Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Zor tercihler zirvesi

Manşetlere yerleşecek büyük, farklı ve radikal bir şey olmadıkça önümüzdeki haftaların en önemli başlığı Suudi Arabistan'da yapılacak Arap-Amerikan zirvesi olacak. Ev sahibi ülke, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın ilk olarak Körfez istişareleri, ikinci olarak da pozisyonları eş güdümlü hale getirmek için bölgenin başkentleri Kahire, Amman ve Ankara’yı kapsayan turu ile kartlarını tamamladı.
Geri kalan dosyaların önemini göz ardı etmeden, bu zirvenin aralarındaki bağlantı ve yarı ayrılık ile iki zor dosyası var; ilki (Filistin meselesi), ikincisi (İran meselesi).
İlk dosyayla ilgili olarak, ABD Başkanı Joe Biden, İsrailli ve Filistinli yetkililerle görüşecek, ancak bölünme her iki cephede de açık. Bugün hiçbir İsrailli komşu Filistinli ile ne yapması gerektiği konusunda önemli ve sonuçları olacak bir karar alamaz. Öte yandan Filistinli, mevcut şartlar altında tam olarak istediğini gerçekleştirmek için (tek sesle) konuşabilecek durumda değil. Her ikisi de, siyasi sokakta çoğunlukla (rasyonel) olmayabilecek kamuoyunu formalitede tatmin etmek için siyasi (aşırılıklar) başta olmak üzere baskılara boyun eğiyorlar. İkinci dosya birincisine yine (aşırılıklardan) oluşan iplerle bağlı. Tahran’daki rejim, İran devriminin (temel davalarını savunduğu!) argümanıyla Arapların bir kesiminin zihnine hâkim olmasına yardımcı olacak bir (Arap kamuoyunu) yeniden kazanmak için her tür propaganda aracı ile Filistin dosyasını kullanmanın önemini keşfetti. Tabii ki, bunlara sadece ahmaklar kanar. Bu kandırılmanın sahadaki tezahürlerinden biri, "Hizbullah"ın yeteneklerle dolu Lübnan'ı mahvetmesidir. Lübnan’ın yetenekleri bunun sonucunda kaybolup gitti. Bir diğer tezahürü, bir devlet başkanı ya da başbakan üzerinde anlaşamayan Irak Konseyi’nin, İran'ın arzusuna bağlı olarak (İsrail'in tanınmasının yasaklanması konusunu) hızla ve oybirliğiyle kabul etmesidir.
Bu iki örnek ve diğerlerinden, Filistin ve İran dosyalarının gizli olmayan bir iple nasıl birbirine bağlı olduklarına tanık oluyoruz.
Öte yandan, İran'ın genişleme iştahının 1979'daki İran devriminden sonra ortaya çıkan (mezhepçi) bir iştah olduğuna inananlar bu düşüncelerini gözden geçirmeliler; zira bu, son 40 yılda mezhepçi bir kılıfa sarılmış eski ve sürekli bir ulusal iştahtır. İran’ın en azından 20. yüzyılın başından beri çevresine genişleme ve hâkim olma arzusunun kanıtları boldur.
Bugün çoğu İngilizce yazan ve ABD ile Batı'da yaşayan İranlı milliyetçilerin yazılarına bakıldığında, rejim ile anlaşmazlıklarına ve hatta (Vilayet-i fakih) yönetimi fikrine karşı olmalarına rağmen, çevreye doğru genişleme politikası ile tutarlı olduğu görülür. Dahası, Nixon Doktrini olarak bilinen şeye dayanarak, Şah yönetimi altındaki İran'ın Amerikalılar tarafından Körfezin jandarması olarak tanındığını öne sürüp bunu memnuniyetle karşılar ve talep ederler. Ayrıca baba Şah Rıza Pehlevi döneminde İran, tabii o zaman kendi lehine bir karar alınması için Bahreyn meselesini 1927'de Milletler Cemiyeti'ne götürdü. Arap milliyetçi akımın İran'ın müdahalelerine verdikleri örneklerden biri, altmışlı yılların ortalarında İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin Umman'a müdahalesidir. İran’ın çevre üzerinde baskı oluşturmaya yönelik genel eğilimine gelince, milliyetçilere göre en bariz şekilde 1975'te o sırada Irak Baas rejimini İran’ın Şattu'l Arap’ın önemli bir kesiminden vazgeçmesine yönelik taleplerine boyun eğmeye zorlayan Cezayir Anlaşması’nda görülür. Irak boyun eğmek zorunda kaldı çünkü, İran Kuzey Irak’taki Kürt hareketini destekleyerek Baas rejimine baskı yapıyordu. Milliyetçi akım ayrıca Kürt siyasi hareketinin büyük bir bölümüyle İranlı olduğunu iddia eder!
En tehlikeli dosya olan nükleer silaha gelince, milliyetçi akım dosyanın eski olduğunu ve ABD’nin Şah rejimine yardım ettiğini, (Barış İçin Nükleer Programı) altında buna yönelmeye teşvik ettiğini vurguluyor. Seyyid Hüseyin Musaviyan (ABD'de yaşayan milliyetçi bir yazar), 7 Haziran’da (Kahire Uluslararası İlişkiler Belgeleri) kapsamında (İngilizce olarak) yayınlanan çalışmasında daha da ileriye giderek, Amerikan istihbaratının Başkan Gerald Ford'a (1974-1977) sunduğu raporda, İran Şahının 1984'e kadar nükleer bombaya sahip olabileceği bilgisinin yer aldığını belirtiyor.
Bütün bu yazılanlar (İran’ın çevreye doğru genişleme) ve nükleer silah elde etme fikrinin İran milli kimliği içinde kapsamlı bir fikir olduğunu kanıtlıyor. Sadece kullanılan taktikler farklı.
Bu nedenle, ağır, eski ve yeni bölgesel ve uluslararası dosyaların gündeminde olacağı Suudi Arabistan zirvesinde ABD'nin varlığı, değişen ABD yönetimlerini aşan ve net hedeflere sahip bir yönetim stratejisinin geliştirilmesini gerektiriyor. Geçmişe takılıp kalmanın bir anlamı yok, o siyaset değiştiği için bize sadece dersler verir. Geçmişin hataları geride kaldı ve verdiği bazı dersler tam anlamıyla naiflik gibi görünüyor. Bunlardan biri de dönemin ABD başkanı Jimmy Carter'ın Ocak 1978'de İran'a yaptığı ziyarette söylediği şu sözler; “Ortadoğu'daki istikrar vahasının şerefine içelim.” Oysa İran, bir yıldan kısa bir sürede Ortadoğu'da kalıcı bir kargaşanın kaynağı haline geldi. Bu, Amerikan düşüncesinin tekrarlanmamasını umduğumuz bazı (naif) siyasi pozisyonlarına bir kanıttır!
Bu iki ağır konunun yanı sıra, Avrupa ülkelerinin ekonomik ve siyasi dokusunda yankıları duyulan, sosyal itaatsizlik ve son zamanlarda Fransa ve İngiltere'de olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde değişen seçmen eğilimleri başta olmak üzere tehlikelere işaret eden acil enerji sorunu var. Kasım'daki Kongre ara seçimlerinde ABD de aynı şey yaşanabilir.  Batı tarafı için mesele acil ve çözümü kolaylaştıracak anahtar da Arap tarafında.
Batı politikaları için ağır bir siyasi ve ekonomik endişe oluşturan iki önemli dosya, yani Rusya ve Çin ile gelecekteki ilişkiler zirveye damgasını vuracak.
Halkların birçok zorluğun farkında olduğu bir zamanda olağanüstü bir zirve ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu zirvenin yayınlayacağı bildirideki her türlü diplomatik ifadeler pek çok kişiyi ikna etmeyecektir. Amerikan medyası, şiddetli iç rekabet nedeniyle, hala kişiselleştirmeye batmış durumda, halen olay seçme, büyük riskleri görmezden gelme havasında. Bu nedenle önümüzdeki aşama sadece politikalarda değil, eylemlerde de radikal bir değişiklik gerektiriyor. Gerçekten de bu, zor tercihlerin ve daha da zor önceliklerin zirvesidir.
Son söz; ABD'den nefret aşırılık yanlıları için cazip, baskıcı rejimler için de faydalı, çünkü bu nefret, bir tehdit ile daha yakın bir tehdit arasındaki ayrımı görmezden geldi ve bölgedeki değişiklikleri gerçekçi bir şekilde okumaktan kaçındı.