Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Filistinliler ve ABD’liler… Bir aşk hikayesi

ABD’nin Filistinlileri hor gördüğü dönemde Filistinlilerin unutulmaz lideri Yaser Arafat onlara sadece bir araç bırakmakla kalmamış, bu aracı Filistin’e liderlik ettiği uzun ve istikrarlı süre boyunca art arda Beyaz Saray’a gelen ABD başkanlarının yönetimleri ile tüm düzeylerde ilişkiler kurmak için kullanmıştır.
Filistinliler Henry Kissinger tarafından Filistinlilerin tanınmaları için koyulan şartları yerine getirdikten sonra bu ilişkileri kurabildiler.
Filistinliler için doğrudan yapılacak toplantının seviyesinin yüksek veya düşük olması önemli değildi. Çünkü fikrin kendisi kutlamaya değerdi.
Filistinli bir grubun denizde gerçekleştirdiği maceralı bir operasyondan dolayı yeni ilişkinin yolu kesilmişti. Daha doğrusu ilişkinin yeniden başlaması, operasyonu gerçekleştiren komutanın örgütün yürütme kurulu üyeliğinden çıkarılması şartına bağlanmıştı.
Arafat bu şartı yerine getiremedi ve ABD yönetimi ile olan ilişkisi sanki hiç olmamış gibi koptu.
Madrid Konferansı’nda barış dosyası açıldığında, ABD’liler Filistinlilerle ilişkilerini iki düzeyde kurdular. Doğrudan resmi görüşme Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) resmi çerçevelerine bağlı olmayan bir ekiple gerçekleşti. O sırada bu ekip Yaser Arafat'ın ve FKÖ'nün otoritesinin tarafsız bir şekilde ABD tarafından kabul edilmesiyle heyet olarak adlandırıldı ve merhum Haydar Abdüşşafi liderliğindeki heyetin, FKÖ’nün kararlarına uymasına ve örgüte olan bağlılıklarını ilan etmesine izin verildi.
Madrid döneminde Arafat için bu ilişki şüphe uyandırıcıydı. ABD tarafından tanınan heyetin alternatif bir liderliğe dönüşme olasılığına dair bir ima ve bir açıklama duyuldu. Madrid’de müzakerelere oturan taraf perde arkasında iken bu ihtimal dahilinde Arafat, bu sefer düşmanla arasındaki müzakereler için tek ve doğrudan bir taraf olarak Oslo'ya gitti.
Filistinlilerin sözde müttefiki olan Sovyetler Birliği’nin hızlanan çöküşü ve ABD karşısındaki küresel kutup konumundan uzaklaşması devam ediyordu. Ancak Sovyetler Birliği, bir analist olarak Filistinlilere uzun süre emperyalist kampa yönelmemeleri konusunda uyarılar yaptıktan sonra ABD’lilerle doğrudan bir ilişki başlatmaları için onları mevcut tüm fırsatlardan yararlanmaya teşvik eden bir taraf olarak, Madrid konferansına katılarak ganimetlerden faydalandı!
Müzakereler, ABD’nin FKÖ lideri ve resmi temsilcileri ile ilişkilerinde önemli bir değişim olmadan doğrudan müzakereleri kontrol etme ve gidişatını belirleme babında Madrid'den Washington'a kaydırıldı.
Arafat-Abbas liderliğindeki Filistinliler Rabin-Peres ile anlaşarak, şu ana kadar Oslo tüneli olarak adlandırılan tünele açılan bir yeraltı koridoru kazıyorlardı. ABD’liler her şeyi kontrol etmede başarılı oldukları gibi, katılmamalarına rağmen Oslo'nun sonuçlarını da kontrol ettiler. Bu kontrolden dolayı ABD, üç çeyrek asır boyunca imkânsız görünen tarihi bir barışı gerçekleştirerek oyunun manevi babası ve başarının mimarı oldu.
Beyaz Saray Arafat’a açıldı. Rekor sayıda ziyaret gerçekleştirildi ve toplantılar yapıldı. Anti-emperyalist literatürün birikimleri nedeni ile uzun  süre ABD’nin tanımasının yararlarından ve resmi olarak muhatap alınmaktan mahrum kalan ‘dünün teröristlerine’ -evet Filistinlilere- bütün ABD kurumlarının kapısı ardına kadar açıldı. Her şey tam tersine dönmüştü. Nitekim ABD, Filistinlilerin arzu ettikleri devletin kurulmasının güçlü manevi babasına dönüşmüştü.
Filistinliler, İsrail'in ABD’nin genel politikası ve özellikle de Filistin alanındaki politikası üzerinde ne kadar etkili olduğuna yeterince dikkat etmediler. Filistinlilerle müzakerede bulunulmasına bile karşı çıkan radikaller, İsrailli karar alıcılara dönüştü. Rabin'in ölümüne başlangıç ​​düdüğü diyebileceğimiz ölümcül bir darbe ile işler sadece Filistin-İsrail ilişkileri düzeyinde değil, ABD ilişkileri düzeyinde de kökten değişti. Bu ilişkiler Oslo öncesi dönemde yavaş yavaş büyüyüp geliştiği gibi, aynı hızda, ancak bu sefer ters yönde gelişti. Ta ki, Başkan Joe Biden'ın görev süresinin ilk yarısında şu an olduğu gibi istikrara kavuşana dek. Mevcut durum, Yüzyılın Anlaşması’nın sahibi selefi Donald Trump döneminde neredeyse istikrar sağlandığından çok daha iyi.
Başkan Biden’ın İsrail’i ziyaret edeceği, Ramallah’a gideceği ve burada Ebu Mazen ve yardımcıları ile toplantı yapacağı duyuruldu. Bu Filistin’in siyasi tabakasını memnun eden bir gelişme. İsrail’e gelince, bu görüşme için gündemini önceden belirledi: İran nükleer dosyası. Filistin meselesini konuşmak kaçınılmaz olursa, asgari sınırlarda -daha fazlası olmadan- ekonomik çözüme yönelik bir konuşma olacaktır.
Filistinlilere gelince, İsrail’in kötülüğü ve ABD’nin kendilerine yardımlarının az olduğu konusundaki şikayetlerini hazırladılar. Ancak yine de sıkıntılı bir dönemde ABD piramidinin en altından -Hadi Amr’ın telefon görüşmelerinden- en tepesine -ABD Başkanı ile Filistinlilerin genelde ‘mevkidaşı’ olarak adlandırdıkları liderleri ile arasındaki doğrudan bir görüşmeye- doğru yeni bir yükselişin oluşmasının ardından sadece bir ziyaret de olsa minnettarlıklarını gizlemiyorlar.
Biden Filistinlilere, kulak vermeye ve bahse girmeye değecek hediyeler getirecek mi? Kudüs'te konsolosluk açacağına dair güvence verecek mi, ya da açmaya çoktan karar vermiş olabilir mi? Bayramlar döneminde bayramlık olarak maddi destek sağlayacak mı? İki devletli çözümü bininci kez yeniden konuşmak dışında Filistinlilere ne teklif edeceğini kimse tam olarak bilmiyor.