Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Devlet ve insan

Beşeri sermayeye yatırım diye bir şey var. Buna göre ülkeler birbirinden ayırt edilir ve devletlerin politikası değerlendirilir. Başka bir deyişle, herhangi bir devlet projesinin başarısı, insanlık alanındaki kazanımlarına ve beşeri sermayeye ne kadar ciddi ve hakiki bir yatırım yaptığına bakılarak belirlenir. Bu tür sözler kulağa fazla idealistçe gelebilir. Ancak üzerinde biraz düşünüp objektif bir şekilde bakarsak, en nihayetinde kalkınmanın ve politikaların ana ekseninin insan olduğunu ve başarılan her şeyin -en azından teoride- insan sermayesinin yararına olduğunu görürüz.
Dolayısıyla, beşeri sermaye ile en çok alakalı olan taraf devlettir ve bu meseleyle ilgilenmek onun görevlerindendir. Özel sektör öncelikle kârla ilgilenir ve herhangi bir özel projede kâr değeri en büyük endişe kaynağını oluşturur.
Buradan hareketle insana, vatandaşa, aileye, çocuklara ve kadınlara yatırım yapmak, özel sektörden önce devletlerin işidir. Bu konunun ihmal edilmesi yanlıştır. Çünkü bu, karar vericilerin meşruiyetinin kaynağıdır ve öncelikler arasında olması önemli ve esastır.
İnsan sermayesine yatırım yapmak demek, sağlığa, eğitime ve kültüre yatırım yapmak demektir. Bunlar; kalkınmanın özü, temeli ve hedefi olacak şekilde genel olarak insanı ve beşeri sermayeyi oluşturan alanlardır.
Bu vizyon, ‘kimseyi arkada bırakmamak’ şeklindeki meşhur ve anahtar söz etrafında birleşen Birleşmiş Milletler (BM) sürdürülebilir kalkınma planı ile kesişmektedir.
Tabi şunu da söylemeden geçemeyeceğiz, beşeri sermayeye yatırım yapmak çok maliyetlidir. Eğitim, sağlık ve kültürün önemine derinden inanmak ve çok boyutlu bir kâr algısı gerekir. Eğitime çeşitli düzeylerde yatırım yapmak, yetkin ve zeki vatandaşlar yetiştirmek için çalışmak anlamına gelir. Çünkü temel bir değer olarak çalışmak sadece akılla meyvesini verir. Eğitim; akıl ve becerileri üzerine yatırım yapmak demektir. Sağlam bir eğitim güvencesi veren, beceri ve yetkinlikleri teşvik eden ve bilimsel olarak fikirler, çözümler ve özgün şeyler üretebilen bir insan yetiştiren çerçeveler sağlanmadan ilerleme, kalkınma, refah ve yüksek okuma-yazma oranı beklemek mümkün olmadığı gibi, yaratıcılık yeteneğine sahip bir insan yetiştirmekte mümkün değildir. Günümüzde gelişim ve ilerlemeyi tartmada eğitim esastır ve okuma bilmeyen bireylerin olması artık kabul edilemez. Hatta bugün dijital cahillik, dil bilmeme cahilliği ve bu gibi yeni cehalet biçimleriyle mücadele ediliyor.
Aynı şekilde bugün eğitim üzerindeki iddialar, 1960'lı 70'li yıllardaki iddialardan farklıdır. O yıllarda önemli olan sadece okuldu. Şimdi ise okul öncesi eğitime yani anaokulu aşamasına da büyük bir önem verilir oldu. Anaokulu aşaması, okulla ilgili zaruri hale gelen bir aşama oldu. Öyle ki, okullar ilköğretim aşamasının eğitim içeriklerinin belirlenmesinde artık okul öncesi eğitimi de dikkate alıyor. Çeşitli araştırmalar, okul öncesi eğitimden hoşlanmayan çocukların erkenden okulu bırakma ve başarısız olma olasılıklarının daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bu aşama özel sektöre bırakılırsa, özel anaokullarının pahalı olduğu ve her ailenin gücünün yetmeyeceği düşünüldüğünde, sonuç çok şok edici olacaktır. Hele de başta yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını olmak üzere çeşitli krizler birçok ülkede kırılganlığı, yoksulluk oranlarını ve fakir çocukların sayısının arttığını ortaya çıkarmışken! Bu noktaya odaklanmamızın sebebi, bu eğitimin öneminden ve çocuğun akademik geleceği ile bağlantılı olmasından kaynaklanıyor.
Ayrıca gelişme, ilerleme ve refah; tüm bunlar bir yandan sağlıklı bir beden, diğer yandan da hastaneler ve sağlık tesisleri ile ilgili bir altyapı gerektiriyor, ki bu altyapıyı sağlamak da günümüzde çok külfetli.
Beşeri sermayeye yatırım, yoksullukla mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü yoksulluk, nüfusun çoğunluğunu devletin kapsamına dahil etmektedir. Bu durumda bu kişiler devlet desteği olmadan eğitim, sağlık ve kültür ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Aynı zamanda bildiğimiz üzere, bugün devlet, sosyal rolünü yerine getirme konusunda daha kötü bir hale geldi. Bu da yoksullukla mücadeleyi öncelikli stratejik bir hedef haline getiriyor. Çünkü devletin elini çekmesi, ancak yoksulluğu azaltmak ve ortadan kaldırmakla olabilir. İşte o zaman birey kendine güvenebilir ve özel sektörün ücretli hizmetlerinden faydalanabilir.
Dolayısıyla bugün en az yükü olan ülke, cehalete ve yoksulluğa karşı savaşını bitirmiş olan ülkedir. Bu savaş birçok ülkede zirvede devam ettirildiği sürece, kaynaklara baskı yapmaktan ve öncelikleri insan sermayesine yatırımı ilk sıraya koyacak şekilde düzenlemekten başka seçenek yoktur.
Bir sonraki yatırımın kapısını açan şey, insana yapılan kamu yatırımı aşamasının tamamlanmasıdır. İnsan sermayesine yatırım yapma görevi ihmal edilirse, bütün kazanımlar cehalet ve umutları yıkan yoksulluk krizi tarafından yok edilecektir.