Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

İki Ortadoğu savaşıyor

Lübnan, Yunan enerji şirketi Energean’ın sıvılaştırılmış doğalgaz çıkarma ve depolama gemisinin Kariş Sahası'na girmesi ve 29 numaralı sınır hattını geçerek İsrail ile tartışmalı bölgelere demirlemesiyle yeni Ortadoğu endüstrisi üzerindeki sıcak mücadeleye katıldı. Bu olay, biri İran'ın, diğeri de İsrail'le doğrudan veya dolaylı ittifak halindeki ılımlı Arap devletlerinin önderlik ettiği “iki Ortadoğu”dan kaynaklanan bir dizi birbiriyle bağlantılı olaydan bağımsız düşünülemez. Ayrıca olay, “ABD’nin Ortadoğu'dan çıkışının, bölgedeki yerel aktörlerin bölgesel güvenliklerini kendi güç ve kabiliyetleri ile tesis etmelerini gerektirdiğinin herkesçe hissedildiği bir zamanda” yaşandı.
Barış ve ekonominin hâkim olduğu Ortadoğu'da BAE ile İsrail arasında yapılan serbest ticaret anlaşması -ki bir Arap ülkesiyle yapılan ve türünün ilk örneği olan anlaşmadır- bölgede nelerin değiştiği, değişimin boyutu ve ilişkilerin evirildiği nokta açısından bir fikir veriyor. Geçen kasım ayından beri iki ülke arasında gerçekleşen dört turluk bir görüşme sonrasında imzalanan anlaşmaya ilişkin dikkat çekici olan, gayri resmi bir şekilde gerçekleşmesidir. Anlaşma, İsrail Başbakanı Naftali Bennett, BAE Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan -o sırada Abu Dabi Veliaht Prensi idi- ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi arasında, 21-22 Mart’ta Mısır topraklarında gerçekleşen görüşme sırasında imzalandı. Bu bağlam, bir başkentin tercihlerinin veya onun doğrudan çıkarlarının ötesine geçen “dönüşüm dalgasıyla” karşı karşıya olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor.
Ortadoğu’nun barış ve ekonomi alanında öne çıkan bir diğer husus, ABD ve İsrail basınının ortaya koyduğu üzere Washington'ın Suudi taleplerine verdiği cevaptır. Bu, uluslararası gözlemcilerin Kızıldeniz'deki Tiran ve Sanafir adalarını tahliye etmesini ve Riyad'ın yıllar önce Mısır kontrolü altında bulunan iki adanın güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenmesini içeriyor. İlgili tüm başkentlerde halen resmi çekincelerin konusu olan raporlar, ABD yönetiminin kıdemli diplomatı Brett McGurk aracılığıyla Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail -ki herhangi bir anlaşmadaki önemli ve merkezi bir taraf olarak görülüyor- ile gizli temaslar yürüttüğünü ortaya koyuyor. Bu sürecin resmi olarak teyit edilmesi beklenirken, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “The Atlantic” dergisine yaptığı önemli açıklamayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Veliaht Prens açıklamasında, İsrail’i “potansiyel müttefik” olarak tanımladı. Bu açıklama, bölgedeki stratejik eğilimler ve Suudi Arabistan’ın buradaki konumuna ilişkin en belirgin ve önemli konuşmadır.
Bu bağlamda İsrail, Ürdün ve BAE arasında, su karşılığında enerji temin edilmesine ilişkin bir diğer anlaşma karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz kasım ayında Dubai'de imzalanan bu anlaşma, iki ülke arasındaki ileri adımlardan biri olarak değerlendiriliyor. Anlaşma, Ürdün'ün İsrail için 200 megavatlık elektrik üretmesini ve İsrail'in kuraklık çeken Ürdün için yılda 200 milyon metreküp suyu tuzdan arındırmasını kapsıyor.
Ortadoğu'nun veya İran'ın “cehenneme” sürüklediği Ortadoğu’nun diğer tarafında Lübnan’dan gelen haberler, Lübnan ve İsrail'in tartışmalı sular ve topraklar için barışçıl bir çözüm yolunu benimsemesi gerektiğini gösteriyor. Lübnan'ın, İsrail ile tam veya kısmi normalleşme yollarının bir parçası olmasını ve ardından Doğu Akdeniz Havzası ülkelerindeki enerji piyasası bloğuna girmesini engelleyen tek bir makul sebep yok. Asıl engel, Lübnan'ın bahsettiğim Ortadoğu ile çatışan Ortadoğu’nun İran eksenli parçası olmasıdır. Bu küçük ülke, Suriye ile Irak ve Yemen'in bir kısmını içine alan “cehennem ve çöküş Ortadoğusu'nun” tacındaki mücevherdir. Lübnan “çaresiz bir seyirci” olmak yerine “Kariş Sahası'nın ihlali” karşısında fiilen direniş gösterseydi daha kolay olurdu. Buna mukabil Hizbullah milislerinin üst düzey yetkililerinden biri, Baalbek-Hermel bölgesinde uyuşturucu tacirlerine ve haydutlara yönelik baskınları durdurmadığı takdirde Lübnan ordusunu karşı karşıya kalacağı sonuçlarla tehdit ediyor.
Diğer taraftan İran, Irak Parlamentos’unun ‘İsrail ile normalleşmeyi ve ilişkiler kurmayı suç sayan’ bir yasayı kabul etmesiyle başka mesajlar da gönderdi. Bu yasa kapsamında öngörülen cezalar, müebbet ve geçici hapis cezasından idama kadar uzanıyor. Bu yasa, İran'la ilişkileri gerilimlerle karakterize olan önde gelen Şii din adamı Mukteda es-Sadr tarafından önerilmiş olsa da İran'ın Irak'taki siyasi ve ulusal sürece ne derece hâkim olduğunun kanıtıdır. Nitekim ülkedeki güçler, Lübnan’da da olduğu gibi, menevi suikast politikalarından korunmak için İsrail meselesinde en aşırı kararlara başvuruyor ve en yüksek teklifleri veriyorlar. Bu, İran'ın propagandası nedeniyle Irak ve Lübnan'daki siyasi aklın etkilendiği zehirlenme seviyesinin bir başka kanıtıdır. Ülkeler ılımlılık ekseninde yürütülen barış tartışmalarına ciddi bir şekilde girmekten alıkonuluyor.
Bu iki Ortadoğu'nun değerlendirilmesinde pek fazla kafa karışıklığı söz konusu değil. Nitekim İran’ın Ortadoğusu’nda kendimizi, İran’a bağlı olanların sefaletine dayalı bir nüfuz inşası süreci ile karşı karşıya buluyoruz. Zafere gelirsek; parçaları zaman zaman ortaya çıkan silah, füze ve dron depolarıyla sınırlıdır. Barış ve ekonominin hâkim olduğu Ortadoğu’da ise kendimizi gıda güvenliği ve iklim değişikliğinden kaynaklanan modern tehditler karşısında kurulacak ortaklık, muazzam yatırım ve iş, sağlık, teknoloji, siber güvenlik ve diğer alanlarda iş birliği gibi fırsatlarla karşı karşıya buluyoruz.