Abdulaziz Tantik
TT

Ruhun macerası…

Derin bir yalnızlık içinde düştüğü yeni yeri anlamaya çalışırken gözlerinden çaresizliği okunuyordu. Çaresizliği yalnızlığını, yalnızlığı da çaresizliğini besliyordu. Bu, düştüğü yerin kendisine yabancı oluşu ve kendisinde var olan gücün burada bir karşılığının olmadığını düşünmesiyle orantılı bir yükseliş veya alçalışı gösteriyordu.
Etrafına alıcı gözlerle bakmaya başladı. Olup biteni anlamaya çalıştı. Küçük adımlar attı. Tanımaya yönelik bir istek belirdi kendisinde. Buralıyım artık diyerek, neler yapabileceğine dair bir düşünce zihninde belirmeye başladı. Nefes almayı fark etti. Nefesini tutmaya çalıştı. Nefesini fazla tutamadığını anladı. Nefessiz kaldığında ise yaşam belirtisini kaybedeceğini keşfetti. Böylece nefes almanın önemini daha derinden kavradı. Çok susamıştı. Su aradı. Buldu ve içmeye başladı. Ne kadar oldu su içmeyeli diye düşünmeye başladı. Hava kadar suyun da önemini anlamaya başladı. Su içtikçe kendini yenilediğini hissetti. Nefes almak, su içmek onu kendisine getirdi. Etrafa bir daha alıcı gözle baktı. Bu arada midesinde sesler gelmeye başladı. Halsizlik baş gösterdi. Acıkmıştı demek ki… Ama acıkmak nedir? Daha bilmiyordu. Bir şeyler yeme isteği onu arayışa sevk etti. Etrafında gördüğü ağaçlarda bazı şeyler vardı. Elini uzattı. Bir ısırık alarak tadına baktı. Yüzü ekşidi. Tadı hoşuna gitmemişti. Bir başka ağaçtan bir meyve aldı, onun tadına baktı, yüzü güldü, hoşuna gitmişti tadı. Yemeye başladı. Önce hızlı, sonra yavaşlayarak yedi, birkaç tane daha yedi. Artık, doyduğunu anladı, canı başka bir şey çekmedi. Bu doygunluğun kendisine bir enerji verdiğini anladı.
Karşıdan birinin geldiğini gördü. Kendisi gibi, ama tam kendisi değil, bir benzeri, farkı olan benzeri… Bir şey söylemeye çalıştı. Ses çıktı. Sesini fark etmesi onu heyecanlandırdı. Birden kendisinin sesinin gizini çözmeye çalışırken, ne söylemek istediği üzerine düşündü. Böylece muhatabına neyi nasıl söyleyeceğine dair bir düşünce zihninde belirlemeye başladı. Nefes, su, acıkmak, yeme, doyma, ses, iletişim ve ilişki kurmanın anlamı, benzerini görme, ona yakın olma hissi, yabancılaşmayı geride bırakan, yeni bir heyecana kapı aralayan ve kendisini biraz daha güvende hissederek, yeni bir adımı atmanın eşiğinde kendini bulması fazla sürmemişti.
Etrafına baktıkça, hatırlıyor, hatırladıkça anımsadığı şeyler üzerinden nelerin olup bittiği konusunda zihninde bir şeyler canlanıyor. Tamamen boş bir şekilde gönderilmediğini anlamaya başlıyordu. Buraya gönderildiğime göre, burada olmamın bir nedeni, anlamı ve bu anlama havi bir sorumluluğumun da söz konusu olması lazım…
Düşündükçe bazı şeylerin açıklığa kavuşması gecikmedi. Etrafa daha ilgili yaklaştıkça, zihni daha berraklaşıyor ve isimler kafasında uçuşuyordu. Gördüğü şeyleri tanımak ve onlarla nasıl bir bağ ve ağ içinde birlikte var olacağına dair yaklaşımlar gelişiyordu, kendiliğinden, gözleme istinaden, üzerine düşünmeye başlayınca, adını koyamadığı bir hissiyat üzerinden beliren kelime ve sözcüklerin keşfi ile birlikte hem yalnızlığını ve hem de yabancılaşmasını gidermeye yönelik bir beklentisi oluşmaya başladı.
Zaman akmaya başlamıştı. Bir şeylerin değiştiğini görmeye başladı. Hava değişiyor, etrafındaki şeyler değişiyor, buna bir ad koyma isteği, onu zaman ile buluşturdu. Gece, gündüz, karanlık ve aydınlık, küçülme ve büyüme, hızlı ve yavaş gibi temel aksiyomlar, olgular ve olayları gözlemlerken, bu hareketliliği isimlendirme arzusu onu zamana taşıdı. Zaman, akışın adı… Akış ise her şeyin değişim içinde varlığını idame ettiği gerçeğine taşıdı onu…
Kendisi gibi ve kendisi gibi olup farklı olanlara yönelik de bir isimlendirme buldu. Çünkü etrafında da bu ikili yapıyı gözlemleyebiliyordu. Dört ayaklı canlılar ve iki ayaklı canlılarla ilişkili olarak hareket ve yaşam belirtisi gösteren her varlığı canlı,  kendisini ise farklı kılan insan tanımına ulaşarak kendi anlamını keşfetti. Demek ki insanlarda iki türlü idiler. Erkek ve kadın birbirini tamamlayan birer varlıktılar. Böylece yalnızlık ve yabancılık hissinin yaşam düzeyinde kendi anlamını tüketen bir durum ile karşı karşıya kaldığını anladı. Gözleri parladı. Hem yalnızlığı bitecekti, hem de kadının doğurganlığı ile kendi geleceğine dair bir öngörüde bulunabilecekti.
Bütün bu olup bitenler dışarıdan bakıldığı zaman çok zaman almıştı. Ama kendisi açısından bir anlık aydınlanma ile taçlanan şeydi.
Daha büyük bir sorumluluğun eşiğine geldiğini anlamakta zorlanmadı. Burada olmanın mahiyeti, anlamı ve sorumluluğu üzerine tefekkür etmeye başladı. Buraya gönderildim veya düştüm, her iki halde de bir saçmalığı taşımaz! Çünkü yaşadığım süre içinde hiçbir şeyin anlamsız, gereksiz ve saçma bir şekilde varlığını idame ettirdiğini fark etmemişti. Bu da ona varlığın amaçlı oluşunu, kendisinin de burada olmasının bir anlamı olabileceğini düşündürttü.
Fark ettiği temel bir gerçek vardı. Bu süre içinde ve süreçte ‘gizli bir el’ sürekli kendisine yol, yordam ve anlama konusunda yardımcı oluyordu. Bu yardımın yüksek bir yerden geldiği konusunda kafası netti. Bu yardımın, aynı zamanda hem gönderilişi ile hem burada olmasını açıklama yönünde ve hem de burada ne yapması gerektiği konusunda kendisine çok yardımı olacak bir Yardımcı tarafından yapıldığı gibi açık bir hissiyata sahip olduğunu gördü. Böylece kendisinin dışında ama kendisine yardımı dokunacağını bildiği yeni bir varlık bilinci ile karşılaşmıştı. Bu ona çok yabancı da gelmemişti. O zaman bu yardım nasıl gönderiliyordu. Buna dair bir açık fikre sahip olma arzusu onu düşünmeye sevk etti. Bazı şeyleri kendiliğinden zihninde hazır bulduğunu hatırladı. Bu da kendisini buraya gönderen yardımcının, kendisine burada var olmanın bilgisini de peşinen vermişti. Etrafına baktıkça bazı şeyleri zihinde belirgin kılan şey buydu demek ki… Bazen çok daraldığı zaman, bir şeyi doğru anlamaya yönelip tıkandığı bir zeminde, zihninde duyduğu ses, bir başka ilişki ağını da açığa çıkarıyordu. Aslında bizi buraya gönderen ve terbiye eden varlık ki buna Rabb diyebiliriz. Rabbimiz bizi hiçbir zaman terk etmemişti. Sadece koşullar yüzünden kendimizi yalnız ve yabancı hissetmiştik. Hâlbuki var olan her şey zaten Rabbimiz tarafından yaratılmış değil miydi? O zaman yaratılmış her var olan ile bir ortak noktamız vardı. Rabbimiz aynı idi. Ortak bir kaderimiz vardı. Ölçülerimiz benzerdi. Kişiye göre farklılıklar olsa da ortak ve benzer noktalar çok da çokça bulunuyordu. Tecrübe ona bunu gösteriyordu, diye düşündü. 
Zaman içinde kendisi gibi olanların sayısının çok olduğunu gördü. Onlarla birlikte yaşamaya başladı. İşte bu yaşama tecrübesi, insanın farklı boyutlarını da açığa çıkardı. Bencilliğini, kıskançlığını, elindeki ile yetinmeyenlerin başkalarının elindekine göz koymalarını vesaire düşünmeye başladı. Sonra içlerinden düzgün, güvenilir birinin bir gün; sizinde benimde Rabbim olan Allah, Bana bildirdi ki, “eğer bu size gönderdiğim bilgilerle hareket etmezseniz, cezalandırılacaksınız, uyarsanız mükâfatını göreceksiniz, bu mükâfat hem burada, hemde (buranın geçiciliğini anlamış olmalısınız) yaşam bittiğinde gideceğiniz yeni yerde de sizi bulacaktır.”
Bu olay üzerine yaşadıklarını yeniden gözden geçirmeye başladı. Bu emin ve güvenilir, sağduyulu şahsın yalan söylemesine gerek bir durum yoktu. Bilakis, söyledikleri kendisini zora sokmuştu. Kimse kendisini bir şey elde etmeden zora sokmazdı. Ama bu Elçi, her hangi bir şey istemediği gibi bir beklentisi de yok. O yüzden bu yalan söylemez! Ona güvendi. Söyledikleri ile kendi tecrübesi arasındaki bağıntıyı derinden anladı. Ve tabi olmada bir sakınca görmedi. Gelen her bilgi kendilerine bildiriliyordu. Ve kendisi, indirilen her bilginin mutlaka kendisine bir yararı dokunuyordu. Meseleyi anlamada fayda sağlıyordu. Ortaya çıkan sorunlara çözüm sunuyordu. Kendi kişisel gelişimine çok önemli bir katkı veriyordu. Yardımcı fikri müşahhas bir Yaratıcı Allah kavramı ile yer değiştirmiş, artık kendisini yalnız hissetmiyordu. Yabancılaşma duygusu kendisini tanışıklığa bırakmıştı. Sanki ilk andan itibaren bir tanışıklık var gibi derinden bu duyguyu hissediyordu. Her inen bilgi ile kendisi biraz daha yabancılığını terk ediyor ve yalnızlığını geçmişe gömüyordu. Böylece yeni bir yaşamın kapısı sonuna kadar aralanmıştı. Elçiyi dinledikçe kendisini yeniliyordu. O bilgilere sahip çıkıp uyguladıkça, dirildiğini hissediyordu. Ölümsüzlük bu olsa gerek diye düşündü…
Bir gün derin bir tefekkür anında nefes almanın derin farkındalığını yeniden keşfetti. Havanın suyun, toprağın, ateşin hayatındaki derin anlamını bir daha idrak etti. Aslında her şeyin yüce Yaratıcı tarafından yaratıldığını ve kudret eli ile var kılındığını, her şeyin insana mahsus bir düzenlemeye işaret ettiğini yeryüzünü cennete ve cehenneme çevirenin ise insan iradesinin ortaya çıkardığı şeylerden müteşekkil olduğunu, dünyadan sonra ahirette de insan, iradesi sonucu yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağını kavradı. Bu kavrayış onu her şeye yeniden bakmaya zorladı. Artık, kendini yabancı hissetmiyordu. Yalnız olmadığını da derinden anlamıştı. Allah her an onunla birlikteydi. Bir an bile ondan uzaklaşmamaktaydı. Bu temel gerçeği idrak ettiği andan itibaren o yalnızlığına veda ederken, yabancılaşma duygusu ile vedalaştı ve yeni bir insan olarak hayatına başladı…
Anlamaya başladı ki ruhu kendisini sarmaya başlamış ve kendi ruhu ile bağını kurmuş, ruhunun sesini duymaya başlamış ve yaşadığı bütün bu süreç ruhunun serüvenidir. Ruh, kalbi üzerinde oturarak bedeni ve nefsi ile birlikte aklı ve duyguyu yönetmeye başlamıştı. İçini büyük bir sevinç kapladı. Artık ruhunu keşfetmiş ve onunla bağı kurmuş, kendisinin dışında kalan her şey ile de ruhu aracılığı ile kurduğu ilişki üzerinden onların hakikatine dair idraki keskinleşmiştir. Anlamıştı ki artık ruh değişime kapalı, ancak kendisine yeniden yöneldiğinde onu orada hazır bulmaktaydı. Bu gerçek onu zaman ve zaman dışı kavramının neye tekabül ettiği konusunda bir açıklığa taşıdı. Böylece burada hem zaman içinde tarihsel bir varlık, hem zaman dışı boyutu ile de tarih üstü bir varlık olma imtiyazını keşfetti…
Ruhunu macerası ile baş başa bırakarak veda etti…