Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Vatan devleti ile ulus devlet arasında

Rusya'nın Ukrayna'ya karşı açtığı savaş, 19’uncu yüzyılda kristalleşen ve imparatorlukların yerini aldığı söylenen ulus-devlet ideolojisi sorununu gündeme getirdi. İmparatorluklar, stratejik amaçlar ve dürtüler ile genişlerdi; ulus devletler ise hak ve yetki iddiasındaydılar. Buna göre devlet kurmak her milletin hakkıdır. Devlet, tek dilli bir ulusun, etnisitenin ya da coğrafyanın topraklarının bir bölümünde oluşabilir. Daha sonra bölgedeki yönetici seçkinler, ulusu bir devlette birleştirmeye karar verir, istila eder ve toprağı genişletirler. İtalya ve Almanya’nın birleşmesi de böyle olmuştu. Milliyetçi susuzluk kanmak bilmemektedir. Bu nedenle Hitler, Çekoslovakya ve Polonya’daki Alman bölgelerine doğru genişlemeye çalıştı. Bir ulus-devlete ilişkin milliyetçi arzuların yükü altında İkinci Dünya Savaşı (belki de birincisi!) patlak verdi. İngiltere ve Fransa, Hitler'in Batı Avrupa'yı istilasını önlemeye çalıştı. Hitler bazen Alman milletini bir devlette birleştirme adına, bazen de Almanya için doğu ve batı Avrupa arasında “hayati bir alan” oluşturmak adına hareket ediyordu.
Ne Milletler Cemiyeti'nin ne de Birleşmiş Milletler’in adı iki savaşın sonucunda meydana gelen gelişmeyi yansıtmıyor. Nitekim halen ulustan ve uluslardan bahsediyorlar. Aslında ulus-devlete karşı güçlü bir isteksizlik oluştu ve sabit sınırları olan istikrarlı vatan-devlet anlayışına yönelik arzular ortaya çıktı. Buna göre sınırın yakınında bulunan azınlıklar veya etnik kökenler sınırın ardındaki ulusun halkına ait olduğunu iddia da etseler bu sınırlar herhangi bir şekilde hareket etmezler. Yavaş yavaş ‘national state’ terimi, ‘nation state’ teriminin yerini aldı. Farklı azınlıkların haklarına odaklanmak yerine, çoğulculuk ve ‘vatandaş devleti’ konuşuldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da her ne kadar bu anlayış hâkim olsa da ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın 1920’de tüm ulusların devlet kurmaları için kaderlerini tayin hakkını ilan etmesinden bu yana Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ulusal kimliğin anlamıyla ilgili sorunlar ortaya çıktı! Öyleyse Hindistan Müslümanları, çoğu Hindistan'dan ayrılmak ve Pakistan'ı kurma sürecinde buna mı dayandı?
Din ulusal bir kimlik oluşturabilir mi? Şayet öyleyse Bengalliler neden Pakistan'dan ayrıldı ve etnik kimliğe dini kimlikten daha fazla öncelik vererek Bangladeş'i kurdu? Siyonistler buna dayanarak Filistin'i bir ulus olarak mı ele geçirdiler? Öyleyse İsrail Devleti bir Yahudi devleti mi oluyor? Her halükârda Asya'da, Latin Amerika'da ve Afrika'da ulus-devletten milliyet izinin silinmesi mümkün değildir. Bu, Hindistan'da, öncesinde Myanmar'da ve hatta komünist Çin'de bile ilerleyen dini boyutu olan ulus anlayışıdır.
Rusya ve Ukrayna arasındaki sorun ise biraz farklıdır. Rusya'nın üç mirası vardır: İmparatorluk, milliyetçilik ve sosyalizm. Rusya, sosyalist döneminde üç mirası birleştirmeyi, adalet ve barış için küresel bir koalisyonun lideri olmayı başardı. Bu koalisyonu dağıtan, ABD’nin ve halkların baskıları değildi, bilakis harcamaların yüklerini ve maliyetlerini karşılayamamaktı. ABD’li tarihçi Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri adlı kitabında böyle bir analiz yaptı. Sovyetler Birliği düştüğünde ve Rusya Federasyonu on üç ayrı devlete bölündüğünde Rusların yüzde 15'inin Rus ulus devletinin sınırları dışında yaşadığı ve bizzat Rusya'da nüfusun yüzde 15'inin farklı etnik kökenlerden oluştuğu tespit edildi. Böylece Rusya artık ne enternasyonalist bir sosyalist ne de bir imparatorluktu. Ayrıca Rusların yüzde 15’inin dışarıda olması sebebiyle tam bir ulus-devlet de değildir! Putin'in, ayrılan İslam ülkelerine bir ittifak dayattığı ve üsler ve istasyonlar yerleştirdiği doğrudur. Ancak kendilerini Avrupalı ​​olarak gören bu yeni ülkelerin Rusya'yı düşman bellemesinden ve Avrupa Birliği'ne ve hatta NATO'ya üye olarak Rusya'dan tamamen ayrışacak şekilde dönüşmesinden memnun değildi. 2008’de Gürcistan'ı vurdu. 2014 yılında Kırım'ı Ukrayna'dan aldı. Bunun için çeşitli gerekçeler öne sürdü. Kimi zaman Kırım’ın Rus toprağı ve halkının çoğunun da Rus olduğunu söyledi, kimi zaman da Rus düşmanlığını öne sürdü. Şimdi Belarus'a davrandığı gibi davranıp davranmama konusunda şaşkın bir halde. Yani, Rusya yanlısı bir hükümet kurmak ile ulus-devlet gibi hareket etmek konusunda kararsız. Şu an için ikinci yönde ilerliyor.
Güçlü bir ülke, ulusal ve emperyal bir tutumla hareket edebilir. Ancak bu durumda bile milliyet şizofrenisine veya imparatorlukların acizliğine yakalanmamak ve düşmemek gerekir. Suriye'de bir emperyalist gibi davrandı. Ukrayna'da ve komşusu Avrupa'da ise ulusal bir tutum takınıyor. Orduyla veya tek başına kaba kuvvetle bunu ne kadar sürdürebilirsiniz? Biz Araplar çok uzun zaman dilimi çerisinde -Mısır'ın önderliğindeki girişim hariç- birlik ve ulus devlet girişiminde bulunmadık. Ardından 1967 yılı yenilgisi ve Baasçıların Suriye’de ve Irak'ta inşa ettiği acayip bir yapıyla karşılaştık. Süregelen deneyimlerden en milliyetçi devletlerin aslında en kırılgan ve bölünmeye en açık olan devletler olduğu kanıtlandı. Irak'ın Kuveyt'i işgalinin ardından ise Arap Birliği içinde ortak Arap eylemi neredeyse imkânsız hale geldi. 2011'den beri Suriye parçalandı ve halkın yarısı göç etti. İranlılar burada gizlice, Türkler ise açıkça genişlemek istiyor. Onların bu tutum ve davranışları emperyal mi yoksa ulusal mı?
Güçlü olan ya da öyle görünen ülkelerin ulusal savaşlarından çıkarılacak derslerin ne olduğunu bilmiyorum. Biz Araplara gelince; benim gördüğüm kadarıyla “vatan-devlet”, istikrar, kalkınma ve bir vatandaşlık devletidir. Çevreye doğru genişleme ya da çevreyi zayıflatma vehimlerinden uzak bir şekilde arzulanan bu olmalıdır.