Abdurrahman Şalkam
TT

İslam kayasını delenler

İhtilafın içinde barındırdığı tüm hararetine rağmen fikri diyalog, tartışma, hatta çekişme, akışı hiç kesilmeyen hayat damarı ile etkileşimi harekete geçiren yaşam yakıtıdır. Geri kalmışlık ise, içe kapanma ve yılların ağırlığıyla, akıllara hâkim olanları yerinden oynatma korkusu denizlerinde boğulan toplumların varlığını alt üst eden en büyük semptomdur.
Bugün, kendisine ait bir zamanda oluşmuş yeni bir Arap kuşağı ile güçsüzleşmiş, yaşlanan, sesler veya kağıtlardaki satırların yönlendirmesi ile bu güçsüzlükten kurtulamayacak bir kuşak arasındaki diyaloğu takip ediyoruz. Bu diyaloğu takip edenler yazılı ve görsel sosyal medyanın, küçük bir mobil cihaz veya bilgisayara sahip herkesin harf, söz, ses ve görüntüden oluşan bir sörf arenasına girmesi için açık bir parkur haline geldiğini görecektir. Elektronik iletişimde, tarih, siyaset, sanat, kültür ve sosyal konular dahil her şey bir sörf tahtasına dönüştü. Bunda bir şey yok, çabasını plastik bir tabakanın üzerine yazsa da çalışan herkes karşılığını alır. Gelgelelim, yazar veya konuşmacı bir profesörse, adının öncesinde “Dr.”, “Doç” ya da “Prof” bulunuyorsa, kendisine entelektüel veya tarihçi sıfatı verilmişse, diyaloğun veya tartışmanın konusu dinse, işte o zaman iş değişir.
Ateist, laik, dinsiz, Kuran, kafir vb. nitelendirmeler, özel görsel kanallar da dahil sadece sosyal medyada yaygınlaşmadı, aynı zamanda kitapları da ele geçirerek, onları dine karşı açık ve aleni bir savaş alanına soktu.
“İslami Faşizm” ve ondan önce de “Elvada ey Gökyüzü” başlıklı kitaplar okuduk. Görsel alanda yazarın kendisi “İslam Sandığı” başlıklı yüzlerce bölüm yayınladı.
Herkes her konuda fikrini söyleme hakkına sahiptir. Ancak tüm insan eylemlerinin ulaşmayı hedefledikleri bir amacı vardır. Bu doktor ve profesör de (“İslam dini A'dan Z'ye, Kur'an ve Sünnet olsun tüm bileşenleri, hatta tarihi, şahsiyetleri ve liderlerinin adları ile ortadan kaldırılmalıdır) dediği bir savaşta güçlerini seferber etmektedir. Bu günlerde yükselen bir başka ses ise, tüm İslami fetihleri ​​ırkçı savaş suçlarının işlendiği sömürgeci seferler olarak nitelendiriyor.
Soru şu; arzu edilen hedef nedir? Dini akıllardan ve kalplerden söküp, dibi olmayan hayali bir denize atmak mı? İnsanın yıllar içinde oluşmuş, birikmiş fikir ve inançlara sahip olduğu bir dünyada yaklaşık 2 milyar Müslüman’ın kayıp varlıklar haline gelmesi mi?
Sadece dinin cevaplayabileceği ebedî ve ezelî sorular vardır. İster ilahi ister beşeri olsun, her dinin kendine özgü bir özelliği vardır. İslam'ın, asırlardır Müslümanların akıl ve vicdanlarında kök salan kendine has bir özelliği ve gücü vardır. Sıradan insanlar, kendilerini filozof veya profesör olarak tanımlayan, sesleri ve kağıtları ile dine karşı devrim ve isyan bayrağını taşıyanların önlerine getirdiklerini görmüyor, duymuyor ve okumuyorlar.
İslam dinine atfettikleri, sloganlar atan radikal terör örgütlerinin öldürme, bombalama, tecavüz ve kaçırma gibi eylemlerine bazılarının tepkilerini ne bilmiyor değiliz ne de görmezden geliyoruz. Fakat İslam'ı ortadan kaldırma savaşında yazıp çizenler, konuşanlar, ileri atılanlar, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan ve suç işleyen teröristlerin İslam dünyasındaki yüzdesinin kaç olduğunu biliyorlar mı? Milyonda birden azlar ve sayılarını geçen yüzyılda Avrupa ve Japonya'nın tanık olduğu terör hareketlerinin üye sayısıyla karşılaştırdığımızda, aradaki büyük farkı görürüz. Fransa'daki Doğrudan Eylem Grubu, Alman Baader-Meinhof, İtalyan Kızıl Tugaylar, Japon Kızıl Ordusu ve bunlara ABD'deki aşırılıkçı grupları eklersek, aradaki büyük fark bizi korkutur.
Evet, her inançta her zaman gözden geçirmeye değer çok şey vardır, çünkü insan, içindeki her şeyle birlikte gelişen ve değişen bir varlıktır. Dört Sünni mezhep, hayat sürecinin ve değişim sonucu uğradığı evrimin rahminden doğan sorulara cevap veren yorum ve içtihatların ürünüdür. Her mezhep kendisinden öncekilerden alıp ona eklemeler yapmıştır.
Din, dışarıdan değil, içeriden reforme edilir veya geliştirilir, semavi ve diğer tüm dinlerin tarihi bunu doğrulamaktadır. Amatörler, düşünce ve kültür iddiasında bulunanlar, savaşlarını “muhalif ol tanınırsın” üzerinden veriyorlar. Ve aslında bir seması, ufku, yıldızları olmayan bir şöhretin peşinden koşuyorlar.
İbrahim bin Seyyar el-Nizam el-Basri der ki: "Eğer biraz ilim öğrenmek istiyorsan, ona tüm hayatını vermelisin.” Din, dalları sürekli büyüyen ilmin, hayatın tarlalarında yetişen yapraklarını oluşturduğu, varlığı ve bileşimi olan bir inançtır.
Reform, yenilenme ve gelişmenin, yenilenmek ve geliştirilmek istenilene dair geniş ve derin bilgi ile nitelikli zihnin pusulasının, hayatın her alanında, her gün, hatta her saat insan aklının ortaya çıkardıklarının ışığıyla aydınlanmanın rehberlik ettiği kendi yolları ve kapıları vardır.
Evet, hayat yollarında her gün akan sorular vardır, cevaplanmaları kaçınılmazdır ve onları görmezden gelmek ya da onlardan kaçmak imkansızdır. Sorular yeniyse, cevaplar da yeni olmalıdır. İçinde bulunduğumuz çağın sorduğu bir soruya, söyleyeni ile birlikte mezara girmiş bir dönemin düşünürünün ya da din aliminin cevabı verilemez. Canlı sorulara verilen ölü cevaplar, kafaları patlatan parça tesirli safsatalara dönüşürler, aklın ışıklarını söndürür, gerilik ve yıkıma yer açarlar.
Bazı sözde din adamları veya fakihler, din ile savaşma dalgalarında sörf yapanlara ve İslami faşizm hakkında yazanlara gerekçeler sunuyorlar. İçinde bulunduğumuz ekonomik krizden çıkmanın tek çaresinin, ganimetlerle, tarlalarımızda ve fabrikalarımızda çalışacak erkek esirler ve bizi eğlendirecek kadın esirlerle dönmek için diğer milletlere karşı cihat ilan etmek olduğunu söyleyen zeki (!) bir din adamı, İslam'a karşı kin ve savaş ateşini körükleyenlere odun taşıyor. Bunun yerine gençleri ilim öğrenmeye, laboratuvarlar ve bilimsel araştırmalar cephesinde cihat etmeye, fabrikalar ve çiftlikler kurmaya, kardeşliği, hoşgörüyü, hukukun üstünlüğünü ve adaleti sağlayan bir toplum inşa etmeye, “De ki çalışın”, “İlim talep edin”, “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın”, “Rabbim ilmimi artır” ifadelerini sloganları yapmaya teşvik edemez miydi? Tekrar ediyorum, diyalog ve tartışma hayatın gerekliliklerindendir, fakat çatışmaya, kökünü kazıma çağrılarına, seslerin ve harflerin uçlarında düşmanlık bayraklarını dalgalandırmaya gelince, zamanın rüzgarlarının unutulma boşluğuna savuracağı nefret baloncuklarından ibaret kalacaklardır. Bu kişilere şair el-A’şa’nın şu dizelerini söylüyoruz:

“Kayayı delmeye çalışan bir dağ keçisi
Ona zarar vermek yerine kendi boynuzunu kırar”