Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

Rusya ve Başkan Biden'ın Ortadoğu ziyareti

ABD Başkanı Joe Biden'ın Ortadoğu'ya ilk ziyaretinin asıl amacı, varış noktası olan Suudi Arabistan'dı. İsrail ve Batı Şeria olmak üzere iki durağa uğradıktan sonra Suudi Arabistan’a vardı. Ziyaret genel olarak ABD'nin Asya'ya ve özellikle de Çin'e yönelmesiyle birlikte dış politika öncelikleri ölçeğindeki konumunun ciddi şekilde azaldığı bölgeye dönüşüne yönelik bir adım olmasına rağmen, Biden'ın siyasi gezisinin misyonlarının Ortadoğu’dan ve bölgeden daha geniş olduğu çok açıktı. Rus karşıtı cepheyi genişletmek, enerji krizinin üstesinden gelmek ve ABD Başkanı’nın iç siyasi alanda önemli ölçüde azalan popülaritesini yükseltmek de bu misyonlar arasında yer alıyor. Bu nedenle Başkan Biden, Rusya'da dedikleri gibi, "kendi şarkısının boğazına basmaya" karar verdi ve acı verici bir siyasi dönüş yaptı. Tabii ki bu olay Rus kamuoyunun da dikkatini çekti. Ancak diğer birçok olayı, özellikle de son dönemde Moskova'nın pozisyonlarının önemli ölçüde güçlendiği Ortadoğu ile ilgili olanları gölgede bırakacak kadar değil. Rus analistlerin büyük çoğunluğu, ABD Başkanı’nın ziyaretinin sonuçlarını başarısız ya da en iyi ihtimalle önceden belirlenen misyonlarından herhangi birini gerçekleştiremediği şeklinde değerlendirdi.
Başkan Biden, partisini ve ABD’deki kişisel konumunu güçlendirmek için ziyaretinin bazı sonuçlarını kendi lehine yorumlamaya çalışacak. Bu, 2024 başkanlık seçimlerinde önemli bir rol oynayabilecek ve bu sonbaharda yapılacak olan ABD ara seçimleri göz önüne alındığında özellikle önemli.
İsrail Başbakanı Yair Lapid ile yaptığı görüşmeden mümkün olduğunca fazla kazanım elde etmeyi amaçlasa da Biden’ın tüm zamanların en İsrail yanlısı ABD başkanı Donald Trump ile İsrail'i desteklemekte rekabet etmesi faydasızdı. İsrail ile ittifak geliştirmekte İran karşıtı söylemin önemi, Biden yönetiminin bazı çekincelerle de olsa Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (nükleer anlaşma) yenileme projesine devam eden bağlılığının bir sonucu olarak azaldı. Biden’ın “Filistin arenasında oynama” çabası ise daha umutsuz ve yararsızdı. Basitçe söylemek gerekirse; ABD Başkanı’nın BM’nin Ortadoğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) desteği yenilemek dışında Filistinliler için yapacak hiçbir şeyi yoktu. Bu, başkanlık döneminde Trump’ın reddettiği bir şeydi. Doğu Kudüs'te Filistinliler için bir ABD Başkonsolosluğu açma sözü bile bu icraatın basitliğine ve barışçıllığına rağmen Biden tarafından yerine getirilmedi.
Geriye Riyad'ın Washington'ın önümüzdeki iki ay içinde petrol üretimini yüzde 50 artırma talebini kabul ettiği gerçeği kalıyor. Ancak bu bağlamda, medyada da geniş yer bulan bu kararın önemini azaltabilecek birçok ayrıntı var. Bilindiği üzere Biden sorulara verdiği yanıtta, Amerikan akaryakıt istasyonlarında perakende benzin fiyatlarının zaten gün geçtikçe düştüğünü söyledi ve bu eğilimin önümüzdeki iki hafta boyunca devam edeceğinin sözünü verdi. Akaryakıt istasyonu sahiplerinden fiyatları düşürmelerini gerçekten talep ettiği de biliniyor. Ama bu krizin üstesinden gelmeye yardımcı olacak mı? Her halükarda ABD makamları kendileri için bir fayda gördüğünde, geçmişte aldıkları önlemleri kolayca terk edebiliyorlar. Kısa süre önce bir dizi başka ürün türüyle birlikte “tarım teçhizatlarının, ilaçların ve tıbbi ekipmanların ve mallarının üretimi, satışı veya devri ile ilgili işlemleri” Rusya'ya yönelik yaptırımlar listesinden çıkardılar. Genel olarak, bu tür kararlar sadece memnuniyetle karşılanabilir.
Suudi Arabistan'ın petrol üretimini artırma kararına gelince Moskova'da hiçbir şekilde endişe yaratmadı. Çünkü birincisi, Suudi Arabistan “OPEC +” anlaşmasını uygulamaktan geri adım atmadı.
İkincisi; Rusya, bağımsız devletlerin politikalarını hükümetlerinin ulusal çıkarlarının lehine gördükleri şekilde belirleme konusundaki egemen haklarına saygı duyuyor.
Üçüncüsü; üretimdeki bu artıştan sonra çok sayıda ülkeye enerji tedarikinden iyi kazançlar elde etmeye devam edeceğiz.
Dördüncüsü; çünkü Suudi Arabistan tarafı aynı zamanda Biden'ın istediği gibi Rusya'nın Ukrayna krizine yönelik politikasını kınama yoluna gitmedi.
Buna Biden'ın birçok Arap ülkesinin liderleriyle yaptığı görüşmenin sonuçlarını da eklersek şu hususlar dikkat çekti:
Birincisi, zirveden bir güvenlik anlaşması ya da “Arap NATO’su” adı verilen şeyle ilgili bir karar çıkmadı. Bu, son zamanlarda Amerikan medyasında çokça konuşulan bir konuydu. İran tehdidi faktörü ve ABD Başkanı’nın bu projeyi hayata geçirmek için güvendiği İran ile mücadelenin önemi bile projenin kabul edilmesini sağlamakta başarılı olmadı. İkincisi; Arap-İsrail normalleşme alanı Suudi Arabistan’ı kapsayacak şekilde genişletilemedi. Üçüncüsü; Arap liderler Biden'a önceki Cumhuriyetçi yönetim gibi Demokrat yönetimin hiçbir şey yapmadığı Filistin sorununu çözme gereğini şiddetle hatırlattı.
Biden itibarını korumak için "Kaşıkçı davasından" bahsettiğinde, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın, ABD Başkanı’nı cesur ve aynı zamanda kibar bir yolla "teskin etmesini" beğendim. Suudi Arabistan Veliaht Prensi konuğuna Irak'taki kötü şöhretli Amerikan "Ebu Gureyb" Hapishanesi’ni ve El-Cezire muhabiri Şirin Ebu Akle'nin İsrail'de öldürülmesini hatırlattı. Ancak Doğuda misafirlere her zaman saygı gösterildiğinden ve ABD ile ilişkiler Suudi Arabistan için stratejik bir karaktere sahip olduğundan Veliaht Prens başka pek çok şeyi hatırlatmadı. Burada yine çok iyi bilinen ve çok yerinde olan bir Rus atasözü aklıma geliyor:
"Her ineğin böğürme hakkı vardır ama senin ineğin sessiz kalmalı."
Elbette bundan daha fazlasını isterdik. Tüm Arap ülkelerinin saflarını birleştirmesini ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Ortadoğu ile ilgili kararlarının tavizsiz bir şekilde uygulanmasını talep etmesini isterdik. Hem de bölgede bağımsız, yaşayabilir ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasına, işgal altındaki toprakların kurtuluşuna (sadece Filistin'de değil, Golan'da da) yol açacak bir tavizsizlikle. Bununla birlikte, Arap liderlerin dile getirdiği görüşler ancak memnuniyetle karşılanabilir.
Biden'ın Suudi Arabistan ziyaretinin sonuçları belli olduktan sonra, 16 Temmuz Cumartesi günü, resmi Rus televizyon kanalı "Rusya 24"’ün Suudi Arabistan’ın ilk Rus Büyükelçisi Kerim Hakimov ile ilgili büyük bir belgesel yayınladığını kaydetmeliyiz. Belgeselde, arşiv belgelerine dayanılarak Suudi Arabistan devleti ile Rusya ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin tarihi anlatıldı. Belgesel film, Suudi Arabistan’ı ilk tanıyanın Moskova olduğu gerçeği ve en başından beri Kral Abdulaziz bin Suud'un izlediği birleştirme politikasına ve Arap Yarımadası'nda güçlü, merkezi, egemen bir devlet kurma arzusuna sempati duyduğu özellikle vurgulandı.
Belgeselin yapımcıları, Sovyet devleti için zor olan 1930’lu yıllarda, bunu önlemek için üçüncü güçlerin koyduğu engellere rağmen Moskova'nın Suudi Arabistan ile ticarette başarılı olduğuna, özellikle gıda maddeleri (un dahil) ve kerosen (gazyağı) gibi Suudi Arabistan’a ihtiyaç duyduğu malları sağladığına dikkat çekti. Bu, mevcut küresel gıda ve enerji krizi göz önüne alındığında çok önemli görünüyor.
Rus halkı, ülkemizin dış politikasına yönelik tutarlı tutumları, Ukrayna krizinde Rusya'yı kınamayı ve ona yönelik yaptırımlara katılmayı reddettikleri için Araplara minnettardır. Suudi Arabistanlı ortaklarımıza ve Arap dünyasındaki kardeşlerine duyduğumuz minnet ve saygının torunlarımızın hafızasından silinmeyeceğine ve ilişkilerimizi güçlendirmeye devam edeceğine eminim.