Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Uluslar sorunlarından nasıl kurtulur?

Dünya genelinde ve Arap bölgemizde yanıtı en çok merak edilen sorulardan biri de kalkınma ve istikrarın nasıl sağlanabileceğidir. Geçen ay Alem el-Marife yayınlarından, Jonathan Tepperman’ın ‘The Fix’ Çözüm: Uluslar Gerileme Halindeki Bir Dünyada Nasıl Hayatta Kalır ve Kalkınır?’ başlıklı kitabı çıktı. Bu kitapta Tepperman bahsi geçen soruyu, Afrika, Asya ve Avrupa'daki on ülkenin başarılı liderlerinin serüvenlerini gözden geçirerek yanıtlıyor. Refah ve kalkınmayı başaran her ülkenin elbette farklı tecrübeleri söz konusudur. Takdir edilirse sınırlı kelimelerden oluşan bir makalede, rakamlara, istatistiklere, siyasi deneyimlere dayanan geniş bir değerlendirme yapmamız mümkün değildir. Dolayısıyla sadece bu konu hakkında bazı ipuçlarını ele almayı düşünüyoruz.  
Temel varsayımlardan biri, dünyanın başına bela olan sorunlar ülkeden ülkeye farklılık gösterse de bu sorunların kaynağıyla ilgili ortak nokta, siyasilerin kötü yönetiminden kaynaklandıkları hususudur. Tepperman bu kitabında yöneticilerin ‘kutunun dışında’, yani alışılmışın dışında düşünmeleri halinde tüm sorunların çözülebilir olduğunu iddia ediyor. Bu iddiasını da on ülkenin kalkınma deneyimlerinde liderlerin rolüyle ilgili ayrıntılar vererek kanıtlamaya çalışıyor. Yazara göre öncelikle temel sorunları tespit etmek ve daha sonra bu sorunlarla yüzleşmek için planlar geliştirmek gerekiyor. Yazar, çoğu toplumun karşı karşıya olduğu on sorun olduğuna inanıyor ve bunu ‘zorlu on’ olarak adlandırıyor.  

Birincisi: Toplumsal eşitsizlik. Bu sorun, başka sebeplerin sonucu olması ve aynı zamanda kendi açmazlarını üretmesi nedeniyle baş edilmesi en zor konuların başında geliyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik yolsuzluğu pekiştiriyor ve yoksulluğun derinleşmesine neden oluyor. Toplumda huzursuzluk yaratıyor ve yabancı düşmanlığını körüklüyor. Umutsuzluğa sebebiyet veriyor ve gelir dağılımında uçuruma neden oluyor.  

İkincisi: Beklenmedik göç. Yazar, göçe karşı, özellikle gelişmiş ülkelerin göçmenlere karşı olumsuz tutumunu şiddetle eleştiriyor. Göçmenlere karşı popülist tutumların, yasal ya da somut duvarlar inşa edilmesinin kalkınmanın önündeki engellerden biri olduğunu düşünüyor. Donald Trump'ın beyaz tenli olmayanlara, Asyalılara, Afrikalılara ve Müslümanlara olan yaklaşımını kınıyor. Silikon Vadisi'ndeki büyük teknoloji şirketlerinin yüzde altmışının göçmenler tarafından yönetildiğini ve bu kişilerin kanunlara tamamıyla uyduğunu hatırlatıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne göre önümüzdeki yarım yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da makul büyüme oranlarının sürdürülebilmesi için 50 milyon göçmene ihtiyaç olacak. Dolayısıyla göçmenlerin entegre edilememesi Tepperman’a göre birçok ülkenin içine düştüğü hatalardan biridir.  

Üçüncüsü: ‘İslamcı aşırılık’. Yazar, Suriye olaylarına ve Suriye halkının değişim arzusuna ve genel olarak Batı'nın Suriye'de olanlarla ilgili başarısızlığına değiniyor. Batı’nın Suriye’yi kendi haline bırakarak İslam adına aşırılığa başvuran DEAŞ ve benzeri örgütlere alan açtığını savunuyor. DEAŞ’a dünya genelinden 86 ülkeden katılım olduğuna dikkat çeken yazar, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a karşı dokuz yıl yürüttüğü savaşta yer alan yabancıların üç katının DEAŞ saflarında savaştığını belirtiyor. Bilgisizlik ve kalkınmada başarısız olunmasından beslenen aşırılıkçı gruplar tehdit olmaya devam ediyor.  

Dördüncüsü: İç savaşlar. Avrupa'nın yetmiş yıldan fazla bir süredir savaşlardan arınmış olmasına rağmen (kitap Rusya-Ukrayna savaşından önce yazılmış), dünyanın birçok ülkesinde iç savaşlar yaşanmaya devam ediyor. Milyonlarca insanın hayatına mal olan iç savaşlar, milli servetleri tüketiyor ve kalkınmanın önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor. Yazar buna örnek olarak Irak, Yemen, Suriye, Libya ve Lübnan'ı gösteriyor.  

Beşincisi: Yolsuzluk. Kitapta bir başka bölümde eşitsizlikle yolsuzluk ilişkilendirmiş olsa da bağımsız bir sorun olarak, yolsuzluğun kalkınmayı engelleyen önemli bir faktör olduğu vurgulanıyor. Yolsuzluk sadece yoksul veya gelişmekte olan ülkelerin hastalığı değil, aynı zamanda daha az oranda da olsa gelişmiş ülkelerin de hastalığıdır. Yazara göre yolsuzluğun temel nedenleri; vicdansız yöneticiler, ortak değerlerin yokluğu ve yetersiz eğitim. Yolsuzluk vatandaşların liderlerine olan güvenini sarsıyor. Yolsuzluğun tüm ülkelerde yaşandığına, İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in yolsuzluk nedeniyle hapis cezası almasına atıfta bulunarak işaret ediyor. Yazar, dünya çapında ödenen toplam rüşvet miktarının yılda bir trilyon dolar olduğunu tahmin ediyor. 

Altıncısı: Doğal kaynaklar. Yazar aynı zamanda bunları ‘kaynakların laneti’ olarak adlandırıyor. Birçok ülkede devasa doğal kaynaklar var ancak bunlar çoğu zaman akıllıca değerlendirilmiyor. Kaynaklar çoğu zaman politikacılar tarafından açıktan sömürülüyor ve çalınıyor ya da ‘kamusal beyaz fil’ tabiriyle anılan, görkemli, yüksek statüye sahip ancak üretken olmayan projelerle göz boyanıyor. Çoğu ülkede doğal kaynaklar nadiren, eğitim, sağlık ve altyapı gibi doğru projelere yönlendiriliyor. Denilebilir ki genelde sadece yöneticiler ‘toprak altından zenginlik’ elde etmeyi başarıyor.  

Yedincisi: Enerji. Doğal kaynaklar sadece ülke içinde değil, devletler arasında da çatışmalara neden olmaktadır. Yazar, Amerika Birleşik Devletleri'nin devasa ‘kaya petrolü rezervlerinin’ kendisini petrol ithal etmekten kurtarmasını umduğunu ancak bunun dahi küresel olarak artan ‘enerji susuzluğuna’ çözüm olmadığını belirtiyor. Hindistan ve Çin'in fosil enerji iştahı artıyor ancak enerjiyi üreten ülkelerde yaşanan sorunlar, enerjinin etkin kullanımına engel oluyor. Bu sorunlar başlıca iç savaşlar, büyük şirketlerin tekelci yaklaşımı, pazarlamada siyasetin rolü, geri kalmış yasal mevzuat ve üretilen servetlerin akıllıca olmayan kullanımları olarak öne çıkıyor.  

Sekizinci: Ortalama gelir tuzağı. Kişi başı düşen ortalama milli gelir, toplumdaki servet dağılımının sabit bir ölçüsü olarak kabul görüyor. Çoğu ülkede bu veriler sağlıklı değil. Yazara göre toplumsal gelir adaletinin sağlanabilmesi ve makul bir ortalama gelir seviyesinin yakalanması için insan sermayesine olan yatırımlar artırılmalı, eğitim niteliği iyileştirilmeli, adalet mekanizması politikanın boyunduruğundan kurtarılmalı, fikirsel mülkiyet korunmalı ve bürokratik engeller ortadan kaldırılmalı.   
Yazar dokuzuncu ve onuncu zorlukları ise ‘siyasi engeller 1’ ve ‘siyasi engeller 2’ olarak adlandırıyor. Bahsi geçen sorunların tümünün doğru yasaların oluşturulması, yasalara uyulması ve hükümetin olması gibi çalışması durumunda çözülebileceğini düşünüyor. Politikacıların kişisel ya da hizipsel çıkarlarını öne çıkarması halinde ise bu sorunların çözüm bulma şansı yok. Yazar bu konuyla ilgili birçok örnek veriyor. Bu örnekler arasında İtalya dikkat çekiyor. Yetmiş yıl içinde İtalya’da 41 başbakan ve 63 hükümet değişmiş. Lübnan’da cumhurbaşkanının bir türlü seçilememiş olmasının başkentte çöp sorununa yol açması da bir başka örnek olarak gösterilmiş. Japonya’da geçmişteki keskin siyasi kutuplaşma da kalkınmanın aksamasına neden olması nedeniyle hatırlatılıyor. Yukarıda bahsettiklerimiz kitabın içeriğine dair bir fikir edinilebilmesi içindir. Kitabın tamamı okunmayı hak etmektedir.