Zuheyr el-Harisi
TT

Lübnan Arap kucağına geri dönecek mi?

Lübnan halkının çektiği çetin geçim sıkıntısı ve zorluklar, alıştığı hayal kırıklıkları, umutsuzluk ve üzüntü, yaklaşan seçimlerle ilgili haberler, hükümetteki garantili üçte bir ve engelleyici üçte bir hikâyesi, Hizbullah’ın, kâbusu olan silahlı gücünün engellenmesi ve kısıtlanması, tehditkâr söylemler, yıldırma ve göz korkutmalar arasında Lübnan, bir kısır döngü içinde dönüyor. Çünkü Hizbullah'ın her şeye hâkim olmasının yanı sıra, Lübnan’ın egemenliğini ihlal eden ve siyasi kararına el koyan İran müdahaleleriyle birlikte boyu ve derinliği gittikçe artan bu karanlık tünelden çıkma umudu yok. Tüm bu olumsuzlukların ortasında dün, Lübnanlılar ve Araplar için bir sevinç kaynağı olacağını tahmin ettiğim bir haber aldık; Suudi Arabistan ve Kuveyt büyükelçilerinin Beyrut'a geri dönüşü. Bu geri dönüşün nedeni bence Lübnan halkının içinde bulunduğu zor durumda yanında yer almaktır. Ilımlı siyasi güçleri, ulusal liderleri ve hükümeti, Lübnan vatandaşına karşı ulusal sorumluluklarını hissetmeye ve mevcut krizinde ona yardım etmeye zorlamaktır.
Duyuru birçokları için sürpriz olmadı, çünkü onlar için büyük yürekli ülkenin büyüklüğü ve teamülleri tecrübeyle sabit. Suudi Arabistan genellikle Lübnan'a karşı ilkeli ve kurtarıcı bir duruş sergiledi. “Lübnan'daki ılımlı ulusal siyasi güçlerin çağrılarına” son zamanlarda verdiği yanıtın kanıtladığı gibi siyasi, maddi ve manevi olarak her zaman Lübnan halkının yanında oldu. Nitekim Lübnan Başbakanı’nın bilhassa hükümetinin "Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle iş birliğini güçlendirmek, Suudi Arabistan ve KİK ülkelerini hedef alan tüm siyasi, askeri ve güvenlik faaliyetlerini durdurmak için gerekli önlemleri alma” konusundaki kararlılığını teyit etmesinden sonra, Beyrut'a büyükelçisini geri gönderdi.
Tarih sayfaları, Suudi Arabistan'ın Lübnan'a olan ilgisini ve ona verdiği önemi somutlaştırıyor. Bu nedenle, her zaman onu terk edemeyeceğine ve açgözlülerin avı olmasına izin veremeyeceğine inandı. Lübnan'ın yeniden inşası ve bundan önce de pek çok masum cana mal olan iç savaş felaketini sona erdirmek için Taif Anlaşması aracılığıyla siyasi uzlaşmaya teşvik etme yoluyla tüm Lübnanlıları destekledi. Suudi Arabistan tarafından yayınlanan açıklamada zikredilen talep ve dilekler, Suudi Arabistan’ın Lübnan halkına yönelik samimi ve ciddi yönelimlerini açık ve net bir biçimde gözler önüne seriyordu. Açıklamada; ” Lübnan Cumhuriyeti'nin ulusal kurum ve kuruluşlarıyla birlikte Arap derinliğine geri dönmesinin önemi, Lübnan'da barış ve güvenliğin hâkim olması, halkının anavatanında istikrar ve güvenliğe erişmesi temennisi” vurgulandı.
Suudi Arabistan hiçbir zaman ilgi odağı olma ve parlak sloganlar atma arayışında olmadı, buna ihtiyacı da yok. Aksine, Lübnan'da ayrım yapmadan ve kimseyi kayırmadan her zaman siyasi uzlaşı ve sivil barışı sağlama konusunda samimi bir inanca sahip oldu ve böylece Lübnan'ın bir iç savaşa sürüklenmesini önlemeyi başardı. Belli dönemlerde bazılarının şiddetli kampanyalarına ve iftiralarına maruz kalmasına rağmen, bunları sabırla karşıladı ve göz yumdu. Herkese eşit mesafede durdu, çünkü Lübnan'ı bağımsız, güvenli ve egemen görmek istiyordu.
Tüm bunlara rağmen, aylar önce, Lübnan hükümetinin bazı üyeleri kırmızı çizgileri aştılar, Suudi Arabistan’a haksız ithamlarda bulunup gerçekleri tahrif ettiler. Bunun üzerine Suudi Arabistan liderliği, kesin bir tutum benimsedi. Lübnan'ın kaderiyle yüzleşmesi, kendisini gözden geçirmesi, onu bu duruma getirenlerden hesap sorması için uygun kararı alıp kartlarını açarak nezaket ve müsamaha dizisini sona erdirdi. Fakat son zamanlarda yapılan çağrılar, Lübnan halkının karşı karşıya olduğu kötü koşullar, Lübnan Başbakanı'nın ilişkiler dosyasını yeniden düzenlemeye yönelik güvenceleri, Suudi Arabistan'ı ve Körfez'i rahatsız eden tüm askeri, güvenlik ve siyasi faaliyetleri durdurma taahhüdü sonucunda Riyad, Lübnan halkının çıkarlarının her şeyin üstünde olduğu düşüncesiyle büyükelçisini geri gönderdi. Bunun anlamı, Lübnan'ın Arap çevresi içinde kalması gerektiği ve bölgesel güçlerin onu siyasi, kültürel, güvenlik ve askeri açıdan ele geçirmelerine izin verilemeyeceğidir. Bu, içerik olarak çok açık ve kesin, siyasi yönelimi güçlü bir mesajdır.
Riyad'ın daha önceki dönemlerde de şiddetli kampanyalara maruz kaldığını, ancak bunları görmezden gelerek ve tenezzül etmeyerek aldırmadığını hatırlıyoruz, çünkü amacı Arap, bağımsız, güvenli ve egemen bir Lübnan görmekti. Bugün de Lübnan içine sızmış taraflar ne kadar Lübnan ile Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin arasını bozmaya, ihtilaf yaratmaya çalışırlarsa çalışsınlar son adımı ile Suudi Arabistan, Lübnan halkını terk etmeyeceğini tekit etmiş oldu.
Lübnan'ın felaketlerine ve karar mercilerine hâkim olanların Körfez ülkelerine yönelik ihlallerine rağmen, Körfez'in kalbi hala dayanışma, Arap birliğine destek, beşinci kolların faaliyetlerine rağmen kardeş Lübnan devletinin yanında durmak yönünde atıyor. Lübnan'ın bölgesel güçlerin etkisi altında şimdiden tehlikeli ve eşi görülmemiş bir uçuruma doğru kaydığını söylemek üzücü. Bağımsızlığından bu yana böyle bir acı ve sıkıntılı durumuna düştüğünü hatırlamıyorum. Bağımsızlığından bugüne on yıllar içinde Lübnan’ın kimi zaman su yüzüne çıkan, kimi zaman gizlenen krizler yaşadığı doğrudur. Fakat bir bütün olarak esas sorununun, bugün Lübnan siyasi kararının emirlerini yurt dışından alan Hizbullah’ın otoritesine bağımlı olmasıyla ilintili olduğu daha da doğrudur. Hizbullah'a, İran’ın emirleri ile Lübnan'ın Arap ilişkilerini sabote etmek şeklinde kötü bir rol verildiği artık bir sır değil. Amaç, Lübnan'ı Arap çevresinden koparmak, Lübnan'da ve Arap dünyamızda mezhep çatışması yaratmak ve İran’ın milis kolları aracılığıyla bu çatışmayı körüklemektir.
Taif Anlaşması daha önce siyasi mezhepçiliğin kaldırılmasını talep etmişti, ancak Lübnan bağımsızlığından bu yana siyasi yapısında organik bir yapısal sorun yaşıyor. Onu uluslararası ve bölgesel çekişmelere açık bir arena yapan şey de bu. Önümüzdeki ayın ortasında bir seçim var ve Lübnanlılar bugün, Hizbullah’ın yönettiği "engelleme, yıldırma, kışkırtma ve korkutma" dizisinin devam etmesi korkusuyla yaşıyorlar.
Lübnan krizi bizi ilk noktaya geri götürüyor; Lübnan’ın, gündemdeki bölgesel konularda etkin bir Arap politikası inşa etmekle ilgilenen Arap kardeşlerine ihtiyacı var. Böylece Arap olmayan hiçbir taraf boşluğu vekaleten dolduramaz. Boşluk kendi kendine ortaya çıkmadı, aksine, bölgedeki mevcut güç dengesizliğinin bir sonucuydu. Araplar arasındaki anlaşmazlıklardan, bölünmelerden ve parçalanmalardan bahsetmiyorum bile. Bu faktörler, onları kendi yararına kullanmaktan çekinmeyen İran için kesinlikle çok cazip.