Charles R. Lister
Ortadoğu Enstitüsü Terörle Mücadele Bölümü Başkanı
TT

Suriye'de istikrar hala erişilmez bir durumda

Rusya, Türkiye ve İran liderleri, uluslararası büyük ilgi ve beklentilerin ışığında 19 Temmuz’da Tahran'da bir araya geldiler. Tahran’daki zirvenin genel arka planını oluşturan şey, Ukrayna’da devam eden savaştı. Zirvede üzerinde yoğun olarak durulan konulardan biri de Suriye meselesi idi. Ancak ikili ve çok taraflı görüşmelerle geçen günün ardından Astana Grubu toplantısı, yeni bir şey olmadan sona erdi.
Katılımcılar, dünyaya, yıllardır Türkiye, Rusya ve İran'da tartışılan önemli konuların yeniden teyit edilmesini teklif ettiler. Kuzey Halep'e olası bir Türk saldırısına ilişkin tartışmalı konuda bile Rus ve İran kamuoyunun muhalefeti yeni bir şey değildi. Daha önce de var olan muhalefet, bu bağlamda Türkiye'yi durdurmayı başaramamış bir muhalefettir. Astana Grubu, 2015'ten bu yana Suriye krizindeki dönüşümlerden sorumlu ana itici güç olduğunu şüphesiz kanıtlamış olsa da halihazırda etkinliği azalıyor gibi görünüyor.
Tahran’daki zirvenin sonuçlarına baktığımızda, “Astana Grubu” ülkelerinin erteleme politikası güttükleri görünüyor. Batılı ülkeler de aynı şekilde birkaç yıldır bununla suçlanıyor. Dolayısıyla uluslararası toplum, mevcut durumu onaylayarak veya kabul ederek, devam eden çatışmalarla zayıflamış bir Suriye'den memnun görünmektedir. Ekonomik gerileme, yolsuzluk, rekabet eden yönetim modelleri ve can çekişen bir siyasi süreç, her ne kadar resmi olsa da fiili olarak ülkeyi bölmüştür. Suriyeliler ülkenin bölünmesine karşı çıksalar da, ülkelerinin şu anda karşı karşıya olduğu durum tam olarak budur.
Hiçbir hükümet bu tartışmalı gerçeği kabul etmeyecek olsa da, çoğu bunu gözlerden ırak şekilde yapmaktadır. Bu zihniyetle, Suriye'de “çözüm” hedefinin önemi neredeyse tamamen anlamsız hale geldi. Artık Suriye'ye ilişkin dış politikayı tanımlayan yaklaşım, çatışmanın çözümünden ziyade “çatışma yönetimi” veya “çatışmanın kontrol altında tutulması” yaklaşımıdır. Basit bir dille söylersek bu, çatışmanın -veya çatışmaların- artık Suriye içinde kabul edilen bir gerçeklik olduğu anlamına geliyor. Dahası, mevcut duruma ciddi bir şekilde meydan okuyacak bir düzeye yükselmediği sürece bu çatışmalar tercih edilen gerçeklik olabilir.
Tahran zirvesini takip eden haftada Suriye, her köşesinde çok sayıda farklı aktörün karıştığı bir dizi ölümcül çatışma olayına tanık oldu. 20 Temmuz'da, Suriye'nin Akdeniz kıyısında bulunan Rus Hmeymim Hava Üssü üzerinde kimliği belirsiz taraflarca fırlatılan iki insansız hava aracı düşürüldü. Neredeyse bir yıldır ilk kez böyle bir hadise yaşandı. 22 Temmuz'da, Şam'ın Seyyide Zeyneb mahallesindeki bir Şii kalesi içinde depolanan İran silah sistemlerini hedef alan bir dizi İsrail hava saldırısı gerçekleştirildi ve saldırıda en az beş Suriyeli asker öldürüldü. Türkiye’nin Kamışlı’daki drone saldırısında Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) üst düzey bir komutanı ve diğer iki lideri öldürüldü. Ayrıca İdlib kırsalındaki Cisr eş-Şuğur dışında gerçekleşen Rus hava saldırılarında dördü çocuk yedi sivil hayatını kaybetti. 24 Temmuz’da, Suriye'nin Hama kırsalındaki Sukeylebiye şehrinde Ayasofya'dan esinlenerek inşa edilen Ayasofya Kilisesi'nin açılışı münasebetiyle yapılan töreni hedef alan saldırıda iki kişi hayatını kaybetti. Bu hadiseler sadece öne çıkanlardır. Aynı hafta boyunca Suriye genelinde, onlarca bu türden şiddet olayları yaşandı. Bu istikrarsızlık artık istisnai bir durum olmaktan çıkıp normal bir şey haline geldi ki, daha da kötüsü bu şiddet döngüsünün Suriye'ye komşu bir dizi ülkeye de yayılmasıdır.
Geçtiğimiz hafta, Esad rejiminin kaçakçı devleti tarafından üretilen ve değeri 150 milyon doları aşan miktarda captagona Körfez'de en konuldu. İran Devrim Muhafızları’na bağlı olan ve “Kan Tugayları” olarak bilinen bir grup kuzey Irak'taki Türk askeri bölgelerine saldırı düzenlerken, kuzey Irak'ta bir turizm bölgesini hedef alan Türk topçu saldırıları bir dizi sivilin ölümüne yol açtı. Ayrıca Ürdün, Esad rejimiyle bağlantılı birkaç uyuşturucu kaçakçılığı girişimini engelledi. Lübnan'daki yetkililer ise Suriyeli mültecilere ülkelerine dönmeleri için baskıyı artırdı.
Bu tür şiddet olaylarının maliyetlerine ve bölgesel genişlemesine rağmen, Suriyeliler arasında uzlaşı sağlamaya ve ülkede istikrarı sağlamak için gereken türde bir değişim ve adaleti güvence altına almaya yönelik net bir uluslararası irade yok. Bu nedenle ülke, iç ve dış çatışma için bir savaş alanı olmaya devam etmektedir. ABD’nin ve Rusya'nın Ukrayna'daki çatışmaya rağmen geri çekilmeye yönelik açık bir niyeti yok. Suriye'deki politikaları dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı suçlamak adet haline gelse de gerçek şu ki, yerine bir başkası gelse bile değişen pek bir şey olmayacaktır. İran'a gelince, onun için Suriye devrimci ajandasının ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor ki, son haftalarda giderek artan bir saldırganlık sergiledi.
Suriye krizinin çözümü zor bir hedef olmaya devam ediyor. Esed’i uluslararası topluma yeniden davet, çatışmayı ve istikrarsızlığı körükleyen dürtüleri daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla bu noktada uluslararası toplum, ya oturup bu istikrarsızlık durumunu kabul edecek ya da kademeli olarak istikrarı sağlamak için çalışacak. Bu herkesin çıkarına olsa da istikrara doğru bir yönelişe ilişkin açık bir işaret yok.