Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Yapay zekâ çağında hayır işleri!

Mübarek Ramazan ayında Arap toplumlarında insanlar hayır işlerine daha fazla yönelirler. Bu hoş karşılanan olumlu bir insani niteliktir. Körfez toplumlarında bunu açıkça ve hatta biraz da abartılı bir şekilde görebilirsiniz. Öyle ki bu toplumların, petrolden sonra ihraç listesinin ikinci sırasında hayırlı işlerin bulunduğunu söyleyebilirsiniz.
Afrika'da, Asya'da ve hatta yerelde pek çok isim hayır işleri ile tanınmaktadır. Dini hissiyat bu ayda en yüksek dereceye çıktığından bireyler ve gruplar bağış toplama konusunda aktif olurlar. Son zamanlarda bu etkinliği elektronik platformlar ve etkin denetim aracılığıyla organize eden Suudi Arabistan Krallığı'nda olduğu gibi. Ancak bazı Körfez ülkelerinde bireylerin ve grupların istifadesi hayır işlerinin kapısı sonuna kadar açılır ve çoğu zaman bu etkinlikler bir denetimden yoksun olur.
Bu grup ve kişilerden bazısının, bağış toplamak amacıyla kimi zaman doğrudan mesajlar yoluyla (örneğin WhatsApp) kimi zaman da açık bir şekilde (örneğin Twitter) duyuru yapmaları dikkat çekmektedir. Fakat bazen vatandaşların iyi niyetle bağışladığı paranın nereye gittiğini kimseler bilmez. Bunun sebebi, para toplandığına ilişkin herhangi bir makbuzun kesilmemesi, denetimin olmaması veya bu paraların nasıl harcandığının takip edilmemesidir. Nitekim bazıları için iyilik talebinde bulunmak artık bir ‘iş’ haline geldi. Bazıları, reklamlarında, sağlıklı bir aklın kabul edemeyeceği hedeflere ulaştığını iddia ederek para toplamayı haklı çıkarmaktan çekinmiyorlar. Oysa din buna davet etmediği gibi bu tür durumlar bidat kapsamında değerlendirilir. Örneğin bazı bağış taleplerinde, “Eğer Kur'an'ı ezberleyemiyorsanız, başkası sizin yerinize ezberlesin diye bağışta bulunun, mükafatı size kalsın” ya da “Allah'a davet farzdır, eğer bunu yapamazsan para bağışında bulun, başkası sana vekaleten insanları davet etsin ve sen de vesile olduğun için bunun ecrinden nasiplen” gibi ifadelerin kullanıldığını görüyoruz. Hatta bazıları pazarlığı daha da hararetlendiriyor ve ecrin ikiye katlanacağı vaadinde bulunuyor! Bazılarının sorgulamaktan çekindiği tartışmalı reklamlar seli işte bundan ibarettir. Oysa bunların birçoğu, ortaya çıkan ve gazetelere yansıyan bazı skandalların gösterdiği gibi, apaçık dolandırıcılık ve vurgunculuktur.
Tüm bunlar dini duyguların bir tür istismar edilme biçimleridir. Amacı, nereye gittiğini ve hangi alanda harcandığını kimsenin bilmediği bu parayı toplamaktır. Bazı bağış çağrılarında, burada bir ibadethane, şurada bir su kuyusu ya da “bir yığın insanın” dine girmesi meselesi gündeme gelir.
Yapay zekâ çağında ve ulusların modern bilim yarışında, Suriye, Yemen, Libya ve Irak gibi birçok ülkede milyonlarca Arap ve Müslüman çocuğun basit bir eğitim fırsatı bulamadığına tanık oluyoruz. Uluslararası raporlar bize çok sayıda Arap çocuğun -yaklaşık 22 milyon- ya eğitimsiz ya da eğitimi bırakma riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor! Siyasi istikrarsızlık, krizlerin alevlenmesi ve mevcut ulusal devletin başarısızlığı durumunda arzu edilen herhangi bir gelişme fırsatı kaçırılır. Eğitim kurumlarının çoğu “kalite” eksikliğinden muzdariptir. Bunun çok fazla üzerinde durmaya gerek yok. Nitekim yalnızca Google'a “Arap ülkelerindeki eğitimin kalitesi” diye yazın, çıkan rakamlar durumun vahametini göstermeye yetecektir.
Arap üniversitelerinin bilimsel seviyelerinin sıralanması halinde çok azının uluslararası eğitim kalitesinde ilkler listesinde yer aldığı görülür. Evet, devlet üniversiteleri ağır bürokrasiye tabidir ve özel üniversitelerin tek dersi ise kârdır. Üniversiteler düzeyindeki en önemli konuma gelince, Araplarda bunun bir eşdeğeri yoktur.  Batı'nın modern rönesansına tanık olan bu üniversitelerle, hayırseverlerin bağışlarıyla kurulan ve kâr amacı gütmeyen özel üniversiteleri kastediyorum. Bürokrasiden veya kârdan uzak bu üniversitelerin önemi, artık şüphe konusu değil. Böylece devlet işleyişinin karmaşıklığından ve hissedarların baskılarından kurtulmuş olur. Ayrıca üniversiteler topluma sürdürülebilir kalkınmanın liderleri haline gelen yüksek düzeyde mezunlar verebilir.
Şayet “hayır işleri” ile “eğitim kalitesi” arasında bir karşılaştırma yaparsak, hayır işi ve bunun toplumsal gelişmelere ayak uydurmasına ilişkin anlayışımızdaki “boşluk” karşımıza çıkacaktır. Özellikle büyük bağışçılardan toplanan tüm bu paralar, yüksek standartlarda modern eğitim veren ve kâr amacı gütmeyen üniversitelere yönlendirilirse toplum için büyük fayda sağlayacaktır. Çünkü bu durum bir yandan rekabet için fırsat yaratırken, diğer yandan en iyi eğitim kadrolarını ve en yetenekli öğrencileri cezbedecektir. Böylece sıkça konuşulan ancak önünün açmak için çok az şey yapılan yapay zekâ çağına girme hususunda diğer eğitim kurumları için kaldıraç haline gelecektir.
İslam medeniyetinin “hayır işleri” çağrısı, akla ve mantığa dayalıdır: İnsanın ahirette mükafatını alacağı her şey bu dünyadaki amelinin karşılığıdır. Arap ülkelerindeki hayırseverler, Ramazan ayındaki yoğun hissiyatlarıyla birlikte vatanlarında ‘kâr amacı gütmeyen bir sivil üniversitenin’ kurulmasını destekleme çağrısında birleşirlerse bu, onlar için dünyada ve ahirette en hayırlısı olur. Son olarak fıkıh anlayışında hayır işinin yeniden tanımlaması gerekiyor. Böylece bu işler eğitim ve sağlık sektörlerinde özel gelişim hedefleri olan kurumlar bünyesinde organize edilir. Bugün Arap coğrafyamızda buna çokça ihtiyaç vardır.