Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Le Pen: Avrupa'yı endişelendiren bir kâbus!

Fransa radikal bir şekilde değişti. Beşinci Cumhuriyet'ten 64 yıl sonra bu, şu anda daha açık bir şekilde görülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunun sonuçları geçen pazar günü geldi ve Fransa'nın en nihayetinde her zamanki ‘tarihi parti kıyafetini’ çıkardığını teyit etti. Bu parti, Elysee'ye beş cumhurbaşkanı gönderen Cumhuriyetçi Parti ya da iki cumhurbaşkanı gönderen Sosyalist Parti olurdu. En önemli ve heyecan verici olanı, Fransız ve Avrupa siyaset sahnesinde bir artçı sarsıntı oluşturan oy sandıklarının ortaya koyduğu alternatifler ve sonuçlardır.
“Le République en Marche (İlerleyen Cumhuriyet)” adında yeni merkezi siyasi akıma mensup olan Emmanuel Macron, 2017 yılında oyların yüzde 66'sını aldı. Ancak bu sefer sürpriz olan, ilk turda oyların sadece yüzde 27,85'ini almasıydı. Onu takip eden isim, aşırı sağcı politikasını yumuşatmaya çalışan ve yakın zamanda partisinin adını “Ulusal Birlik Partisi” diye değiştiren 23,25'lik bir oy alan Marine Le Pen oldu. Bu aslında Fransa'nın “tarihi parti elbisesini” çıkardığını göstermektedir. Çünkü Cumhuriyetçi Parti'nin adayı Valérie Pécresse sadece yüzde 5 oranında bir oya sahip olurken, Sosyalist Parti'nin adayı Anne Hidalgo parti tarihinin en düşük yüzdesini temsil eden yüzde 1,8 de kaldı.
Halihazırda durumun, Jean-Luc Melenchon'un elde ettiği yüzde 21,95'lik “radikal sol” oylarının vereceği karara bağlı olduğu doğrudur. Sonuçların açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, Macron'a destek çağrısında bulunmasa da destekçilerinden Le Pen'e bir oy bile vermemelerini dört kez tekrarladı. Bu, yarın yapılacak ikinci tur seçimlerde sürprizlerin kapısını aralıyor! Her halükârda ilk turdaki rakamlar, Fransız seçmenlerin yarısından fazlasının aşırı sağa veya sola oy vermesi nedeniyle Almanya ve Avrupa'daki siyasi çevreler için şok edici görünüyordu. Bu, Fransız toplumundaki bölünmenin derinliğini ortaya koyuyor ve Avrupalı ​​politikacıları da şok ediyor. Bu nedenle Avrupa Parlamentosu (AP) Bavyera Milletvekili Markus Ferber şu sözleri sarf etti:
“Seçim sonucu derinden bölünmüş bir ülkenin resmini çizdi. Seçmenlerin yüzde 50'den fazlası solcu veya sağcı popülist bir aday için oy kullandı. Bu ancak şok edici olarak tanımlanabilir!”
İlk tur sonuçlarından bu yana Avrupa ülkelerindeki analizler birbirini takip ediyor: Ya sağcı popülist aday Marine Le Pen yarın ikinci turda kazanırsa...? Bu senaryo, olası görünmese bile mümkündür. Şayet olursa, uluslararası ve bölgesel çevresine yayılan yankıları ile Avrupa'da bir deprem yaratacaktır. Lüksemburg’un eski Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, “Durum çok endişe verici. Zira Le Pen'in cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmesi, bir barış ve değerler projesi olarak Avrupa'da sadece köklü bir değişiklik olmayacak, bizi Avrupa Birliği'nin doğasından farklı bir çerçeveye götürecek!” ifadelerini kullandı.
Partinin kurucusu Jean-Marie Le Pen'den yıllar önce ayrılan Le Pen'in, özellikle ırkçı imajını düzeltme girişimlerinin ardından, başkanlığı kazanma şansından emin olmak ve bunu göz ardı etmek mümkün değil. Marine Le Pen kampanyasında yaşam şartlarına odaklandı ve tartışmalı bir politika gütmekten uzak durdu. 2017'deki euroyu terk ve ölüm cezasını geri getirme çağrısı yapan ve Vladimir Putin ile arasında mesafe koymaya çalışan kampanyası, Rus bankalarından fon sağladıktan sonra başarısız olmuştu.
Fakat ilginç olan şu ki Le Pen, ‘ulusalcı eğilimine’ rağmen Avrupa Birliği'nden ayrılmak ve Schengen Anlaşması'ndan çıkmak istemiyor. Ancak, kontrolü yeniden tesis etme ve şüphesiz Schengen yasasıyla çelişen sıkı sınır kontrolleri uygulama niyetine ilave olarak, Fransız anayasasını Avrupa yasalarının üstünde tutacak şekilde düzenlemeler yapmaya çalışıyor. Daima elitlere karşı halkı, küreselleşmeye karşı ulusu temsil eden konumda görünmeye çalıştığı çok açıktır. Bu nedenle bazıları, onun seçim kampanyasının sloganının “Fransızlar! Fransa'ya Destek Verin” olduğunu söylüyor ve bunu Trunp’ın “Yeniden Büyük Bir Amerika İçin” sloganı ile İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma kampanyasındaki “Kontrolü Geri Al” sloganıyla karşılaştırıyorlar.
Le Pen, geçtiğimiz salı günü düzenlediği basın toplantısında, göçe ve İslam’ın tüm tezahürlerine karşı sürekli kullandığı ‘ırkçılık ve aşırılık’ maskesini çıkarmaya çalışmadı. Fransız anayasasını değiştireceğini, peçeyi ve Müslümanlar ile Yahudilerin yaptığı haliyle kurbanı yasaklayacağını defalarca tekrarlamaktan çekinmedi. Anayasayı yalnızca peçe gibi İslami aşırılığın tezahürleri konusunda değiştireceğini söyleyen Le Pen, bunları dinin değil, bir ideolojinin tezahürleri olarak gördüğünü belirtti. Bu bariz ırkçı tutumların ortasında Ortadoğu’ya da değinerek Lübnan'ın çok değerli olduğunu ve bölgesel politikasının bir önceliği haline getirmeyi planladığını söylemek gerekli miydi?
Berlin ve Brüksel'de, Le Pen'in yenilebileceğine dair göreceli iyimserlik işaretleri olsa da asıl endişe, Macron'un yarın Le Pen'i yenebilme yeteneğinde yatıyor. Avrupa Parlamentosu'ndaki analizlerde ise, Le Pen'in kâbusu olasılığıyla yüzleşmek için acil durum planları ve alternatifler geliştirme ihtiyacından bahsediliyor.