Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Yeni Ortadoğu

Arap bölgesinde uzun bir süre Ortadoğu kavramı belirsiz, örtülü ve suçluydu. Kendisine yöneltilen temel suçlama, uluslararası forumlarda formüle edilmesinin ve vurgulanmasının kimi zaman bir komplo, kimi zaman da iki arkadaş Aliyuddin Hilal ve Cemil Matar’ın “Arap Bölgesel Sistemi” adındaki kitaplarında tanımladıkları gibi akademik bir kapaktan ibaret görülmesiydi. Araplar arasında kendilerine özel bir kimlik oluşturacak kadar tarihi, coğrafi ve kültürel bağların olduğuna dair bir inanç her zaman vardı. Arapça literatürde bunun dışında kalanlarsa eski bir kitabıma başlık da olan “Coğrafi Komşu Ülkeler”  şeklinde adlandırılıyordu. Bu adlandırma ile İran, Türkiye, İsrail ve Etiyopya kastediliyordu. Ancak küresel olarak gerçekte Ortadoğu, sömürge aşamasında dünyanın kalbi sayılan Avrupa'ya olan uzaklığına göre büyük güçler tarafından belirlenen stratejik özelliklere sahipti. Böylece Ortadoğu, Asyalı Uzakdoğu ile Akdeniz kıyılarındaki Yakın Doğu arasındaki yerini aldı. Birinci Dünya Savaşı bu tanımlamaya dayanarak gerçekleşti. İkinci Dünya Savaşı'nda İngiltere, Ortadoğu Tedarik Merkezi veya MESC adını verdiği ajansı kurduğunda bu kavram yeni coğrafi ve stratejik düşüncelere göre değişti. Söz konusu ajansın misyonu, Akdeniz'deki denizaltı savaşları nedeniyle Avrupa'dan yapılan ithalatta yaşanan zorlukları aşmak için bölge ülkeleri arasında iş birliğini sağlamaktı. İngiltere, Arap Birliği'nin kurulmasını teşvik etmesine rağmen, bir yandan da Araplar ile İsrail arasındaki Ortadoğu "kriz"i veya "çatışması"na dönüşen gelişmelere güçlü bir şekilde katkıda bulundu. Böylece bölge, Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere uluslararası forumlarda bu adla tanınır hale geldi. Ancak geçen yüzyılın doksanlı yıllarında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Orta Asya'nın yanı sıra bölgeyle ilgili çok taraflı müzakereler sırasında Kuzey Afrika’ya kadar uzatılması da her zaman mümkün olmuştur. Siyasal İslam'ın ortaya çıkışı ve ona eşlik eden terörist hareketlerle birlikte bölgenin sınırları Doğu Asya ve Afrika çöllerine uzanacak kadar büyük ölçüde genişledi. Tüm bu tanımlar arasında Arap Birliği üyesi Arap ülkelerinin yanı sıra İran, Türkiye ve İsrail, farklı ülkelerin dışişleri bakanlıkları ve daha az hassasiyet ile büyük ülkelerin askeri haritaları için yaygın Ortadoğu tanımı olmayı sürdürdüler.
Bölgenin adına yeninin eklenmesi, medyada ve akademik çevrelerde on yıllar içinde ve büyük olayların ardından tekrarlandı. Ancak en ünlü örnek, Şimon Peres'in ilgili taraflar arasındaki doğrudan müzakereler ile çok taraflı müzakerelerden oluşan iki parçalı barış sürecinin altın çağı sırasında yazdığı kitaba Yeni Ortadoğu başlığını vermesidir. Bu süreçte Avrupa modeli, Ortadoğu'da çatışmanın taraflarına entegrasyon için örnek alınabilecek bir model olarak öğütlenmişti. Ama 21’inci yüzyılın başlarında bölge, İslami köktendinciliğin girdaplarında, Arap Baharı patlamaları ve ardından gelen kargaşa, zayıflık ve iç savaşlarda boğuldu. Yakın bir zamanda da Mark Lynch, Foreign Affairs dergisinde “Ortadoğu'nun Sonu: Eski haritalar yeni gerçekliği nasıl bozuyor” başlıklı önemli bir makale yazdı. Lynch bu düşüncesini,  bölgenin özel olarak Afrika Boynuzu ve genel olarak Afrika’nın yanı sıra Hint Okyanusu bölgesi ve genel olarak Asya’nın dahil olduğu diğer bölgelerle iç içe geçtiği ve ilişki içinde olduğu gerçeğine dayandırdı. Ancak “yeni gerçeklik” Ortadoğu'nun komşu bölgelerle ilişkilerini genişlettiği ölçüde, bu gerçekliğin bölge üzerindeki yansımalarını ve 21. yüzyılın ikinci 10 yılı ile birlikte biriken gerçeklerden etkilenen etkileşimlerini ifade etmeye devam etti. 21. yüzyılın ikinci 10 yılında görülen ilk şey, Ortadoğu “devletinin” iç şiddet olaylarına ve dış müdahalelere tepkisiydi. Söz konusu tepki, bölgesel iş birliği ile ilgili yeni ihtiyaçlar yaratan derin reform eğilimlerini düzenledi. İster doğal gaz ve petrol, ister mal ve emtia pazarını genişletme ihtiyacı veya terörizmle mücadele olsun ortak çıkarları geliştirdi. İkincisi, bölgesel çatışmanın ağır bedelleri, bir yandan “Katar meselesinde” gerilimi azaltan bir dizi diyalog ve tartışmayı zorunlu kıldı, diğer yandan İran ve Türkiye ile diyalog kapılarını açtı. İsrail'e gelince, onunla ilişkiler, İbrahim Barışları olarak bilinen gelişmelerin kapılarını açtı. Onlarca yıl süren soğukluğun ardından Mısır ve Ürdün ile arasındaki barışı ısıttı. Bunlar, Doğu Akdeniz Forumu ve bir dizi liderlik toplantısı çerçevesinde gerçekleşti. Bu toplantıların sonuncusu, sadece bir tanesinin, bölgesel savunma ve İran'a karşı mücadele meselesiyle ilgili olduğu, geri kalan 5’ini enerji, turizm, sağlık, eğitim, gıda ve su güvenliğinin oluşturduğu 6 yeni çalışma grubunun çıktıları arasında yer aldığı Negev toplantısıydı. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, ABD'nin bölgeden çıkışı ve bunun biten Soğuk Savaş'ın sonuçlarının Çin ile Rusya tarafından kompleks gözden geçirme süreçlerine olanak tanımasıdır. Ukrayna savaşı, bu gözden geçirme sürecinin sonuçlarından biridir. Bu savaşın Ortadoğu’ya etkisi ise enerji ve gıda alanlarında görülmektedir.
Bahsedilen gerçekliğin tüm özelliklerinin ana sonucu, geçmişteki savaşlar, çatışmalar ve çekişmelerden bağımsız olarak bölgesel iş birliği biçimlerine duyulan ihtiyaçtır. Bölgenin kendine güvenmeye ve doğrudan çıkarlarını savunmaya şiddetle ihtiyacı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, bölge ülkelerinin Ukrayna krizine tepkisinin örtüşmesi ile kendini göstermiştir. Bölge ülkelerinin hepsi de Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini, aynı zamanda Rusya'ya karşı Batı yaptırımlarını reddetmişlerdir. Rusya ve Çin ile geniş kanallar açmanın yanı sıra Yemen ve Libya'da ateşkes ve sükuneti sağlamışlardır. Bu eğilim bölge için tamamen yeni değildir. Eski Mısır Devlet Başkanı Sedat, yetmişli yılların ikinci yarısında, ülke içinde reformist ekonomik açılım politikasını dışarıda İsrail ile barış hamlesiyle birleştirerek bu eğilimi müjdelemişti. Sedat bu nedenle suikasta uğrayarak yaşamını kaybetse de, onun harici girişimleri, siyasi "ortamı" değiştirmenin gerekliliğine ve bu değişimi yeni ilişkiler kurmak için değerlendirmeye dayanan diplomatik ve siyasi mirasın bir parçası olarak kaldı. Ama bu ilişkiler kurulurken, Avrupa’daki değil daha yakın, bölgedeki çelişkilerin ve çatışmaların pençesinden iş birliği ve istikrarı çekip alan Doğu ve Güneydoğu Asya'daki küresel deneyimlerden yararlanılıyor.
“Yeni Ortadoğu” sahnesi, büyük çatışmaların, son derece karmaşık ve bölünmüş bir küresel iklimin rahminden doğmuş gibi görünüyor. Ancak kendi içinde, bölge ülkelerinin doğrudan çıkarlarına, henüz istikşafi aşamada olan siyasi ve diplomatik süreçler aracılığıyla iş birliği konusunda istekli ve siyasi iradeye sahip olan ülkelere güvenmeyi dayatıyor. Bu süreç, boykot, reddetme ve sıcak medya kampanyaları döngülerinin çoğunu kırdı. Ama öte yandan, çatışma iklimine alıştıktan sonra, ondan çıkmayı bir tür yumuşaklık ve kabul edilemez bir taviz olarak gören her ülkenin içindeki sıcak rüzgarlara maruz kalma olasılığı devam ediyor. Keza aşırılıkları mevcut tüm rejimleri tekfir etme kertesine varan siyasi İslam gruplarının başını çektiği açık güçlerin muhalefetine maruz kalma olasılığı da. Bu güçler, Filistinli seçkinlerin zor ve değişen gerçekle başa çıkma konusunda siyasi olarak ne kadar hazır olduklarını umursamadan başta Filistin meselesi olmak üzere tarihi kriz ve problemleri körüklemeye hazırlar. Son olarak, henüz başlangıç ​​aşamasında olan bir istikşafi süreci yönetmek, daha yüksek ve üstün bir sürece geçiş için çok fazla tetkik, araştırma ve inceleme iradesini göstermeyi gerektirir.