübnan seçimleri üzerinden Viyana sonrasının özelliklerine bakalım

Lübnan'da seçmen listelerinin kayıtları için geri sayım (son tarih 4 Nisan Pazartesi gece yarısı) hızlanırken, daha oy kullanma merkezleri açılmadan önce halkın iradesiyle oynayan bir seçim yasasının kabul edilmesinin ardındaki amaç hakkında daha fazla bilgi ortaya çıkıyor.
Bu, kalıcılığını garanti altına almak, Lübnan'ın, açıklanmış hedefi Ortadoğu'nun çehresini, kültürel kimliğini, hatta demografisini değiştirmek olan bölgesel bir sisteme bağlanması ile sonuçlanacak seçim sonuçları ışığında sürekliliğini pekiştirmek isteyen bir işgal gerçeğinin dayattığı bir seçim yasasıdır.
Egemen işgalci gücün “saflarının birliğini” güçlendirirken, rakiplerini parçalayan, bölen, açık araçlar ya da gizli aracılar veya yoksun ve umutsuz insanlara boş hayaller ve sloganlar satan anlık fırsatçılar aracılığıyla kalelerini içeriden dinamitleyen bir seçim yasasıdır.
Bu saatlerde Lübnanlılar, kimisi nispet yapmak için hazırlanmış, kimisi de iş işten geçmeden alelacele yeniden derlenmiş listelerin açıklanması için geri sayıyor. Gelgelelim, güney ve kuzeydoğu Lübnan'daki "Şii İkilisi"nin kaleleri dışında, herkes biliyor ki, tek bir dini grubun ağırlık sahibi olduğu birçok seçim bölgesinde, tercihli oyun yol açtığı çarpık orantılı temsil nedeniyle bir listede ortak olan isimler aynı zamanda rakip ve hasım olacaklar. Listelerden her birinin “liderler” ve “figüranlar” veya subaylar ve askerlerden oluşan hibrit bir yapıda olmasının sebebi budur.
Bu gerçek, Hizbullah'ın kendi mezhepçi kalelerini neredeyse tamamen kapatması karşılığında, diğer Lübnan bölgelerini aynı dini gruptan adaylar için bile bir çatışma arenasına dönüştürme olanağı tanıyacak. Bu da, seçimlerin Fransa ve ABD’nin hakkında sessiz kaldığı İran projesinin Lübnan meclisini kuşatması dışında bir sonucunun olmayacağı anlamına geliyor. Önümüzdeki sonbaharda yeni cumhurbaşkanını seçecek olan da aynı meclis. Böylece, ilk olarak meclis -belki de üçte iki veya daha fazla bir çoğunlukla- ardından cumhurbaşkanlığı makamı üzerindeki denetim sıkılaştırıldıktan sonra, Lübnan bölgede genişleyen "Devrim Muhafızları" devletine nihai bir şekilde bağlanacak.
Lübnan'da düşünen birçok insan bugün meşru sorular soruyorlar ve bu sorulardan birkaçı şöyle: Ülkedeki yoksulluk sınırı yukarı doğru tırmanıyor, geçim krizi vatandaşları boğuyor ve orta sınıfı ortadan kaldırıyor, ülkenin ekonomik, eğitim ve sağlık tesislerini felç ediyor, en iyi yeteneklerini kovarak uzak gurbetlere gönderiyor ise listelerin düzenlenmesine ve kampanyalarının finansmanına harcanan para nereden geldi? Krizin özünü ve sorunun kökenini görmezden gelerek düşler ve yanılsamalar satan, sorunun adını koymak yerine “yolsuzluk sistemi” ve “hepsi yani hepsi” gibi kamufle edilmiş terimlerin arkasına saklanan bu siyasi para nereden geldi?
Siyasi sınıfın üyelerinden ya da onlara karşı ayaklananlardan olsun ayaklananların, gittikçe kötüleşen sefaletin ortasında, herkesi avlamaya hazır işgal “canavarına” karşı sağlam ve kenetlenmiş cepheler inşa etmek için kendi aralarında henüz asgari “ortak paydalar” bulamamaları inanılır bir şey mi?
Kolektif hafızanın, karşılıklı güvenin, mantıklı yaklaşımların, siyasi gerçekçilik hesaplarının, intihar edecek veya anavatanı bu şekilde katledecek kadar kaybolması doğru mudur?
Bu sözler biraz sert olabilir, çünkü Lübnanlıların karşı karşıya oldukları, sevgili Irak ve bir dizi kardeş Arap ülkesindeki kardeşlerinin de karşı karşıya oldukları şeylerdir. Lübnan'ın kriz içindeki Arap çevresinden izole bir ada olmadığını anlıyoruz. En azından 2005'ten bu yana onu çevreleyen tehlikenin İran'ın 1979'da başlayan ve birçok duraktan geçen, İran liderliğinin iniş ve çıkışlarından - ne yazık ki - bizden daha fazla ders aldığı "devrimi ihraç etme" projesinden hiçbir zaman ayrı olmadığını kavrıyoruz.
Şimdi de, Rusya'nın yan tarafındaki maliyetli bir savaştan, doğu ve batıdaki amansız Çin genişlemesine kadar, kuvvetli rüzgarların çekiştiği bir dünyada, çıkarlarımızı yeniden tanımlamak, ittifaklarımızın ve düşmanlıklarımızın sınırlarını yeniden çizmek için gerçekçi, ciddi hareket noktaları arıyor, halklarımızın bedenleriyle ve oluşumlarımızın ekonomileriyle mücadele ediyoruz.
Biz tüm bunlarla meşgulken Tahran'daki liderliğin, kendi sorunlarını ihraç etme, başkalarının şehirlerinde ve kırsallarında savaşma, büyük güçlerle kabul etmemiz hatta öğrenmemiz gereken bir başarıyla çıkarcı ve şantajcı ilişkiler kurma stratejisine dayalı stratejik hedefine ulaştığını görüyoruz.
Gerçekten de Joe Biden yönetimi gibi bir Amerikan yönetimi Tahran'ın hesaplarına bağlı kaldığında, Avrupa güçleri - neredeyse istisnasız olarak - Tahran'ın Arap bölgesi ülkelerinin egemenliğini ve istikrarını tehdit eden, silah zoruyla iç politika mekanizmalarının kılcal damarlarını kontrol eden mezhepçi milislerine sessiz kaldığında, artık yanılsamaya yer yok demektir. Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri çok yakın ve Fransızlar ırkçılık teknesine binme riskini almadıkça Elysee Sarayı sakini değişmeyecek gibi görünüyor. En yakın Amerikan seçimleri ise Kasım’daki “ara seçimler” ve Cumhuriyetçiler bu seçimlerde Kongre'nin kontrolünü yeniden ele geçirmeyi başarırlarsa Demokrat yönetimin konumunu zayıflatabilirler. Ancak bu değişimden umutlu olanlar, Tahran ile ilişkilere yaklaşımda umut edilen değişimin de çok geç kalmaması konusunda iyimser olmalılar.
Öte yandan, Ukrayna savaşının uluslararası alanda, özellikle de Moskova'nın Suriye'de bulunduğu, İsrail, Türkiye ve tabii ki İran ile ilişkilerinin olduğu Ortadoğu'da birçok etkili oyuncunun önceliklerini yeniden belirlediğine ve belirlemeye devam edeceğine şüphe yok. Moskova bu savaştan NATO’yu (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) sınırlarından uzaklaştırmakla yetinen sınırlı da olsa bir siyasi başarı ile çıkarsa, bundan sonra Ortadoğu'ya yönelebilir. Washington'un politikalarının olası sonuçları pahasına, kendi çıkarlarını yeniden formüle etmeye çalışabilir.
Diğer yandan, Washington ve Avrupalı ​​güçlerin, Rusları kuşatmak amacıyla Çin ile dayanışma üzerine bahse giremeyecekleri şu ana kadar açık ve net görünüyor. Bu noktada Pekin'in hesaplarının, tamamen Çinli stratejik hesaplar olduğu aşikar. Bunların başında da Batı Asya ve Ortadoğu dahil olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde Çin'in artan rolünü teyit etme ısrarı geliyor.
Evet, Tahran projesinin bölgemizde kaydettiği ilerleme gerçek bir ilerleme ve uluslararası destekle -ya da suç ortaklığıyla diyelim- elde edildi. Bu ilerlemenin önümüzdeki haftalarda ve aylarda konsolide edilmesini bekleyebiliriz. Öte yandan, Tahran tüm ipleri tekelinde tutmuyor ve onu destekleyen Batı demokrasileri ona "açık çek" sunmuyorlar, çünkü bunlar tam da demokrasi oldukları için iktidar değişimine mahkumlar. Kendisini ve bölgeyi Tahran'ın karanlık tahakkümünden kurtarmak isteyen herkes için rasyonel seçimlerin gücü işte burada saklı.