Abdulaziz Tantik
TT

Cesur yeni insan…

İnsanlık tarihi boyunca insanlar bugünkü kadar prangalarla sarmalanmış değildi. Her insanda bugün birden fazla pranganın izini bulmak sıradan bir olay haline gelmiştir. Boynunu nereye uzatsa insan, bir ilmik geçiriliverir. Bu da insanın kendi hür iradesi ile bir şeyler yapmasına, bir tavır geliştirmesine, bir düşünüş üzere olmasına imkân tanımaz!
Cesaret, körü körüne yapıldığı zaman bir ahmaklık eseri olarak kabul görür. Cesaret, sonuçlarına katlanacak bir özgüvene sahip olan insanın bir şey yaptığında meydana gelen bir duygu durumudur. Bir duygunun duygu olarak kabul edilebilmesinin şartı; bir şuur üzerinden gerçekleştirilmesidir. Şuursuz gösterilen her duygu kendi içinde zaaf taşır ve amaca ulaştırmaz!
Batı düşüncesi, Yunan mitolojisinden beri Tanrılara karşı bir cesaret gösterisi içindedir. Bu cesaret tabii ki belli bir şuur üzerinden değil! Bilakis, bir şuursuzluk üzerinden gerçekleşir. Çünkü tanrılar Tanrı olma hüviyetine sahip değiller. Tanrılara karşı çıkmak ise kendi korkularının eseridir. Bir kaçış psikolojisinin tipik tezahürü olarak öne çıkmaktadır.
Modern düşünce ise Yunan düşüncesinin tipik bir iz düşümü olarak aynı duyguyu taşımaya devam etmektedir. Bir farkla; şuur yerine kıskançlığı ve yerine geçmeyi esas alan bir yaklaşım üzerinden yunan geleneğini tevarüs etmiştir. Yani kilisenin tanrısal kimliğine ve iktidarına karşı, kendi kimliğini ve iktidarını oluşturma arzusu üzerinden cüret göstermiştir. Ama bu cüret bir şuur üzerinden değildir. Bir bilgiye dayalı hiç değildir. Göreliliği temel kural olarak belirleyen bir epistemik sistemden kesin bir bilgi oluşturmak imkânsızdır. İşte bu imkânsızlığa rağmen bir dünya görüşü inşa etmek, kendi arzusunu gerçekleştirme isteğinden başka bir zorunluluğa dayanmaz! Yani ‘cesur yenidünya’ aslında prangalar eskitmekten başka bir işe yaramamaktadır. Tanrısal buyruğa dayanmak yerine göreliliği esas alan bir epistemeye yaslanmak ve oradan hareketle varlığa, insana ve yaratılışa tanım koymak bir cehalet örneğidir. İşte ‘cahil cesurdur’ sözünün gerçekleştiği zemin budur.
Bilmek nedir?
Kişi, kendisine gönderilmiş bir bilgiye istinaden varlık sahasında anlam arayışına çıkar. İnsanın kendi çabası üzerinden hakikate ve doğruya yönelik ve bir ahlaki edime sahip olma bağlamında -din devre dışı tutulduğunda – insanlık tarihi boyunca ulaşamadığı bilinmektedir. İnsanlık tarihi boyunca gönderilmiş Resuller ve ilahi bilginin iz düşümünü taşıyan yaklaşımların dışında insanların kendi elleriyle buldukları ve insanları iyiye, güzele ve doğruya taşıdıkları bir zemin yoktur. İyi kötü bir şey varsa o da nübüvvetin ardılı olan görüşlerin üzerine bina edilmiş bir kültürün izleridir.  Demek ki bilgi insana verili olandır. Cesaret bu verili olanı dikkate alan bir şekilde yaşamını her şeye rağmen sürdürme çabasına sahip olmaktır. Çünkü ahmaklık ve korkaklık sonradan insana iliştirilmiş bir şeydir. Yani şeytan ve nefsin ayartılarına kapıldığı zaman insan kendi insanlığından soyunarak bir alt basamağa düşer ve yaşamın koşullu şartları ile mücehhez bir şekilde o koşullara uyum sağlamayı marifet addederek varlık sahasındaki yerini alır. İşte cehalet ve ahmaklık bu seviyede zorunluluk addeder. İnsan, yaratıldığı amacı bir tarafa bırakarak kendisini amaç edindiği andan itibaren bir çürüme ve yozlaşma baş gösterir. Zulüm cehaletin arka kapısıdır. Cehalet bir yerde varsa zulüm kaçınılmaz bir sonuçtur. Dünyanın bugün zulüm ile dolması, ayrımcılığın bu kadar eleştirilmesine rağmen yapıla gelmesi ve bunun göstere göstere yapılabilmesini başka türlü izah edemeyiz. Çatışma, kaotik zemin ve ayrışmalar ancak bir koyu karanlığın baskın zemini üzerinden gerçekleşir. İnsan hakikati bilemeyeceğine göre, ya da bir başka söyleyişle, sadece bildiği kendi öznel hakikati ise ki birden fazla özne ve öznelliğin birden fazla hakikatinin varlığını kesinler. Bu da çatışmayı ve kaosu hem var kılar, hem de devamını sağlar. İşte yaşadığımız temel gerçeklik buradan neşet eder.
Cesaret, bir şeyleri kaybetmeye mal olsa da doğruyu, hakikati ve gerçeği dile getirebilme özgüvenine sahip olmaktır. Bu hiç korkmayacağı anlamına gelmez! Bilakis, korkuya rağmen cesareti gösterebilme dirayetine sahip olmaktır. Cesaret aynı zamanda bir dirayet meselesidir de… Dirayeti sağlayacak olan şey ise; geleceğe dair bir kesinliğin kişide itminan derecesinde açığa çıkmasıdır. Bunu sağlayacak olan şey ise; insanın yaratılışında var olan idrakin sahip olduğu bilgi ile harekete geçirilmesi ve bir şuura dönüşmesidir. İşte bu bilginin mahiyeti şuurun mahiyetini ve kendisine şuur denilip denilmeyeceğini bize gösterir. Deney, gözlem, akıl, muhakeme ve mantık üzerinden yürüttüğümüz şeyler bize yaklaşımlar verir, kesinlikler sunmaz… Kesin bilgi, ancak kişiyi aşan ve kişinin var olduğu düzlemi yaratan bir gücün kendisine gönderdiği bilgi üzerinden oluşan bir şeydir. Peygamberlerin insanlık tarihi boyunca hep iyilikle, güzellikle, doğrulukla, estetikle ve ahlakla vasıflandırılarak anlatılması bize bir şeyleri söyler.
Peygamberler, insanlığın numunei imtisalleridir.  Peygamberler, Örnek şahsiyetler olarak insanın Yaratıcı Kudret ile doğru bir ilişki kurmalarına zemin oluştururlar. İnsana hem öncülük ve hem de önderlik eden ilahi inayetin kesin aracılarıdırlar. Bu yüzden insanlık tarihi peygamberler tarihinden bağımsız inşa edilemez! Modern batı düşüncesi buna yeltendi. Ortaya çıkan sonuç bellidir. İnsanı oluşun tabii aşaması gibi görerek insanı hayvandan, bitkiden ve diğer canlı türlerinden ayırt edici vasfını düşünme olarak öne çıkardılar. Peki, son dönemde gündeme taşınan yeni felsefi bakışın yaşam merkezli oluşu ve insanı sahip olduğu tahtından indirerek böcek veya yeşil soğanla eş değer kılmalarını neye borçluyuz?
Akıl, ancak vahyin ve imanın kılavuzluğunda hakikate doğru bir yol tutabilir. Sanıldığı gibi, vahiy, bilinemez olan, ulûhiyet, idrak edilemez olan, o zaman biz bilinebilir olana yönelelim, denildiği zaman insanlar ahlaklı olmuyorlar, iyiye, güzele ve doğruya da yönelmiyorlar. Son iki yüzyıldır insanların yaşadığı dram ve travmaları düşündüğümüzde nasıl bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı görebiliriz.
Yaşadığımız dünyada yeniden hakikate yönelmek ve doğru üzerinden bir yaşam inşa etmeye çalışmak ancak, cesaret gösterebilmekle mümkün olacaktır. Bu cesaret ise şuur üzerinden gerçekleşmelidir. Bu şuur ise insanın hem yaratılış amacını ve hem de bu dünyada yaşamasının amacını da taşıyan ve belirleyen bir şuur olmalıdır. Böylece insan olmanın şuuru üzerinden bugün insana yöneltilmiş prangalar, köleleştirilmeye hazır kılan kültürel unsurlar ve doktrinlere karşı çıkma cesareti gösterebilir insan…
Cesaret, çırılçıplak kalmayı göze alarak mevcudu inkâr etmek ve bugünün sunduğu bütün konforu reddetmeye hazır olmaktır. Her şeyin kolaylaştırıldığı bir dünyada zora talip olmak bir cesaret işidir. Yani bir telefon ile ulaşacağınız birine, kendinizi zora sokarak, bir sürü zaman harcayarak ve buna maddi külfeti de ekleyerek vefa göstermek bir aptallık nişanesi olarak görüldüğü bir zeminde bunu cesaret olarak kabul edip talip olmaktır. Cesaret, içinde var olduğun kültürel dokuyu inkâr edip, yeni bir kültürel dokuyu inşa etmeye yönelmektir. İnsanların içinde bulunduğu kötü durumu kolaycılığa kaçarak bunu sadece kötü niyetli şahıslara veya bugün yapıldığı gibi bu zamanın dışındaki kültürlere yamamak yerine, bugünü meydana getiren kültürün kötülüğün membaı olduğu gerçeğini en yüksek perdeden seslendirmek ve itirazını her türlü bedeli ödemeye hazır bir ruh hali içinde yapmaktır.
İşte cesur yeni insan, kendisine sunulan bilginin, kültürün ve davranışın sonuçlarını dikkate alır, yaratılış amacını ve dünyadaki yaşam serüveninin amacını da hesaba katarak değerlendirme yapar. Sahibi olunmayan bir dünyanın ve yaşamın sahibi gibi davranmayı ilke olarak inkâr eder. Gösteriye dönüştürülmüş ve sadece kendi çıkarını önceleyen yaklaşımları reddeder ve kendisine ve değerlerine ait, kendisini iyi, güzel ve doğru bir insan olarak ahlak ile buluşturacak bir düşünceyi eksene alarak tavır geliştirir. Bu tavrı gösterdiği zaman karşılaşacağı şeyi, sonucu ise göğüslemeye kararlı bir şekilde kendisine bildirir ve kendisinin dışındakilere de gösterir. İşte bu cesur yeni insan, değişimin mihverini belirlemeye başlar. Azınlık olması önemli değil! O bilir ki, azınlık olmak yenilmenin şartı değildir. Yenilgi, insanın kendi değerlerinden ve ahlakından ödün vermesidir. Geçici kazançlar yerine kalıcı kazançlar için geçici kazançlardan vaz geçmeyi göze alır.
Cesur yeni insan, düşünür, karar almadan önce, bir tepki vermeden önce, tekraren düşünür, hızlı davranmaz, bilakis, rahat ve karar almada düşünmeye pay vererek hayatını idame eder. Sabır onun azığıdır. Şükür onun varlığıdır. Şükür ve sabır cesur yeni insanın en temel vasfıdır. Tevazuu sahibi olur. Sınırlarını bilir. Kendini aşan şeylere yeltenmez! Gücünü ve imkânlarının sınırlılığını görerek ona göre davranmayı bir ilke olarak kabul eder. İmanını güçlendiren şey, kişinin kendi zaafını bilmesi ve kudretin nerede olduğunu idrak etmesidir. Kendini güçlü gören insanların hepsinin bulunduğu mezarlıklar dünyanın her yerinde bulunmaktadır. Bu yüzden insanın kendini güçlü sanması, maddi bağlamda bir hamakat örneğidir. Ama aynı zamanda bedeni hazlara, dünyevi şehvetlere, iktidar olma arzusuna karşı ise çok güçlü olduğunu bilir ve ona göre davranır. Attığı her adımda dünyevi kaygılar ve korkuları bir tarafa bırakarak yürümeye azimlidir. Cesareti ve korkuyu yerli yerinde kullandığı zaman insanın kendi potansiyelini harekete geçirdiğini tecrübe etmiştir bu cesur yeni insan…
Cesaret, varlığın sahibi olan ve her şeyi hükümranlığı altında bulunduran Güç, Kudret sahibi olan Allah’a yöneltilemez! Bilakis, O’na teslim olunur ve eğer bir hata yaparsa işte O’ndan korkmalı ki söylediğini yapmasını engelleyecek başka bir güç ve iktidar sahibi yoktur. O zaman cesaret, insanı yeryüzüne mıhlayan, oraya bağlı kılan, geçiciliği asli hüviyeti olan dünyevi kaygılar, hüzünler, acılar ve ürkekliklere, aç kalmaya, ölmeye, zarar görmeye, yok olmaya matuf şeylere karşı gösterilmelidir. Cesaretle fani olandan beka sahibi olana yönelik bir ilgiyi ve beklentiyi harekete geçirmelidir. Korkunun ecele faydası yoktur sözünü kendisi için serlevha yapmalı ve ona göre hareket edebilmelidir. Cesur yeni insan, sadece Allah’ı hesaba katan bir bakış ve yaklaşıma sahip olandır. Dünyevi hiçbir şeyi -göz ardı etmeden- dikkate almaz!
İnsanlığın yok oluşa doğru sürüklendiği bu zamanlar ve zeminlerde cesur yeni insan, kurtuluşun umudu olmayı, yeni bir hamle yapmanın vesilesi olmayı, değerleri için ölümü göze alabilmeyi, anlamın ve hakikatin gerçekleşmesi için kendinden vazgeçmeyi bir ilke olarak kabul ederek yaşamını idame eder…