Selman Dusari
Suudi Arabistanlı gazeteci, Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

Suudi Arabistan siyasi gerçekçiliği temel alıyor

Siyaset haberlerinde son zamanlarda en çok siyasi realizm (gerçekçilik) kavramı dolaşıyor. Basitçe söyleyecek olursak bu şu anlama geliyor:
“Siyasi realizm teorisi, güç ve çatışmanın devletler arasındaki siyasi ilişkilerin temelini oluşturduğunu savunur. İdealizmin veya liberalizmin tam tersidir. Realistler, kendi ulusal çıkarlarını ve güvenliklerini önceliklerinin en üstüne koyan ülkelerin uluslararası arenada ana ve aktif oyuncular olduğuna inanırlar.”
Uluslararası siyasetin karmaşıklığını anlamak ve devletlerin dış politikalarını açıklamak için realizm teorisinin özel kavramlara dayandığına dikkat çekmek gerekir. Bunlardan belki de en öne çıkanları devlet, güç, çıkar, rasyonalite ve güvenliktir. Hatta bu kavramlar, tüm gerçekçi yaklaşımların esas aldığı anahtarlar haline gelmiştir.
Çoğu kaynak, teorinin kökenini İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki döneme dayandırmaktadır. Zira bu dönemde, uluslararası ilişkiler çalışmasına olan ilgi, hukuki çerçevesinden gerçekçi çerçeveye kaymıştır. Siyasi realizm teorisinin idealizm akımının başarısızlığı sonucu ortaya çıktığı da söylenebilir. Nitekim idealizm akımının başarısızlığının yarattığı ‘boşluğu’ doldurmak için bir alternatif gerekiyordu.
Yukarıda anlattıklarım siyaset veya siyasi medya alanında çalışan çoğu kişinin bildiği şeylerdir ve konu ile ilgili daha fazla bilgi kaynaklarda ve kitaplarda bulunabilir. Ancak bu kavrama değinmemizin sebebi Riyad'ın yüksek çıkarlarına dayalı dış politikasının devamlılığı olarak yaptığı şeyi göstermektir.
Krallık, yeni döneminde realizm teorisini uygulamaya karar verdi. Herhangi bir müzakereden önce çıkarlarını önceliklerinin en üstüne koydu. Aynı zamanda güvenlik, askeri ve ekonomik imkanlarını iki katına çıkarmaya odaklandı. Bu da stratejik hedeflerine ulaşmaya yardımcı olan gücü gerekli kılıyordu.
Karallık’ın bu modern stratejisinin bir sonucu olarak, Suudi Arabistan küresel karar alıcıların başkentlerine indirgenen bir dizi konuda bölgesel liderlikten küresel liderliğe yükseldi. Krallığın enerji fiyatlarının belirlenmesinde ve birçok çetrefilli dosyada öncelik sıralamasının yapılmasında söz sahibi olduğu açıkça söylenebilir. En önemlisi de Riyad bölgede güvenilir bir müttefiktir. Nitekim Washington, Pekin ve Moskova, farklı ilgi alanları ve kesişme noktalarına rağmen, dünyada çok az ülkenin bu büyük başkentleri bir arada bulduğu söylenebilir.
ABD Başkanı Joe Biden'ın partisinin "başarısızlıklarını kanıtlayan ve Riyad ile ilişkilerdeki meseleleri değerlendirmelerinin tamamen yanlış olduğunu ortaya koyan" tekrarlanan oyunlarının ardından, gelecek ay Riyad'a seyahat etme kararı alması şaşırtıcı değil. Biden’ın sadece Suudi Arabistan ve bölgeye yönelik siyasi görüşünün önündeki sisi dağıtmak, Washington ile kalıcı koordinasyonu tamamlamak için seyahatin önemini anlamak için zamana ihtiyacı vardı. Suudi Arabistan’da ‘verilen’ kararın ağırlığına ve bunun bölgedeki en önemli oyuncular üzerindeki büyük etkisine olan inancından hareketle, Riyad ziyaretine eşlik eden bir zirve düzenlenecek olması eski tutumunun değiştiği şeklinde yorumlanabilir.
Her Suudi vatandaşının yükselmesinin ve katılımının temeli olarak gördüğüm ‘Vizyon 2030’a dönersek, sadece yerel değil, bölgesel ve uluslararası arenaları da etkileyen somut getirileri ile bu projenin sisteminin ve gidişatının ne kadar doğru olduğu kolayca anlaşılabilir. Bu, kaçınılmaz olarak tüm dosyaların ele alınmasında Suudi Arabistan’ın şu metodolojisini yansıtıyor: Önce Suudi Arabistan’ın çıkarları gelir.
Tüm bunlar Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Mısır, Ürdün ve Türkiye'yi kapsayan ve birçok dosyada çabaları birleştirmeye odaklanan bölge turu ile birlikte gerçekleşiyor. Söz konusu tur, her zaman Riyad’ın öncülük ettiği bölgedeki büyük güçler arasındaki koordinasyonun gücünü gösteriyor.
Kapanışı yaparken, çeşitli koşullarda dengelere dayanan istikrarlı Suudi politikasına değinmek isterim. Suudi politikası, söz sahibi olmanın ve liderliği elinde tutmanın ana kriterinin; ortak çıkarların anlaşılması, değişen ve gelişen koşulların farkında olunması ve her şeyden önce daima içeriye odaklanılması olduğunu kanıtlıyor.