Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Vadide bir yankı olmamak için!

Aslında meslektaşımız Abdullah Utaybi’nin geçen pazar günü bu gazetede yayınlanan yazısına bakarak, bu yazıya “Hala Bizimleler” başlığını atmayı düşünüyordum. Zira benim düşündüklerim ile meslektaşımın makalesi arasında bir telepati, ortak etkileşim alanı bulunuyor. Utaybi makalesinde benim “Eylemci İslam” adını verdiğim aynı olguyu anlatıyor ve fikri, siyasi tehlikelerini ortaya koyuyordu. Bu olgunun toplumlarımızda bir engel olduğu, siyasi özü bir dizi geleneksel örtüyle sarılmış olduğu için sonuçlarının ciddi bir şekilde düşünülmesi gerektiği çağrısını yapıyordu.
Utaybi, olguyu ve meşru çocuğu “terörü” belirliyor ve şahsiyetlerinin –özellikle de liderlerinin- “kolay kolay geri adım atmadıkları ama kandırma sanatında ustalaşmış olabilecekleri” tespitinde bulunuyor. Buna dayanak olarak da “Büyük olguların değişime karşı olduklarına” işaret ediyor. Utaybi’nin tüm yazdıkları gerçek ve toplumlarımızda tartışılması önemli, ancak bu sorunun çözümü, ilgililer tarafından çokça yazılıp açıklansa da henüz uygulanmadı.  Makaleme başlık olarak düşündüğüm  “Hala Bizimleler” fikrinin arkasındaki etmen, Kuveyt’te son zamanlarda sosyal medyada tanık olduğumuz bazı paylaşımlar. İlk olarak, bir adam eşler hakkındaki düşüncesini alenen dillendirerek, onların “kocaları”nın hizmetçisi olduklarına dair bir paylaşımda bulundu. İkincisi, Kuveyt geçen hafta “uzmanların sebebini açıklamakta ihtilafa düştükleri” bir depreme tanık oldu. Gelgelelim “mutlak hakikate sahip olan” grup, bu depremi “Kuveytlilerin işledikleri günahların sonucu!” olarak yorumladılar. Son olarak da birisi, resim öğretmenlerinin işlerini değiştirmeleri gerektiğine çünkü insanı çizmenin “günah” olduğuna dair bir paylaşımda bulundu. Tüm bu paylaşım ve yorumlara “eşler, deprem ve resim” inananlar ve kani olanlar vardı, yoğun bir şekilde paylaşılmaları bunun delili. Bunlar, sahip olduğuna inanılan mutlak hakikat adına kitlelerin maruz kaldıkları büyük kandırmalara sadece birkaç örnek.
Yukarıdakiler, sahiplerinin din ile bağdaştırdıkları ama akıllılar için dinden çok uzak olarak nakledilen sözler ve batıl yorumlara sadece bir örnek. Utaybi’nin sert bir şekilde Sahvacıları “kandırma bağımlısı” olarak nitelemesi, tablonun bir parçası, büyük tabloyu tamamlayan, akıl ve mantık dışı fikirlerin kitleler tarafından kabul edilmesi için yardım edenler, propagandasını yapanlar ve onlara alan açanlardır. Bunlar ise, “radyodan televizyon kanallarına” medya araçlarımız, “müfredatlardan pek çok öğretmene” okullarımız, aileden sokağa çeşitli grupları ile toplumdur. “Siyasi Eylemci İslam” projesi başarısız oldu. Bunu kanıtlamak için çok kanıta ihtiyaç yok. Arap dünyamızdan Sudan, Irak ve Lübnan gibi ülkeleri zikretmemiz, ufku kapalı bu proje nedeniyle halklarının yaşadıkları trajedinin boyutunu görmek için yeterli, bir de Tunus’ta olanları eklediğimizde tablo tamamlanıyor. Çok sayıda eylemci İslam mensubunun davet için kullandıkları ve nüfuz etmekte direttikleri kültür projesi varlığını sürdürdü ve dijital araçların yaygınlığı, büyük bir çaba harcamadan toplumun tüm kesimlerine ulaşmalarına yardımcı oldu. Elbette mesajları ve paylaşımları “onları dinleyenleri” etkiliyor ve sadece küçük bir direnişle karşılaşıyor, çünkü toplumun ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarıyla ilgilenen entegre bir kalkınma projesinin yokluğunun yanı sıra, okul ve medya araçlarının inşa ettiği ve zihinleri söz konusu mesajlara kulak vermeye hazır hale getiren eski bir zemin var.
Batıl düşüncelerin sızdığı bu büyük ağın ve sayısı çok az olan karşıt çabaların karşısında, söz konusu fikirler kitleler arasında varlığını sürdürüyor ve bir süreliğine gizlense de kaybolmuyorlar.
Televizyon ve radyo kanalları, gazete sahipleri, özellikle de belirli zamanlarda, gözlerini kırpmadan “sakinleştiriciler, tılsımlar ve büyülü sözler” sunan bu kişileri arıyorlar. Onlar “izleyici, dinleyici ve okuyucuların” oldukları gibi uyuşturulmuş halde kalmalarını istiyorlar. Faydalı, iyi ve olumlu içerikler sunarak onları “fikri koma” halinden çıkarmaya dair ciddi bir düşünsel yaklaşımları, çabaları yok. Fetva programları adeta “burç “ programları gibi oldu.
Bu konu hakkında çokça konuşulduğundan cevaplamamız gereken soru şu; ne zaman iyileşeceğiz? Bir kurumsallık yok, yani batıl fikirlerle mücadele eden bir kurum bulunmuyor. Keza susanlar da susmaya ve bu batıl fikirlerle mücadele etmekte tereddüt etmeye devam ediyorlar. Aramızda bu fikirlerle mücadele edenlerin sayısı az. Bazıları tehditlerden, karalamadan, kafir olmakla ve İslam dininden çıkmakla suçlanmaktan korkuyor, bazıları da bunları karışmaya gerek olmayan sorunlar olarak görüyor. Bu uzak durma ve kurumsallığın yokluğu, karşı tarafı “sürü kültürünü” oluşturmakta ileriye gitmeye ve bunda diretmeye teşvik etti. Öte yandan, “sürüyü” takip etme eğilimi, güç, etki duygusu ve beraberinde gelen çıkarlarla sürünün lideri için olumlu bir durumu temsil ediyor. Sürüye katılanlara ise bir güven ve korunma duygusu veriyor. Sürü içinde herkes gizli veya örtülü çıkarlarını gerçekleştiriyor. Bu, totaliter kültürlerde yaygın bir insani davranış.
Radikal ve tutucular değişirler ama bu değişim otomatik değil, kişisel deneyimlerle gerçekleşir. İnandıklarıyla ilgili acı ve hayal kırıklığı yaratan deneyimlerle karşılaşabilirler. Nitekim denir ki – ve bu doğrudur- “Müslüman Kardeşlerin en büyük partisi eski mensuplarıdır”. Sürüden ayrılan, ardından çoğunlukla “sürü şeklinde gruplanmaya” karşı en zeki, bilgili ve muhalif olan seçkinlerinin yazdıklarından oluşan bir literatür bulunuyor.
Kişisel deneyim ve olumsuz sıkıntıların yanı sıra, bilhassa sistematik ve kapsamlı okumanın da değişimde önemli bir rol oynadığını görürüz. Okumanın pek çok genci “süreleşmeden” kopmaya ittiğini düşünüyorum. Bu nedenle “Eylemci İslam” belirli kitapları ve belirli yazarları okumayı yasaklar, evet yasaklar. Çünkü liderlerinin deyimiyle bu okumanın, takipçilerinin zihinlerini “kirletmesinden” veya “sapkın fikirlere açmasından” korkar. Bu yüzden bazı yazarlar öldürüldü, bazıları da öldürülme teşebbüslerine maruz kaldı.
Eylemci İslam’da bireyler, “içinde yaşadığınız toplum bir cahiliye toplumudur”, “kadın kocasının hizmetçisidir” veya “geri dönmemiz gereken bir altın çağ vardır” ve bunun gibi çok az sayıda “sürü fikri” ile eğitilirler. Bu fikirlerin mutlak hakikat olduğu ve onlar dışında hiçbir hakikatin olmadığına inandırılırlar. Bu metod, okullardaki çeşitli seviyelerdeki dersler, televizyon ve radyo programları ile desteklenir. Devlet de bu kötü ve saçma fikirlerin kurumları içine sızmış olduğunu ve kendisini yaymak için kurumlarının bir araç olarak kullanıldığını, bu fikirleri sınırlayamadığını, takip edemediğini görebilir ve sonunda onların esiri olabilir.
Son söz; mantığa, çağa ve akla aykırı batıl fikirleri ve yorumları sapkın ve bir azınlığın inandığı fikirler olarak görmek sınırlı bir bakıştır. Bu fikirler, bilhassa gençler arasından sempatizan devşirme, toplum ve çağdan ayrılma ve kopmanın yoludur ve biriktikçe kökünden sökülmesi zor sabit bir inanca dönüşür.