Abdurrahman Şalkam
TT

Komplo: Açık kod

Arap siyasi anlatısında en çok kullanılan kelimelerden biri de “komplo” kelimesidir. Tek kelime, nedenlere veya yönlendirici etkenlere bakılmadan bir bireyin veya grubun eylemlerinin sonuçlarını özetler. Sadece Araplarla sınırlı olmayıp, diğer ulusların tarihinde de bulunur. Bu kelime “komplo”, her alanda bireylerin ve grupların girişimlerindeki başarısızlık veya hüsran açıklanırken hep kullanılageldi. Sınavda başarısız olan öğrenci çok iyi çalışmadığını bildiği halde, aralarında çıkan bir tartışma nedeniyle öğretmeninin kendisine karşı kişisel bir tavır aldığını söyleyerek başarısızlığına gerekçe bulur. Orduların başına gelen yenilgilerin, ekonomik yıkımların, siyasi felaketlerin, bilimsel, sosyal ve kültürel geri kalmışlık ve diğerlerinin suçu, her zaman mevcut olan bir anka kuşuna atılır, o da komplodur. Sihir, ihanet, aldatma ve diğerleri de geriliğin, plansızlığın ve düşüncesizliğin parmaklarıyla dokunan gömleği asmak için başarısızlık ve bilgisizlik tarafından örülmüş iplerdir. Askeri yenilgilerin sorumlusu, yerel ve uluslararası siyasi durumları analiz eden bir perspektiften yoksun siyasi karar verici veya ordusunu muharebelerde savaşma yeteneği sağlayan gelişmiş askeri temeller üzerine inşa edemeyen, düşmanın gerçek kapsamlı askeri yeteneklerinden habersiz general değildir. “Kendini kırbaçlamak”, geçmişte ve bugün halen yaygın olan bir ifadedir. Arap tarihinin eski ve modern yıllarında tanık olduğu bir yenilgiler ve gerilemeler döngüsüne yönelik herhangi bir eleştiri, hemen bu ifadenin taşlarının hedefi olur.
Arap siyasi zihninde etkileri hiç zayıflamayan hayali komplo, Arap ülkelerini yapay küçük devletlere bölen "Sykes-Picot" anlaşmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın ortasında İngiltere ve Fransa tarafından çizilmiş bir haritadır. Bu bilgisizlik mi yoksa o sırada sahada mevcut olan gerçekleri kasıtlı olarak görmezden gelme midir? Zira o dönemde bağımsız bir Arap oluşumu yoktu. Kuzey Afrika ülkelerinin tamamı Fransız, İngiliz, İspanyol ve İtalyan sömürgesi altındaydı. Körfez ülkelerine gelince, İngiliz mandası altındaydılar ve tüm bu alanlar hiçbir zaman “Sykes-Picot” anlaşmasının haritasına dahil olmadılar. Harita (komplo) Maşrık (Levant) ve Irak bölgelerini içeriyordu, çünkü İngiltere ve Fransa ile savaş halinde olan Osmanlı idaresi altındaydılar ve Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı eyaletlerdiler.
Dünya savaşlarında, galipler mağlupların mirasını paylaşırlar ki bu, İkinci Dünya Savaşı'nda Potsdam ve Yalta Konferanslarında Müttefik kuvvetler liderleri arasında da yaşanmıştı. İkinci Dünya Savaşı ortasında Arap politikacılar arasında bir tartışma dönüyordu. Bir grup, Almanya ve İtalya liderliğindeki Mihver kuvvetlerinin tarafını tutma görüşündeydi. Böylece Filistin’de bir Yahudi devleti inşa eden Balfour Deklarasyonu geçersiz kalacaktı. Alman Nazi lideri Adolf Hitleri ziyaret eden, onu desteklediğini ve onunla ittifak ettiğini ilan eden Filistinli lider Şeyh Emin el-Hüseyni bu yönelimin başını çekiyordu. Deneyimli Iraklı politikacı Nuri es-Said ise, Mihver ülkeleri ile ittifak çağrısı yapanlara şu karşılığı veriyordu: Peki, Mihver ülkeleri kazanırsa, İtalya’nın işgal ettiği Libya’nın kaderi ne olacak? Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının çıktıları bu süreçleri oluşturan yerel ve uluslararası siyasi ve askeri zemini algılamadan Arap siyasi düşünce coğrafyasında halen aktif bir varlığa sahiptir.
Balfour Deklarasyonu sır değil, kamuya açık bir bildiriydi. Ondan önce, Yahudi Theodor Herzl, sesi ve kalemi ile Filistin'de Yahudiler için ulusal bir yurt talep ediyordu ve Filistin'e Yahudi göçü başlamıştı. Arapların İngiliz deklarasyonuna ve Herzl projesine karşı koyma planları nelerdi? Bunlara karşı Filistinli siyasi ve silahlı devrimler patlak verdi, ancak tüm dünyadaki Yahudileri bu planı uygulamak için seferber eden Siyonist projeyi durduramadılar. 1947'de Filistin'i her birine bir devlet şeklinde Yahudiler ve Araplar arasında bölüştüren 181 sayılı BM kararı yayınlandı. Araplar kararı reddedip geçersiz kılmak için savaş ilan ettiler. Sonuç, Yahudilerin BM kararının onlara verdiğinden daha fazla toprak elde etmeleriydi. Bugün bile çatışma ateşini körükleyen ve BM kararında kendisi için uluslararası bir yönetim kurulacak olan Kudüs’ün batı kısmı bu savaşta kaybedildi ve yeni doğmakta olan Yahudi devleti tarafından ele geçirildi.
İsrailli politikacılar David Ben-Gurion'a Yahudilerin “vaat edilmiş toprakların kalbi” olarak kabul ettikleri bölgeyi içeren Kudüs'ün doğu kesimini de işgal etmeyi teklif ettiklerinde, Ben-Gurion buna itiraz etmişti. Bu adımın uluslararası siyasi aktörleri 181 sayılı BM Taksim Kararı hükümlerine geri dönülmesi ve Kudüs'ün tamamının uluslararası yönetimin kontrolüne verilmesi konusunda ısrar etmeye sevk edeceği gerekçesiyle pozisyonunu haklı göstermişti. Sonunda Arap orduları yenildi ve politikacılar Yeşil Hat olarak bilinen ateşkesi kabul ettiler. Araplar, o yılların rahminden doğan nihai sonuçları oluşturan uluslararası ve bölgesel süreçlerin tüm ayrıntılarının derin, geniş ve nesnel bir analizini yapmadan bugüne kadar tüm bu olayları tek bir kelime ile adlandırdılar: Nekbe'ye (Büyük Felakate) yol açan komplo. Komplo, olup bitenler gölünün yüzeyindeki yağ lekesi; bizi analiz, ders çıkarma ve düşünme zahmetinden kurtaran sihirli bir kelime.
1967 Haziran Savaşı, Arap ve İsrail olmak üzere iki askeri taraf arasındaki silahlı çatışmanın değil, Arap siyasi, askeri ve idari bilgisizliğin sonucuydu. Arap tarafının aldığı kararları ateşleyen yüksek sesler, marşlar, şarkılar, konuşmalar ve ateşli isteklilik havasıydı ve sadece 5 gün içinde o tuhaf ve garip felaket yaşandı. Aşağılayıcı bir yenilginin gerçeklerinin ağzı iki kelime ile kapatıldı; Nekse (gerileme) ve komplo. Kim geriledi, kim kime komplo kurdu?! İnsanın kendisine komplo kurmasından daha kötü bir şey var mı? Rahmetli Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba 1965'te Ürdün'ü ziyaret edip, Filistin'in taksimine ilişkin 181 sayılı BM Kararı'na geri dönülmesi çağrısında bulunduğu bir konuşma yaptığında, emperyalist Siyonist komployu desteklemekle suçlandı. 17 Aralık 2010'da seyyar bir sokak satıcısı olan Tunuslu genç Muhammed Buazizi, geçim kaynağı olan sebze arabasına el konulması ile ilgili şikayetini yetkililerin reddetmesi üzerine, Sidi Buzid vilayet merkezinin önünde kendisini ateşe verdi. Muhammed öldü ve tüm Tunus'ta rejime karşı devrim patlak verdi. Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesiyle sona eren devrim, Arap Baharı olarak bilinen etkisini başlattı. Bir kez daha anka kuşu, bitmeyen küresel emperyalist “komplolar” semasında kanat çırpmaya başladı. Umutsuz genç Muhammed Buazizi, Tunus'ta sınırlarını aşıp diğer Arap ülkelerine uzanacak bir devrim başlatmak için vücudunu ve hayatını yabancı istihbarat örgütlerine mi satmıştı?!
Tüm başarısızlıkların ve aksiliklerin özeti olan kelime, komplodur. Saddam Hüseyin’in İran'a karşı başlattığı savaşın, Kuveyt’i işgalinin, bunlardan önce yoldaşları Baas Partisi liderlerini el-Huld Salonunda infaz etmesinin nedeni hep komplodur.
Ebedi düşmanımız açıklandı, artık onu tanıyoruz. Kapalı bir kod olmaktan çıktı. Düşmanımız komplo. Peki, bu düşmana ne zaman savaş açacağız?
Şair Nasıhuddin el-Endulusi şöyle der:
Olur da başına bir felaket gelirse
Nasihat ehli de olsan
Başkalarına danış
Zira göz yakın ve uzağı görür
Ama kendisini sadece aynada görür