Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Macron ve meclis çoğunluğuna sahip olmamanın riskleri

General Charles de Gaulle'e atfedilen ünlü bir söz vardır: “258 çeşit peynir olan bir ülkeyi nasıl yönetebilirsiniz?” General bu sözüyle, diğer Batı demokrasilerinden daha fazla görüş, parti ve siyasi örgütün olduğu Fransa gibi bir ülkeyi yönetmenin zorluğunu kasetti! Bu nedenle, sağ ve sol terimlerinin Batı demokrasileri arasında 1789 Fransız Devrimi ile ortaya çıkması ve buradan dünyanın geri kalanına yayılması şaşırtıcı değildir.
Sağ ve sol terimleri, tarihsel olarak parlamento başkanı karşısında parlamenterlerin konumuyla ilgilidir. Eylül 1789'da Fransa Kralı16. Louis’e veto hakkının verilip verilmemesini görüşmek üzere parlamentoda bir araya gelen üyeler arasından kralı destekleyenler ve soylular parlamento başkanının sağındaki koltuklara yerleşirken, krala mutlak veto hakkı verilmesine dair çekincesi olanlar meclis başkanının solunda yer aldılar. Böylece devrime karşı çıkanlar (aristokratlar) ile devrimi destekleyenler arasında bir bölünme yaşandı.
Macron'un, Nisan ayındaki ikinci dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiği başarının ve 19 Haziran'da yapılan milletvekili seçimlerinin ikinci turu sonuçlarının açıklanmasından sonra cumhurbaşkanlığı kampının siyasi bloğu parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edemedi. Bunun için 577 sandalyeden 289'unu elde etmesi gerekirken, 44 sandalye farkla 245 sandalye kazandı. 2017 genel seçimleri sonucunda cumhurbaşkanlığı bloğunun milletvekili sayısı 300 idi. Öte yandan Jean Luc Melenchon'un liderliğindeki radikal sol parti 142 sandalye elde ederken, Marine Le Pen başkanlığındaki aşırı sağ ise, benzeri görülmemiş bir atılım gerçekleştirerek 89 sandalye kazandı. Oysa 2017'de yalnızca 8 sandalye elde edebilmişlerdi. Bu seçimlerle birlikte bir meclis komisyonuna başkanlık etme hakkına sahip bağımsız bir meclis grubu oluşturmaya hak kazandı. Merkez sağdaki Cumhuriyetçiler Partisi (LR), Bağımsızlar ve Demokratlar Birliği (UDI) dahil çeşitli sağ partiler ise bu seçimlerle birlikte toplam 64 milletvekili çıkarabiliyor.
Fransız seçmenler, normalde bir cumhurbaşkanı seçildikten sonra ona parlamento çoğunluğunu kazandıracak meclis seçimleri için birkaç hafta sonra sandıklara gider. General de Gaulle (1958 - 1962) ve Francois Mitterrand (1988) döneminde yaşananlar bunun dışındadır. Cumhurbaşkanı Macron'un parlamentoda salt çoğunluğu elde edememesinin ardından ortaya çıkan kriz karşısında önünde yer alan seçenekler ve öncesinde cumhurbaşkanının neden parlamentoda salt çoğunluğa ihtiyaç duyduğuna ilişkin cevaplanması gereken sorular var.
Macron, 24 Nisan'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri başarısını ortaya koyduğu projeyle kazandı. Fransız halkı seçim projesi dolayısıyla kendisine oy verdi. Dolayısıyla Macron’un önümüzdeki beş yıl içinde reform programını uygulamaya koyması gerekiyor. Bunun için hükümetin onun programını ve seçim vaatlerini meclis tarafından kabul edilen yasalara dönüştürmesi lazım. Bu ise, hükümet tarafından önerilen yasalar için oy kullanacak bir meclis çoğunluğunu gerektiriyor.
Yasama seçimlerinin ikinci turunda parlamentoda salt çoğunluğun elde edilememesinden ötürü ortaya çıkan aksiliği çözmek için başvurulabilecek seçeneklerden biri, Cumhurbaşkanı Macron'un, şartları taraflar arasında müzakere edilecek bir koalisyon hükümeti kurmaya çalışmasıdır. Bu durumda örnek olarak seçimlerin kazanıldığı, ancak salt çoğunluğun elde edilemediği deneyimlerle dolu bazı Batılı ülkelerin yanı sıra iktidar partisinin parlamentoda azınlığı temsil ettiği İspanya, İsveç ve Danimarka’daki gibi bir durum söz konusu olabilir. Diğer seçenek ise, hükümetin çıkarmak istediği bazı yasaların oylanması için sağdan veya soldan bazı partilerle anlaşmaya varmaktır. Bazı gözlemciler bu çözümün, salt çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle “belirsiz” olacağına inanıyor! Macron bu nedenle, seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra siyasi partilerin liderleriyle iş birliği imkânı için istişarelerde bulunmak üzere bireysel görüşmelere başladı. Bu arada Cumhurbaşkanı Macron’un, uluslararası görevleri kapsamında Brüksel'de Avrupa Birliği zirvesi toplantılarına katılmak zorunda kalması iç krizle aynı zamana denk gelmesi dolayısıyla iyi olmadı. Ardından Almanya'da G7 zirvesi ve hemen ardından da Madrid'deki Atlantik Zirvesi gerçekleştirilecek.
Cumhurbaşkanı Macron bu zirveler öncesindeki 8 dakikalık televizyon konuşmasında, siyasi parti ve örgüt liderleriyle yaptığı toplantıların özetlerini Fransız kamuoyuna sundu. Konuşmasında, “bugün hiçbir siyasi gücün kendi başına kanun çıkaramayacağı” gerçeğini kabul eden Macron, seçimlerle birlikte parlamentoda elde ettikleri çoğunluğun “ilk güç” olduğuna işaret etti. Ayrıca Macron, ‘seçmenlerin tercih ettiği projeye olan bağlılığını sürdüreceğini’ teyit etti. Bu pratikte, sağ ve sol muhalif siyasi partileri yasama seçimlerinin sonuçlarına göre değil, projesi temelinde kendisine katılmaya ve müzakere etmeye davet ettiği anlamına geliyor. Ancak, tarafların böyle bir öneriye tepkilerinin soğuk veya geniş ölçüde karşıt olması şaşırtıcı olmadı. Başka bir deyişle Macron, ya koalisyona katılmasını istediği partileri belirtmeksizin koalisyon hükümeti kurmayı teklif etti ya da iş birliği yapmak isteyen tarafların, bütçe taslağı da dahil olmak üzere belirli bir dizi öneriye bağlı olmaları gerektiğini ifade etti. Bununla birlikte verimli ve faydalı bir ilerleme kaydedilebilmesi için ne kadar ileri gitmek istediklerini tam şeffaflıkla söylemenin artık siyasi grupların sorumluluğunda olduğunu belirterek, parlamentodaki grupların önümüzdeki günlerde sorumluluk kapsamını ve olası iş birliğini netleştirmeleri gerektiğini söyledi. Bu sözler, onun söylemek istediklerinin can alıcı noktasını ve Fransız kamuoyu önündeki suçsuzluk karinesini temsil etmektedir.
Macron’un çözüm bulma çabaları olur da başarısız olursa, parlamentoyu feshedebilir ve seçim vaatlerini gerçekleştirmesi için gerekli olan salt çoğunluğu elde edebilmek amacıyla yeniden yasama seçimleri yapabilir. Başarılı olmazsa, ülke, karma siyasi sistem (cumhurbaşkanlığı- parlamento) krizine girebilir ve Beşinci Cumhuriyet'in sonu gelebilir!