Halid Berri
TT

Yoksulluğun ve adaletsizliğin yayılmasında adaletin rolü

Kalabalık metrodaki bir yolcu, durağında inmek için ayağa kalktı. Ancak koltuğundan kalkmadan önce kendisinden sonra mirasçı olması için bir kıza işaret etti.
Öte yandan sosyal medyada yaşanan bir tartışmada ‘hukuk adamı’ bir fikir ortaya attı. Fikrin özü şuydu: Eski bina sahipleri binaların yapıldığı zamanki bedelini kiracılarından toplamıştır. Yani bina sahipleri haklarını almıştır.
Tartışma Mısır'daki ‘eski kira yasası’ hakkındaydı. Bazı ülkelerde küçük değişikliklerle uygulanan bu yasa, kiralanan konutların kira bedeli için bir çıta belirler ve bunu kontratlarla sabitler. Ayrıca bu konutların kullanım hakkının kiracıdan çocuklarına geçebileceğini ifade eder. Bu yasa nedeniyle lüks bir mahallede, aylık kirası 10 poundu (yaklaşık 55 sent) geçmeyen, yani bir paket sigara fiyatının dörtte birinden daha az olan bir daire bulabilirsiniz. Bu dairenin kirası, devlet tarafından daireye kesilen aylık elektrik faturasının en fazla yüzde beşine tekabül eder. Mirasçılardan babalarının malını alıp bunu kiracıların çocukları arasında paylaştıran bir kanun düşünün.
İlk bakıldığında bu iki olay arasında bir bağlantı yokmuş gibi görünüyor. Ancak aralarında güçlü bir ilişki var. Açıklayayım:
Metrodaki adam kızı kalabalığın içinde görür görmez, onun yerine ayakta bekleme zahmetine katlanıp yerine oturmasını teklif etseydi, davranışında hiçbir sorun yoktu. Sorun, bu adamın yol boyunca oturup koltuğuna çökmesi, kızı kalabalığın içinde bırakması ve artık ihtiyacı olmadığında ona koltuğunu vermeyi hatırlamasıdır. Bunu yapmak ancak ücretini ödediği bilete göre ‘kullanım hakkı’ sona erdiğinde aklına geldi. Aslında, bu davranışıyla başkasının koltuğunu kıza vermiş oldu.
Yargıçlık yapan hukuk adamının sözlerine gelince, bu tıpkı taksicinin üç yıl çalıştıktan sonra araba için ödediği paranın değerini topladığını ve bu yüzden taksinin artık yolcunun hakkı olduğunu söylemek gibi bir şey. Buna göre taksimetrenin değeri asla arabayı aldığı zamanki değerinden yüksek olmamalı.
Bu, yatırım kelimesinin en basit anlamlarını tamamen göz ardı eden bir tutum. Yatırım, enflasyon oranlarına göre satın alma değerindeki farkla orantılı bir değer ile sürekli kâr elde etmek için paranızı bir projeye koymaktır. Bu, bir bina sahibi için de içi ciğer dolu sandviçlerin olduğu bir tezgaha sahip biri için de geçerlidir.
Ancak esas felaket, bu sözlerin bir hukuk adamının ağzından çıkması ve adaletin anlamını düşürmesidir. Neden mi? Çünkü bu, adaleti seçici ve ihtiyari yapmaktır. Burada akıl sahibi birinin taksi sahibine ya da ciğer tezgahı sahibine uygulandığında adalet diyemediği şey, şu zihniyete göre bina sahibine uygulanınca adalet oluyor.
Bu çarpık zihniyete nasıl ulaşıldığını düşündüğümüzde daha derin bir problem ile karşılaşıyoruz. Bu kelimenin tam anlamıyla ‘nefreti körüklemektir’. Sırf bina sahibi olmak zenginlik anlamı çağrıştırıyor diye, o zaman kişiyi bu özelliğinden mahrum bırakan herhangi bir uygulamayı mübah görüp bunu ‘hak’ olarak addedelim (!) Hak (doğru) ile hakd (nefret) kelimeleri arasında sadece bir harflik fark olması ilginç.
Nefret, kanunun uygulandığı taraf ne kadar zengin olursa olsun, adaletsizliği adalet olarak görmek için bir bir gerekçe değildir. Varlıklarını aynî değerlerle mirasçılarına bırakmayı tercih eden, genellikle küçük mülkleri olan gayrimenkul sahipleri ne olacak? Bu tercih, birey ve toplum için iyi bir düşüncedir.
Bu insanları ekonomiye de faydalı olan güvenilir bir ekonomik düşünceye sahip oldukları için cezalandırmak, diğerlerini tüketici ve politikacılar ile akşam yemeği yemeden önce tüketiciyle öğle yemeği yemezlerse, gelecekleri konusunda endişeye düşürecektir. Buradan kötü davranışlar patlak verir. Bunların en basiti yatırım yapma isteksizliğidir. En yaygını ise yatırımı ucuza kapatmaktır. Mümkün olan en az sermaye ve en az emek ile binalar inşa etmektir. Mısır'daki eski ve modern binaları bir kıyaslayın. Bunu kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Kiracı ile metro koltuğunun yararlanıcısı arasındaki tek fark ikincisinin seçtiği bir yabancıya yerini miras bırakmasıdır. Dairenin yararlanıcısı ise daireyi çocuklarına miras bırakır. İkisinin mantığı ve kültürü arasında ise hiçbir fark yoktur. Kiraladıkları şeyin hakları olduğuna inanırlar. Daha kesin bir deyişle, mülk sahibi -aslında- hak sahibi değildir. Peki bu basit eylemin daha büyük bir etkisi var mı? Elbette.
Bu istihkak yani hak isteme duygusunu besler. Diğer bir deyişle kiralanan şey ile sahip olunan şeyin birbirine karıştırılması, neyin hakkınız olup neyin olmadığı konusunda bir karışıklığa yol açar. Kiracı, işçi ve sıradan insan, mülk sahibine ‘hakkına’ tecavüz ediyormuş gibi bakar. Sanki elinde olan, onların malıymış da henüz onlara teslim etmemiş gibi. Buna göre adalet, ancak bunları ele geçirip kendilerine geri verilmesi sonucunda sağlanır. Yani adalet ancak adaletsizlikle sağlanır.
Bu arada bu adaletsizlik-adalet sağlanıncaya kadar mülk sahibine gereken teşekkürü, hak ettiği övgüyü, daha fazlasını yapmaya teşvik eden lütfu çok görürler. Yatırımı teşvik etmezler. Bakın tekrar ediyorum: Yatırımı teşvik etmezler.
Bunu filmlerde, dizilerdeki karakterlerde ve basın makalelerinde görürsünüz. Son olarak kanunda ve politika kararlarında görürsünüz. Kültür kendini her düzeyde ifade edene kadar aşama aşama yükselir. Yatırımcı yabancı ise mülkün ilk kamulaştırılmasından tutun, eğer yatırımcı ülke halkından ise politikanın başka bir isimle anılmasıyla birlikte pratik açıdan kamulaştırılmasına kadar… Tıpkı eski ev sahiplerinde olduğu gibi.
Zenginlik kültürdür. Hoşgörü dışarıya açılım, yatırım çekme ve turizmi canlandırma eşiği olduğu için bu kültürün büyük bir bileşenidir. Kapının önüne serilmiş bir halı gelenlere hoşgeldiniz der. Gerçek hoşgörü, hak görünümündeki hakddan (nefretten) ya da sahte adaleti ve eşitliği ile caka satan adaletsizlikten doğmaz.