Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Allah’ı bize mecbur zannetmek

Birçok insan kendisini vazgeçilmez olarak görür. Bu bakış açısı onların düşünce ve davranışlarına da kibir olarak yansır. “Ben olmasaydım, ben gidersem, ben şöyle şöyle yapmasaydım, ben elinden tutmasaydım…” vb. ifadeler çokça kullanılır olur. Ama hakikat öyle değildir. Yani hiçbir insan vazgeçilmez değildir. Belki de insana kibirlenmemesi gerektiğinin, zayıf ve muhtaç oluşunun ilahi öğreti tarafından sık sık hatırlatılmasının temel nedeni budur. Çünkü insan kendisine yapılan uyarıları çabuk unutmaktadır. Hatırlatmaları unutan insan da hakkı olmayan şeyleri istemekte ve sahip olmadığı bir konuma kendini yerleştirmeye kalkışmaktadır.[1] Kendi asli konumunu ve görevini unutması ise insanı hiç de arzu etmeyeceği bir sona sürükler.[2] Zira hakikati dikkate almayan ve Allah’a imandan yüz çevirenlere Allah Teâlâ mühlet verse de onların yaptıklarını ihmal edip görmezden gelmez.
Mü’min olsun inkârcı olsun bütün insanlar, Allah’ın kendilerine değil, kendilerinin Allah’a muhtaç olduklarını unutmamak zorundadırlar. Çünkü İnsanların tümü var olmak ve varlılarını devam ettirmek için Allah’a muhtaçtır. Hâlbuki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, gerçek anlamda yüceltilmeye, şükredilmeye ve övülmeye lâyık olan yalnızca O’dur.[3] Bütün insanlar Allah’a muhtaç olduklarına göre İslam’ı kabul edenler de bu gruba dâhildir. Yani onlar da imanlarından, Allah’ı sevmekten, O’na itaatten ve O’nun emirlerini yerine getirmekten vazgeçecek olurlarsa zannetmesinler ki Allah onlara mecburdur. Aksine öyle bir şeye kalkışacak olurlarsa karşılaşacakları durum şu olur:

“Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönecek olursa, Allah onları yok eder ve yerlerine öyle bir toplum getirir ki; hem Allah onları sever, hem de onlar Allah’ı severler; inananlara karşı çok merhametli ve alçakgönüllü, kâfirlere karşı da son derece şahsiyetli ve onurludurlar; Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler, hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine (layık olana) verir. Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.”[4]
Ayet üzerinde tefekkür ettiğimizde itaatten yüz çevirerek kendinden vazgeçilemeyeceğini zannedenlerin yerine getirilecek toplumun şu özelliklere sahip olduğunu görürüz:
Allah’ı severler, Allah da onları sever,
İnananlara karşı merhametli ve alçakgönüllü,
İnkârcılara karşı izzetli/onurlu/şahsiyetli,
Hiç kimsenin kınamasından korkmazlar,
Allah yolunda malları ve canları ile cehd/cihad ederler.
Muhammed Suresi 38. ayetle birlikte tefekküre devam ettiğimizde verilmek istenen mesajın şu olduğunu görürüz; “Ey iman ettiğini iddia edenler! Ya bu sıfatlarla muttasıf olursunuz ya da bu özelliklere sahip birilerini sizin yerinize getiririz.” Onlar sizin gibi kendilerinden istenilen harcamaları yapma konusunda cimri de davranmazlar. O hâlde, seçim sizin: “Eğer Kur’an’ı yaşama ve tebliğ etme görevini başarıyla yürütür, bu yolda karşınıza çıkabilecek hiçbir engel sizleri durdurmazsa ve yalnızca Rabb’inizin rızasını kazanmak ve O’nun lütfuna nâil olmak amacıyla, emin ve kararlı adımlarla hedefe doğru yürürseniz dünyada da, âhirette de rahmet kapıları sizin için açılır, şeref ve üstünlük kazanırsınız. Yok eğer yüz çevirirseniz, Allah emanetini sizden geri alır ve sizin yerinize, bu davayı cesaretle omuzlayacak ve sizin durumunuza düşmeyecek başka bir toplum getirir! Zira bunu yapmak Allah için kolaydır. Sizden öncekilerin yerine sizi nasıl halife kıldıysa sizlerin yerine de başkalarını halife kılar.
Yapılan bu uyarılar iman etmiş olsalar dahi imanlarının gereğini yerine getirmeyip, imana sahip olmayanların davranışlarını sergileyen herkese yapılmaktadır. Dolaysıyla hiç kimse kendisini vazgeçilmez görmesin ve Allah’ı kendisine mecburmuş gibi davranmasın. Çünkü hiç kimse O’nu aciz bırakamaz. Asıl vazgeçilmez olan tek merci Allah’tır ve herkes O’na muhtaçtır. Bu temel ilkeler doğrultusunda herkes konumunu ve safını belirlesin. Çünkü geçmişte de bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Bizler Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız.”[5], dolayısıyla her ne yaparsak yapalım Allah bizden vazgeçmez, bizi cennetine alır, “zaten Yahudi ve Hristiyan olandan başkası cennete giremez.”[6] demişlerdi.
Durum onların zannettikleri gibi olmadı. Onlara denildi ki: “Öyleyse Allah, günahlarınızdan dolayı sizi niçin cezalandırıyor? Siz de Allah’ın yarattığı diğer insanlardan hiç bir ayrıcalığı olmayan sıradan insanlarsınız. Gerçek şu ki, Allah dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır. Unutmayın ki  göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak hükümranlığı Allah’a aittir ve hepiniz dönüp dolaşıp, eninde sonunda O’nun huzuruna varacaksınız.”[7]

[1] el-En’am 6/44;
[2] el- A’raf 7/165
[3] Fâtır 35/15
[4] el-Mâide 5/54
[5] el-Mâide 5/18
[6] el-Bakara 2/111
[7] el-Mâide 5/18