Dünyanın genel haliyle ilgilenen bazı kişilerle konuştuğunuzda sosyal bilimler, beşerî bilimler ve felsefi kavramlarla meşgul olan isimleri sınıflandırmanıza hayret ediyorlar. Bu hayretlerinin sebebi, söz konusu isimlerin Müslüman Kardeşler'in bir üyesi veya sempatizanları arasında yer almasıdır. Taha Abdurrahman, Müslüman Kardeşler tarafından kendi filozofları olarak görülür. Tarık Ramazan, onlar için hareketin Batı’daki felsefi ve akademik yüzüdür. Kendisi, yaşayan en önemli filozoflardan biri olan Edgar Morin ile tartışmalara girer ve postmodern filozoflar hakkındaki görüşlerini anlatır. Bununla birlikte Müslüman Kardeşler'e mensuptur ve hatta onun merkezinde yer alır. Devrim ideolojisine, silahlı direnişe ve siyasi mücadele eğilimlerine destek için dergileri, etkinlikleri, platformları ve podcastları ile öne çıkan; felsefe, bilim ve kültüre yatırım yapmaya çalışan Körfez'deki yeni yüzler için de aynısını söyleyebilirsiniz. Afgan cihadı liderinden bazıları felsefe okudu ve Müslüman Kardeşler'in düşünürlerinin çoğu bir şerh veya gezinti kabilinden felsefeyle uğraştı. Bu nedenle çağdaş realitedeki bu yozlaşmış yaklaşımı netleştirmemiz gerekiyordu.
Dubai'deki Mesbar Çalışma ve Araştırma Merkezi, dikkate değer, ayrıntılı çalışmalar yayınladı. Ocak 2020'de basılan bir kitap, “İslamcılar ve Sosyal Bilimler: Bilgiyle Saptırma” başlığını taşıyordu. Kitapta siyasal İslamcıların tarihi istihdam etmesi, ideolojik bir okumaya tabi tutması ve sosyal, beşerî ve eğitim bilimlerini nasıl kullandıkları tartışıldı ve ortaya konan tezlerdeki krizin özellikleri ele alındı. Kitap, İslamcıların yeni medyadaki rolünü, İslami akım ile hukuk arasındaki ilişkinin diyalektiğini ve siyasal İslam'ın hukuku nasıl kullandığını incelemeyi ihmal etmiyor. Onların siyaset bilimine olan yatırımlarını ve İslamcıların Tunus ve sosyolojiye ilişkin çalışmalarını da unutmuyor.
Yayın kurulunun kitaba yazdığı girişe göre İslamcıların sosyal bilimleri istihdamı artık net bir durum arz ediyor. Onların ideolojik literatürünün okunması eğitim, siyasi ve ekonomik projeleri için bu bilimlere nasıl ve niçin yöneldiklerini kanıtlıyor. Kitapta bu bilimlerin siyasal İslam olgusunu incelediği teoriler de ele alınıyor. Konular şu alanları kapsıyor: Tarih, eğitim bilimleri, ekonomi, medya, felsefe, hukuk, sosyoloji ve uluslararası politika teorileri. İdeolojilerin tutarlı ve inandırıcı görünmesini sağlamak için bilimlerin nasıl kullanıldığı ve ideolojiyi kurnazlıkla pazarlama yöntemleri inceleniyor.
Felsefeyle ilgili olan kısmı kitap içinde bana ayrılmış alanda yazdım. Orada şunu söyledim:
“Felsefeyi bilimden ayıran en önemli özellik, açık bir alan olması, alanın yenilenmesi, şartların ve koşulların değişmesiyle işlevinin artmasıdır. Hegel'in Felsefe Dersleri’nde yaptığı gibi kısa da olsa bir felsefe tarihini inceleyen şunu düşünür: “Felsefe tarihinin temsil ettiği şey, onurlu ruhların birbirini takip etmesi ve düşünen aklın kahramanlarının sergilenmesidir. Bu düşünen akıl sayesinde bizim için eşyanın özü, tabiat, ruh ve Tanrı hakkında bir rasyonel bilgi hazinesini yarattılar.
Bu tarihteki olaylar ve eylemler, bireyin doğasından ve karakterinden arınmıştır. Oysa siyasi tarihte birey, doğasının özgüllüğüne, dehasına, kaprislerine, mizacının gücüne veya zayıflığına göre öyle etkide bulunur ki genel olarak bu durum, söz konusu eserin failinin belirli bir birey olduğunun gerekçesidir. Örneğin sosyal adalet kavramı, özellikle iki kardeş, Seyyid ve Muhammed Kutub başta olmak üzere İslami hareketin teorisyenleri arasında bir ivme kazandı. Bu modern fikir, özünde tiranlık ve zulüm olduğu gerekçesiyle hükümetler aleyhindeki çeşitli toplumların duygularını tetikledi. Ancak bu kuramlaştırma en basit literatürden bile yoksundu. Hobbes, Rousseau, Kant ve son olarak John Rawls'ın teorilerini okumuş olsalardı, evrensel bir adaletin veya mutlak eşitliğin sağlanmasının teorik olarak imkânsız olduğunu görürlerdi.”
Köktendincilerin istismar ettiği şeyler arasında Wael Hallaq'ın hukuki, siyasi ve felsefi sözleri ve tezleri de yer alıyor. Bu konuya ilişkin yorumumu daha önceki bir yazımda dile getirmiştim. Wael Hallaq, tezinde (İmkânsız Devlet), bu boşluklar hakkında şunları yazıyor:
“Kant bir keresinde, bir iblis çetesinin ‘yalnızca gerekli zekaya sahip olmaları koşuluyla’ bir devlet yaratabileceğini söylemişti. Aklın gerekliliğine dair bu gözlemin meşruiyetine rağmen hem modern hem de tarihsel politik deneyimdeki ampirik kanıtlara dayanarak Kant’ı bu alanda düzeltmek mümkündür. Bu katı karaktere sahip bir devlet, ister başıboş ister şeytani bir zümre tarafından yönetilsin, kelimenin tam anlamıyla modern hale gelemez ve böylece dayanağı rasyonalite olan bir model olamaz.”
Bu metin, köktencilikle ve Wael Hallaq'ın “İmkânsız Devlet” kitabını yorumlayarak kendi için kullanmaya çalışanların tezleriyle çelişiyor.
Mesbar Çalışma ve Araştırma Merkezi’ne göre bu kitabın amacı, beşerî bilimler öğrencilerinin İslamcı fikirleri işlevselleştirmek için kaçtıkları boşlukları incelemektir. Bu kaçış, İslamcıların öğrencileri kendi saflarına katmak ve müfredatı etkilemek üzere eğitim alanındaki ideolojik ve örgütsel gündemini domine etmeleri için eğitim bilimlerini istihdam etmelerini sağladı. Kitabın çalışmalarından biri, 1970'lerden itibaren sosyal ve beşerî disiplinlerden uygulamalı bilimlere, özellikle mühendislik ve tıp alanına organizasyonel bir göçün varlığını iddia ediyor.
Şiddet içeren siyasal İslam hareketine mensup kişilerin farklı biyografik ve sosyal özelliklerine ve kariyer çeşitliliğine rağmen Ortadoğu'daki saha cihatçılarının çoğu, muhtemelen edebiyat ve sosyal bilimlerden ziyade mühendislik ve tıp öğrencileriydi. İslamcılar ekranda sadece maskeli adamların yaptığı gibi konuşmazlar, birçok biçimde görünürler. Bunlar arasında Aristo mantığı şarihi, filozof, sosyolog, çevirmen vardır. Resmî olanlar başta olmak üzere kurumsal kaymaları önlemek ve bu fenomeni anlamak için farkındalık gereklidir.
TT
İslamcılar ve “bilgiyle saptırma”
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة