İstemi Yılmaz
TT

ABD ile Çin neden Tayvan’da karşı karşıya geldi?

Tüm dünya ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin uçağının rotasına kilitlendi. Pelosi’nin hafta içerisinde gerçekleştirdiği Tayvan ziyareti, insanların zihninde bir kez daha “Acaba yeni bir dünya savaşı mı çıkacak?” sorusunun belirmesine neden oldu.
Çin Dışişleri ziyareti “ateşle oynamak” olarak nitelendirirken, Washington yönetiminden yapılan açıklamada Pelosi’nin uçağının Taipei’ye inişinin Meclis Başkanı’nın şahsi kararı olduğu bildirildi. Bir anlamda Beyaz Saray, sorumlu olarak Pelosi’yi işaret ederek ziyaretin “resmi” mahiyetini ortadan kaldırmaya çalıştı. Pelosi’nin Tayvan gezisi sadece bir gün sürdü ancak savaş tamtamlarının sesi kesilmedi. Bugün Pekin hükümeti savaş uçaklarını ve helikopterlerini adanın üzerinde uçurarak Taipei’yi ablukaya almaya çalışıyor.
Peki neden dünyanın iki büyük süper gücü Tayvan adası etrafında karşı karşıya geldi?
Sorunun cevabı tarihte gizli. İkinci Dünya Savaşı’ndan iki sene önce başlayan ve harple birlikte sona eren Japon işgali sırasında Çin’de hâkim güç Çan Kay Şek liderliğindeki milliyetçi Kuomintang hareketiydi. Savaşın başında azınlık konumundaki komünistler, doğru strateji ve Mao Zedong’un siyasi-askeri taktikleriyle 8 senenin sonunda dükkanlarının önünde “Köpekler ve Çinliler giremez” tabelaları asılı ülkenin halkına haysiyetini geri verdi. 1945 sonrası milliyetçilerle komünistler arasında patlak veren iç savaştan Mao’nun kuvvetleri galip çıktı. Çin, 1949’da bugünkü hüviyetine yani “Çin Halk Cumhuriyeti” ismine kavuştu ve sosyalizme geçti.
İşgalcilerle iş birliği yapan ve halk nezdinde itibarını sıfırlayan Çan Kay Şek’in Kuomintang’ı Tayvan adasına kaçtı, burada “Çin Cumhuriyetini” kurdu. Mao’nun Çin’i ülkenin kuruluşunu tamamlayınca gözünü Tayvan’a dikti. İlk Tayvan Körfezi Krizi’nin çıktığı 1953’teki çatışmalardan iki sene sonra ABD Kongresi, adayı korumayı hakkını Beyaz Saray’a devreden Formosa Kararı’nı onayladı. 70’li yıllara kadar Tayvan-Çin ilişkileri zaman zaman savaşa varan gerginliklerin görüldüğü bir sürece evrildi. Ta ki Amerkan dış politikasının Pekin’i keşfine dek.
1971’de Birleşmiş Milletlerin Çin Halk Cumhuriyeti’ni Çin topraklarının tek hâkimi sayan kararı sonrası eli kuvvetlenen Beyaz Saray, Mao’nun sosyalizminin aslında düşman değil Sovyetler Birliği’ne karşı müttefik olabileceğini kavradı. Mao, Üç Dünya Teorisi isimli teorisinde emperyalist kampa dahil ettiği Moskova’yı en az Amerikan emperyalizmi kadar “tehlikeli” kabul ediyordu. ABD yönetimi bu teorinin özellikle üçüncü dünyada güçlenen bağımsızlıkçı-sosyalist hareketler arasında güçlenmesine ön ayak oldu. Bu sayede Sovyetler Birliği’nin etki alanını daralttı. Mao’nun 1976’daki ölümü sonrası Çin’e daha da yaklaştı. En nihayetinde de 1979 yılında Şanghay Bildirisi’ni imzalayarak Çin’in gerçek temsilcisi olarak Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıdı. Söz konusu mutabakat Amerikan dış politikasında güncelliğini koruyan, Beyaz Saray’ın Tayvan adası ile ilişkilerin resmi düzeyde olmayacağını kabul eden, “Tek Çin Prensibinin” temelini oluşturuyor.
Fakat 1990’lardan itibaren iki ülke arasındaki ilişkilerde Tayvan yeniden bir “sorun” haline geldi. Sebebi, Sovyet Bloğunun çöküşüydü. Washington’ın artık Çin’e ihtiyacı yoktu ve atış serbestti. 1995’te dönemin Tayvan lideri ABD'ye davet edildi. 1997 senesindeyse dönemin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich adaya gitti. Ancak Pelosi’nin aksine, Gingrich’in Tayvan öncesi Çin’e uğraması, ziyareti “krize” dönüştürmedi.
Ülkeyi çöküşün eşiğine getiren sistem krizini, kapitalizmi Çin usulü yorumlayarak aşan Pekin hükümeti, 2000’lerle beraber hızlı bir teknolojik atılım gerçekleştirdi. Üretim modelleri modernleştirildi. Katma değeri yüksek üretim teknolojik maddelerin ve büyük Çin markalarının dönemi açıldı. 2008 finansal krizinde Amerikan ekonomisinin gerileyişinden ders alan Pekin, vites artırdı. Tam 8 sene sonraysa Beyaz Saray’a adım atan Başkan Donald Trump, Amerikan dış politikasının ana önceliğini “Çin’i durdurmak” olarak ilan etti. Joe Biden da aynı istikamette devam ediyor.
Tayvan’da ayrılıkçı eğilimlere sahip Başkan Tsai Ing-wen, ABD açısından krizi kaşımak için bir fırsat. Washington hükümeti Pasifik’te Çin’i geriletecek bir aktör arıyor. Tayvan bu konuma gelmekten uzak ama yine de adanın statüsü Pekin’in uykularını kaçıracak türden bir çözümsüzlüğün habercisi.
Çin hükümeti, adayla “barışçıl bir birleşmeden” yana olduğunu ifade etse de son Amerikan kışkırtıcılığı silahların yeniden ortaya çıktığı bir senaryoyu gündeme getiriyor. Tayvan ürünlerine boykot kararıyla işe koyulan, Pekin’in sıradaki karşı hamleleri arasında yeni füze denemeleri ve kara-hava harekatları bulunuyor. Çin’in gücü hesaba katıldığında, Tayvan’ın “Ukrayna deneyiminden” ders çıkarması gerekiyor.