Sözlüklerde “harem” (ç.n: Arapçada kampüs anlamına gelmektedir) kelimesi, sığınak, korunak veya kutsal mezar, ihlal edilmesi caiz olmayan yer demektir ve çoğulu ahram ve hurumattır. Bir üniversite binasını harem olarak tanımladığımızda, ibadet yerlerine tanınan kutsallığa benzer şekilde, ona bilinçli olarak ihlallerden uzak kutsal bir nitelik aşılıyoruz demektir.
Bilim mekânlarının kutsallığı ve dokunulmazlığı onları, orada bulunanları ve ikamet edenleri korumak, güven sunmak, hükümetler, güvenlik teşkilatları ve diğerleri tarafından temsil edilen dış müdahale korkusu olmadan görev ve misyonlarını yerine getirmeleri için onlara gerekli özgürlükleri vermek için tesis edilmiştir.
Üniversitelere tanınan bu kutsallık ve özgürlükler, onların diğer devlet kurumlarından üstün olmalarına olanak tanıdı. Aynı zamanda onları yüksek bir konuma yerleştirdi, çünkü üniversiteler bireyleri eğitmek, aydınlatmak ve geleceğin liderlerini yaratmak için uygun bir ortam yaratmayı amaçlayan bilgi ve aydınlanma merkezleri, çeşitli görüşlere açık platformlardır. Bu amaçla üniversiteler, işlerini dış müdahale olmaksızın yönetmelerine, programlarını geliştirmelerine ve kendilerini kimin yöneteceğini seçmelerine olanak tanıyan bağımsızlık avantajına sahiptirler. Bu bağımsızlık aynı zamanda üniversitelerin kendi duvarları dışındaki gerçeklikten, yaşanan gelişmelerden ve olaylardan soyutlanması, ayrılması anlamına gelmiyor. Hatırlatmak gerekirse, 1968'de Fransız üniversite öğrencileri ülkelerindeki değişim hareketine öncülük etmeyi ve dönemin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'ün iktidarını devirmeyi başarmışlardı. Arap dünyasında, Kahire ve diğer Mısır şehirlerinin sokaklarında gösteriler düzenleyen, ülkelerinin topraklarını işgal eden Siyonist düşmana karşı savaş talep eden Mısırlı üniversite gençliğinin devrimini unutamayız. Ülkelerinin siyasi liderliğine uyguladıkları yoğun baskı, İsrail'e karşı savaş hazırlıklarının hızlandırılması ve 1973 savaşında Sina'nın özgürleştirilmesi ile sonuçlanmıştı. Fransa ve Mısır'dan önce, Vietnam'daki savaşın sona ermesini talep eden sivil itaatsizlik hareketine liderlik etmede Amerikan ve İngiliz üniversitelerinin rolünü kim unutabilir? Bunlar gibi başka birçok örnek var.
Üniversite yönetimine verilen en önemli görevlerden biri, üniversitelerin kendi içinde karşılaştıkları tüm sorun ve krizleri, ülkenin diğer kurum ve kuruluşlarından yardım istemeye gerek kalmadan çözebilme gücüdür. Bu gerçeğin göz ardı edilmesi, sorunun daha da karmaşıklaşmasına yol açmakta, başka yerlere yayılmasına katkıda bulunmakta, üniversite yönetimini zayıf ve beceriksiz duruma düşürmektedir. Kuralları ve düzenlemeleri ihlal ettiği, güvene ihanet ettiği ve dış müdahalelere kapıları ardına kadar açtığı için onu kınamaların hedefine yerleştirmektedir. Polis dahil olmak üzere güvenlik servislerinin rolü, üniversitelerin kapılarını bir santim bile aşmamalıdır. İçinde meydana gelen gerilimler, sorumlularının kontrolüne ve bilgeliğine tabi kalmalıdır.
Bu girizgâh göreceli uzunluğuna rağmen, tarihsel arka planı açıklığa kavuşturmak ve Amerikan ve İngiliz üniversitelerinde neler olup bittiğini, İsrail'in Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırım savaşının ortaya çıkardığı yeni çağrışımları anlamak için gerekli görünüyor. Bu savaş nedeniyle üniversitelerde yaşananlar, yönetmeliklerin ihlaline ve yetkililerin talebi üzerine polisin üniversite kampüsüne müdahalesine, Gazze'deki savaşın sona ermesini ve üniversitelerinin İsrail hükümetini siyasi ve mali açıdan destekleyen Amerikan ve İngiliz kurum ve şirketleri ile iş yapmalarının yasaklanmasını talep eden protestocu öğrencilerin gözaltına alınmasına yol açtı. Öğrencilerin protestoları, üniversiteleri baskı altında ve görevleri, hedefleriyle çelişen talepler ile karşı karşıya bıraktı.
Olayların merkezinde en büyük ve en liberal Amerikan üniversitelerinden biri var: New York City'deki Columbia Üniversitesi. Protestocu veya isyancı öğrencilere yöneltilen suçlama ise antisemitizmdir. Bu yeni değil ve Yahudi düşmanlığı anlamına geliyor. Elbette dünyanın çeşitli üniversitelerinde ve aynı şekilde Columbia Üniversitesi'nde de bu pis bataklığa kasıtlı olarak girenler var. Peki ama ne ölçüde, nereye kadar giriyorlar ve etkileri nelerdir?
Columbia Üniversitesi'ndeki protestolar Yahudilere karşı değil, İsrail hükümetine karşıdır. Burada İsrail hükümetinin işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistin halkına karşı uyguladığı saldırgan ve ırkçı politikalara karşı çıkmaya cesaret eden herkesi suçlamaya yönelik kasıtlı bir kafaları karıştırma çabası var. İlginç olan, aynı üniversitedeki Yahudi öğrencilerin de basında çıkan pek çok haberin belirttiği gibi, protestocu öğrencilerle dayanışma içinde olmaları ve onların taleplerini desteklemeleri. Ayrıca öğrencilerden Gazze Şeridi'nde sivillere karşı yapılan katliamları görmezden gelmelerini istemek, kelimenin tam anlamıyla protestoculardan öğretmenlerinin onlara öğretmek ve eğitmek için çok çalıştığı her şeyi görmezden gelmelerini, bu üniversite binasının tarihsel olarak sütunlarını oluşturan liberal ilkelere ihanet etmelerini istemek anlamına geliyor. Zira Columbia Üniversitesi aydınlanma fikirlerinin, insan hakları meselelerinin savunuculuğunun, sömürgeciliğin ve işgalin her biçimine yönelik kınamaların kalesidir. Şubat 2022'de Rus güçleri Ukrayna topraklarına saldırdığında, Columbia Üniversitesi öğrencileri işgali kınayanların başında yer aldılar, Ukrayna halkının yanında durdular ve desteklediler. O halde üniversite yönetimi, Amerikan hükümeti, Temsilciler Meclisi Başkanı ve diğerleri neden onların öğrendiklerini uygulama, dünyada olup bitenlerle ilgilenme, İsrail işgaline karşı çıkıp kınama, Gazze'ye saldıranlardan hesap sorma talebinde bulunma haklarını reddediyorlar?