Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Allah’ın bilmesi ve biz

İnsan, bazı konularda bilgi sahibi olunca her şeyi bildiğini/bilebileceğini zanneder. Bu zan onu çoğu zaman mutlak doğru olan bilgiye ulaşmasını, onunla tanışıp onun sunduğu imkânlardan yararlanmasını engeller. Mutlak bilgiden kastımız Allah’ın insana öğrettiği bilgidir.
İnsanın cehlini/bilgisizliğini giderilmesi için bir öğretene ihtiyacı vardır. Bu bağlamda peygamberler de Allah’ın onları bilgi sahibi yapmasından sonra bilgi sahibi olmaktadırlar. Peygamberlerin konuyla ilgili durumları şu şekilde dile getirilmiştir: Hz. Muhammed’e; “Sana ölü kalplere emrimizle hayat bahşeden bu Kur’an’ı gönderdik. Oysa bundan önce sen, kitap nedir iman nedir bilmezdin…”. Hz. Nuh, “…Allah’ın bana [vahiyle] bildirmesi sayesinde sizin bilmediğinizi biliyorum.”[1], Hz. Yakup, “Ben,” dedi, “derdimi ve tasamı, ancak Allah’a şikâyet ediyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.”[2] söylediği şeyler gerçekleşince de “Ben size, ‘Allah tarafından, sizin bilmediklerinizi bilirim.” dememiş miydim!”[3] diye haykırmıştır. Bu örnekler de göstermektedir ki insanın bir ilk öğreticiye ihtiyacı vardır. Özellikle de idrakin ötesini aşan ve akli çıkarımlar veya tecrübe ile bilgi elde edemeyeceği alanlarda. Bu yüzden Hz. Peygambere ruh hakkında soru soranlara; “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.”[4] Cevabını vermesi emredilmiştir. Ayette de ruh konusunda insanlara pek az bilgi verildiği belirtilmiştir. İnsana pek az bilgi verildiği ifadesini genel anlamda yorumlayarak, “Bütün insanlara her konuda az bir bilgi verildi” şeklinde açıklayanlar da vardır. Çünkü Allah’ın sınırsız ilmi dikkate alındığında insanın bilgisi daima az ve sınırlıdır.[5]
Birçok ayeti kerimede Allah Teâlâ yaratılmışların bilgisinin azlığından veyahut da hiç bilmediklerinden bahseder. “Allah bilir siz bilmezsiniz” vurgusu çeşitli konularda dile getirilir. Örneğin;
“İnsanın yaratılışına şaşırıp itiraz vari cümleler kuran meleklere,[6]
Kıtal/savaş farz kılındığında mızıldanan ve onu şer gibi görenlere,[7]
Boşanma konusunda konulan hükümler, bunların nasıl uygulanması gerektiği, insanlar için yararı ve ona en yakışan davranış biçiminin ne olduğu,[8]
“Allah’ın zatı, Hz. İbrahim’in inanç sitemi gibi” hususlarda tartışmaya girenlere,[9]
İnanan insanın kendisine düşman olan bazı kişi ve şeyleri ihata etmesi,[10]
Allah’ın yaratmış olduğu bütün yaratıkları,[11]
Çirkinliklerin topluma ne büyük zararlar verdiğini ve buna karşı neler yapılması gerektiğini,[12]
Şirke dayalı inançlarını makul göstermek için saçma gerekçelerle Allah’a örnekler vermeye kalkışanlara[13]” Allah bilir, siz bilemezsiniz denilmektedir. Durum böyle olmasına rağmen Şeytan insana “Allah adına bilmediği şeyleri söylemeyi emreder.”[14]
Allah Teâlâ, hakkıyla tanınmadan ve bilinmeden, Allah'a gereği gibi kulluğun yapılması söz konusu olamaz. Zira kim olduğunu, sahip olduğu sıfatları bilmediğiniz birine doğru bir kulluk yapamazsınız. Bu noktada Allah Teâlâ’nın kendisini nasıl tanıttığı önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Üzerinde durduğumuz bilgi-bilme konusunda da durum aynıdır. Çünkü bu konuda Allah’ın kendisini nasıl tanıttığını, bilgisinin kuşatıcılığını ve sonsuzluğunu bilmeden bizim bilgi-bilme kapasitemizi ve sınırlarını sağlıklı kavrama imkânımız olamaz.
Allah'ın ilmi ile kulların ilmi arasında fark vardır. İlahi bilgi ile insani bilgi arasındaki farkları şu şekilde ifade etmek mümkündür:

1. Allah'ın bilgisi bilinenin varlığına bağlı değildir, kulun bilgisi bilinenin varlığına bağlıdır.
2. Allah'ın bilgisi bizatihi bilgidir, kulların bilgisi kazanılmış bilgidir.
3. Allah'ın bilgisi zamana bağlı değildir, kulların bilgisi zamana bağlıdır.
4. Allah bilmek için duyulara ve fikre ihtiyaç duymaz, kullar duyar.
5. Allah'ın bilgisi kalıcıdır, kulların bilgisi geçicidir.
6. Allah'ın bilgisi sonsuzdur, kulların bilgisi sonludur.[15]

Belki de “Hiçbir insanın bilgisi, edindiği tecrübenin ötesine geçemez.” diyen John Locke bu hususları göz ardı etmemiştir. Çünkü "Allah gaybı ve şehadeti bilendir. Ne gökte ne yerde zerre miktarı bir şey onun ilmi dışına çıkamaz.”[16]
İnsan aklına tabiat kanunlarını bulduran da vahyi gönderen de Yüce Allah’tır. Allah’tan başka her şey yaratık yahut yaratıklara ait özelliklerden ibarettir.[17] Hal böyle olunca yaratılmış olanın yaratanı göz ardı etmesi, onun sadece cehlini/bilgisizliğini arttırır. Bunun olmaması için bilgi ve bilme konusunda da insana rehberlik yapılmış ve bilgiye sahip olmadığı durumlarda nasıl davranması gerektiği kendisine şu ilke ile öğretilmiştir:
“Bilene/ehline sormak”[18] veya başka bir deyişle; Bilenden/ehil olandan öğrenmek!
[1] A’raf 7/62
[2] Yusuf 12/86
[3] Yusuf 12/96
[4] İsra 17/85
[5] Heyet, Kur’an Yolu, 3/518
[6] Bakara 2/30
[7] Bakara 2/216
[8] Bakara 2/232
[9] Al-i İmran 3/66
[10] Enfal 8/60
[11] Nahl 16/8
[12] Nur 24/19
[13] Nahl 16/8
[14] Bakara 2/169
[15] M. İslamoğlu, Esmaü'l Hüsna - El-Alîm, s.766
[16] Sebe’ 34/3; Yunus 10/61
[17] Hüseyin Aydın , Allah’ın Zaman Dışı Bilgisi Ve İnsanın İmtihanı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, III (2015), 71-88 87
[18] Nahl 16/43; Enbiya 21/7