Abdurrahman Şalkam
TT

Metindeki anlamın yolculuğu

Isınma ve kaynama arasında gidip gelen bir kriz çağındayız. Bireyler ve gruplar tarafından kanlı bir şiddet uygulanıyor ve tüm bunların belirgin veya belirsiz bir nedeni var. Bir kişi bir başkasını öldürür ve vatansever veya kutsal davranışında herhangi bir kusur ya da suç olmadığına inanır. Medya, savaş alanlarının ortasında muhabirler tarafından kaydedilen canlı görüntüleri evlerin içine dek getiriyor. Zihin toprağında şiddet tohumları filizlenir ve işin ironik yanı, bu tohumların eski çağlardan beri insanın çiftliği olan zihinlerinin rahimlerinde oluşmasıdır.
İnsanların ortaya koymuş olduğu fikirler dünyanın bütün dillerinde yazılmaktadır ve bilginlerin de dediği gibi, madde gibi yoktan yaratılmış değildir. Bilginin sınırlı ve cehaletin insanı kontrol eden karanlık bir güç olduğu dönemde yazılı metinler ve sözlü olanlar zihinlere egemen oldu. Okuma yazma bilmeyen basit alıcı, etten ve kemikten oluşan bir mekanizmaydı. İnsanoğlunun çağlar boyunca yaptığı yolculuk, isyanları, sarsıntıları, depremleri, yanardağları ve fırtınalarıyla akıl ve doğa arasındaki bir savaştı. Aynı şekilde, gücün zayıflıkla etkileşiminde adaletsizliği, tahakkümü ve zulmü doğuran insanlar arasındaki tiranlığın çılgınlığıydı.
Akıl her zaman direnen güçtür. İnsanın yeni bir dünyaya doğru attığı her adım, güçlünün gücü ve doğanın baskısı altındaki özgürlüğün alanını genişletir. Akıl, mit ve efsane zamanından beri birikmiş ve katılaşmış olanın duvarlarını yıkmak için durmadan yeteneklerini ortaya çıkarır ve düşüncenin çekici ile kayıp mirasın taşlarına vurur.
Yazılanlar üzerinde ‘yazılanın ne olduğu ne anlama geldiği” hususunda uzun fikri savaşlar oldu. Biz bu yazılara “metin” diyelim. Felsefe, farklı dinler, şiirler, romanlar ve yüzyıllarca üretilen tüm metinler ve sözlerde; düşünürler, araştırmacılar ve eleştirmenler, bir vizyona götürecek ışık bulmaya çalışmışlardır. Böylece okur yazılı metinlerin içeriğine her alanda nüfuz edebilsin, parçası olabilsin ve teslim olmasın. Filozoflar başta olmak üzere yaratıcı insanlar ve düşünürler, yaşam alanlarında ilerlemenin tohumlarını ekerler. Ancak her alanın bir aklı vardır ve bu insan zihninin girdaplarında dolaşır. Eğitim alanının genişlemesinin ardından sorgulama gücüne sahip yeni bir insan ortaya çıkar. Yirminci yüzyıl, insanlık ürüyüşünde büyük bir dönüm noktası oldu.
Rönesans'tan beri seleflerinin zihinlerini ateşleyen şeylere ışık tuttu. Metnin dünyasında uçmak için enlem ve boylamlar oluşturuldu. Yaratıcı ile alıcı arasına inanılmaz bir etkinlik kattı ve her ikisi de metinde ortak oldular. Bu, eleştirel analizden, Yunan mitolojisinde tanrıların insanlara söylediklerinin yorumcusu Hermes'e giden hermenötiğe kadar uzanmaktadır. Düşünürler ve filozoflar, kendilerini kilisenin egemenliğinden kurtarmak için bilgi alanlarında bu yöntemi kullandılar ve sonra diğer bilgi alanlarına yöneldiler. Bu yöntem, on dokuzuncu yüzyılda Alman filozof Friedrich Schleiermacher tarafından “dini olmayan, yani edebi ve entelektüel metinleri” anlamak üzere genişletildi. Dil, sözlüksel bir ifade olmasının yanında, metin yazarının psikolojik durumunu ve zaman açısından içinde bulunduğu koşulları da içeriyordu. 
Pek çok düşünür bu yaklaşımla mücadele etti, taraftarlar ve muhalifler birbirlerine girdiler. Bu bağlamda büyük ve önemli bir katkı diyalogdan geldi ki, yaratıcı ile alıcı arasında etkin ortaklık kuruldu. Geçmiş zamanda yazılanlar, bileşenleriyle bir insanın oluşumunda ortaya çıkan aklın ürünüydü; bu akıl tarih yazı, yılların sayfasını dürdü ve sorularının modası geçti. Modern alıcı, farklı biçimlendirici koşullarda doğmuş olan ‘anlama unsurlarına’ sahiptir. Bugün bir üniversite genci, lise öğrencisi veya özel sektörde ya da kamuda çalışan herhangi bir işçi, felsefi bir metin okuduğunda metne itaatle boyun eğmeyecek; büyük ihtimalle satır aralarına bir sürü soru işareti koyacak ve hatta itirazlarda bulunacaktır.
Felsefe ve düşünce üzerine otuza yakın kitap ve makale yazmış olan büyük İtalyan filozof ve romancı Umberto Eco'nun eserlerine ilgi duydum. Açık Yapıt (Opera Aperta) isimli kitabında -ki alt başlığı çağdaş şiirde yorumun tarzı veya formülüyle ilgiliydi- hermeneutiği kullanarak yaklaşımını şu şekilde ifade ediyor: “Metnin sonu yoktur, hatta bir kelimenin bile. Okur, ilk yazara paralel bir yazardır.” Eco, erken entelektüel çalışmalarından itibaren hermeneutiği takip etti ve güzellik üzerine yazdı. Ardından “Thomas Aquinas'in Estetiği” ve “Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik” kitaplarını kaleme aldı. Bu dönem yazdığı eserlerde, alışılageldiği üzere Ortaçağ'ın tamamen karanlık olmadığını söyledi. Bu dönemde ortaya konanları hermeneutik yaklaşımının ışığında okumamız gerektiğini söylemek istedi. “Yorum ve Aşırı Yorum” gibi kitaplarında, artık çağdaş düşüncede bir doktrin haline geldiğini düşündüğüm bu yaklaşım pekişmiştir.
Bugün İtalyan felsefesi genel olarak Avrupa ve Amerikan varlığının gücüne sahip değil. Ancak Eco, tüm tezahürlerinde yaratıcı ve entelektüel metin seliyle felsefeye ve insan düşüncesine çok şey kattı. Bugün Eco’nun talebeliğini yapan ve başkası tarafından yazılan metinlerin okuyucusu olmasına rağmen insanın her zaman yaratıcı olduğunu teyit eden felsefeye yenilerini ekleyecek yeni nesil İtalyanlar var. İnsan, her metindeki sakin anlamdır. Dinmeyen savaşlarda patlak veren insani çatışmanın bir ürünü olarak siyasetin ateşi bir insan aklının doğuşuyla söndürülebilir mi? Eco, A Passo di Gambero (Karides Adımı/Yürüyüşü) kitabında şöyle demişti:
“Siyaset, karidesin yürüyüşüne benzer; düz bir çizgide ilerlemez. Bu endişe verici karamsarlığa rağmen, bilimin gücüyle yol alan insan aklının yeni bir dünyanın mimarı olacağına inanıyorum. Bu dünyanın enlem ve boylam çizgileri, düşünce ve bilimin kalemleriyle çizilecek. Bu uzun bir yolculuk olabilir, fakat gelecektir.”