Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriye muhalefeti ve Kürt penceresi!

Ankara hükümeti ile Şam rejimi arasındaki uzlaşı sürecinde ilerleme kaydedilmesi durumunda bundan en çok zarar görecek olanlar, birbirine düşman iki taraf olan Suriye muhalif bloklarının çoğunluğu ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olacak. İlki, vasisi olan Türkleri hoşnut etmek ve emirlerini yerine getirmek üzere daha fazla eğilip taviz vermek zorunda kalacak olmasıdır. İkincisi ise Ankara'nın kendilerine yönelmesi karşılığında Suriye ve Rusya'nın ödemesi gereken bedeldir. Bu, Suriye'deki değişimin geleceğine, iki taraf arasında meydana gelecek hasarı azaltmak için bir yakınlaşma olasılığının aranmasına, ardından söz konusu yakınlaşmayı teşvik eden ve mümkün kılan güçlü noktalara ve -her zaman olduğu gibi- bu fırsatın hafife alınıp boşa harcanmasına yol açan zayıflıklara ilişkin bazı soruları gündeme getirmektedir.
Bugün Kürt penceresi, Suriye muhalefetinden değişim iradesini elinde tutan ve sefil gerçekliğe teslim olmayı reddedenlerin önünde daha mantıklı ve külfetsiz bir seçenek gibi görünüyor. Diğer yandan Ankara hükümetinin adımı, bu muhalefeti Türkiye’nin politikalarından kademeli bir şekilde ayrılma sürecine başlamak için teşvik etmelidir. Türkiye, Halep krizine müdahalesinden ve Astana ve Soçi'de gerilimi azaltma bölgelerinde iş birliği yapmasından bu yana kendi çıkarını Suriye halkının çıkarlarının önüne koydu. Ardından çeşitli muhalefet bloklarını dikkate almadan ve onlarla istişare etmeden tek taraflı adımlar attı. Bu, SDG’ye dair çekinceleri pratik anlamda hafifletmekte ve değişim projesinin bir parçası olarak kuzey ve doğudaki Kürt durumuyla ciddi ve samimi şekilde ilgilenmeye sevk etmektedir. Bunun sebebi, yalnızca Kürt kuvvetlerinin güçlü olması, kendini savunmakta başarılı olması, ülkenin yaklaşık üçte birini ve zenginliğinin önemli bir bölümünü kontrol etme kabiliyetine sahip olması olmadığı gibi İslami terör konusunda pazarlık etmeyen, Suriye devrimiyle birlikte -görünürde de olsa- demokratik sloganlar yükselten güç ya da ABD'nin halen desteğine ve korumasına sahip olan güç olması da değildir. Kürtlerin rejime bağlılıkları, çıkarlarının farklılaşması ve gereksinimlerin artmasıyla birlikte yıllar önce gerilemeye başladı. Şam'ın otoritesi altında ulusal haklarının güvence altına alınamayacağını anladılar.
Bu, muhalefetin bir fırsata çevirebileceği ve üzerine bahse girebileceği yeni bir durumdur. Peki, bu pencere halkın bir tercihi haline geldiğinde ne olacak? Bunun göstergelerinden biri, Türkiye Dışişleri Bakanı'nın açıklamalarına karşı Suriye'nin kuzeyinde gerçekleşen protestolardır. Bazıları tarafından SDG ile açılım sürecine girilmesine ilişkin çağrıda bulunan pankartlar taşınması ve Rakka kentindeki Arap aşiretleri tarafından yakın zamanda yapılan açıklamadır. Bu açıklamada ılımlı muhalefete, Türk planlarına karşı Kürt güçleriyle yakınlaşma çağrısında bulunuldu. Diğer taraftan Suriye-Türkiye yakınlaşması, SDG’nin, Türkiye'nin kendisini kuşatma ve tasfiye etme çabaları karşısında rejimi ve Rusya'yı harekete geçirme umudunu yok etmelidir. İki taraf rejimle yıllarca çeşitli müzakerelere katıldı ve hiçbirinde kayda değer bir sonuç elde edemedi. Soçi ve Astana’daki görüşmelerin yanı sıra gerek Anayasa Komitesi’nden gerekse Rusya himayesinde SDG ile rejim arasında gerçekleşen diyaloglardan sonuç alınamadı. Taviz vermek ve meydana gelen yaşanan değişiklikleri kabul etmek istemeyen rejim, Suriye'deki durumu 2011'den önceye döndürmekte ısrar etti.
SDG’nin, Suriye muhalefetiyle diyalog ve iş birliği çağrıları ve ardından farklı bölgelerden on binlerce yerinden edilmiş kişiyi kabul etme esnekliği gibi ulusal düzeyde iyi niyetini gösterdiği çeşitli durumlar olduğu doğrudur. SDG’nin bu eğilimi, kuruluşunun yıl dönümü kutlamalarında Kürt bayrağının yanında devrim bayrağını ve sloganlarını yükseltmesiyle doruğa ulaştı. Ancak Suriye'nin geleceğine ilişkin net ve güven verici bir vizyona sahip olmaması açısından politika ve uygulamalarda halen ciddi eleştirilere konu olduğu da bir gerçektir. Bazıları halen bağımsız bir ulusal varlık kurma ve bölgelerindeki muhaliflerin bastırılması hususunda kışkırtma yapıyor. Ayrıca Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile yapılan diyaloglarda, tutukluların serbest bırakılması, çocukları silahlandırılmaması ve PKK ile irtibatın koparılması gibi ulusal talepleri reddetmekte ısrar ediyor.
Tarihsel olarak, Arap ve Kürt muhalif oluşumları arasındaki en önemli zaaf noktalarından biri, aralarında derin ve kronik bir güven krizinin bulunmasıdır. Araplar, Kürtlerin olduğundan farklı göründüğünü, genel çıkarları gözetmeksizin milli hedeflerini gerçekleştirmek ve ayrılmak için fırsat beklediklerini düşünürken Kürtler ise kronik bir adaletsizlik, baskı ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını hissediyorlar. Nitekim çeşitli çatışmalarda ve pazarlıklarda siyasi güçler ve gruplar tarafından harcanacak unsur veya bir baskı aracı olarak görüldüler.
Güven krizini derinleştiren ve SDG ile Suriye muhalefeti arasında açılım ve diyalog seçeneğinin karmaşıklığını artıran bir diğer husus, muhalefetin çeşitli dezavantajlarıdır. Siyasi kaprislerin ve nefret dolu çekişmelerin parçaladığı ve dağılmaktan mustarip olan muhalefet Kürt meselesiyle ilgili net bir vizyona sahip değildir. Aralarında çeşitli ve birbiriyle çelişen bakış açılar var. Kürt halkının ulusal haklarının cesurca tanınması noktasına gelemiyorlar. Bazıları da bu hakları reddediyor ve Kürtleri gurbetçi olarak görüyor.
Suriye muhalefeti ne zamana kadar Ankara ile Şam arasında açılım ve uzlaşmanın imkansızlığı yanılgısına tutsak kalacak? Değişim projesini korumak için mevcut Kürt penceresini görmemek ve test etmemek için yürütülen deve kuşu politikası ne zamana kadar sürecek? Türkiye'deki bu dönüşümün onu, çatlakları onarmak ve asgari müşterekler üzerine ilişkiler tesis etmek için SDG ile diyalog kanallarını açmaya sevk etmesi gerekmez mi? Gerçek şu ki Suriyeli Kürtlerin dramı ve kurtuluşu, Suriyeli Arapların dramı ve kurtuluşundan ayrı düşünülemez.